Kızım sana söylüyorum... (24 Haziran 2010)

Medya sitelerinin, ‘Şamil Tayyar, Nazlı Ilıcak ve Serdar Turgut’a çaktı’ diye duyurduğu yazının gizli hedefi Öcalan’la masaya oturulabileceğini ima eden Mustafa Karaalioğlu olmasın!
Durun “Şamil Tayyar da ” demokratik açılım”ı savunmuyor mu sanki” diye çıkışmayın hemen...
Savunuyor ama “Daha çok kan akıtıyor” diye PKK ile pazarlık masasını çözüm adresi olarak gösterirseniz, doğabilecek sakıncaları sıralamayı da ihmal etmiyor.
Twitter’lı, liberalli, prezervatifli girişten sonra herkes yazının muhatabının Nazlı Ilıcak ve Serdar Turgut olduğunu söylüyor ya bence asıl ayarı, Öcalan’la masaya oturulabileceğini ima eden Genel Yayın Yönetmenine, Mustafa Karaalioğlu’na veriyor Tayyar. Bakın hem de nasıl: “Rusya ile enerji bağlarını güçlendiren, Çin ve Hindistan’la ilişkiler kuran, Afrika ve Latin Amerika’da temsilcilik sayısını arttıran, İran’la sinerji oluşturan... Türkiye, ABD-İsrail safında hizaya sokulmak isteniyor. Bu perspektiften bakmadan, ”hayır kardeşim ben yine de PKK’yla masaya oturup anlaşacağım“ derseniz, buyurun...
İsterseniz, Abdullah Öcalan’ı İmralı’dan çıkarın meclise sokun... Sadece terör boyut değiştirir, nasıl ASALA gitti PKK geldiyse, bu kez başka bir baş ağrısı peydahlanır, canınızı yakmaya devam eder. (...) Mustafa Balbay çıkıp ”Benim içeride bulunmamın sebebi, arkamda PKK’nın olmaması mı?“ diye sorsa, ne cevap verirsiniz. Kimse şiddeti kutsamasın, kan üzerinden oynanan oyuna prim vermesin...”
Ve Karaalioğlu’nun hiç kuramadığı o cümleyi kurup, “hesap soralım” diyor Tayyar! Buse’nin katillerinden hesap soralım!
Hesap sormak yerine, karşınıza oturtup size hesap kesmesine izin verirseniz ne olur biliyor musunuz?
10 askerinizi delik deşik ettiğinde sizi siperde çömelttiğini... 20 askerinizi havaya uçurduğunda lojmanları boşalttırdığını... 30 askerinizi sırtından vurduğunda kendisini “muhatap” aldırmayı becerdiğini gören PKK... Anlar ki Öcalan’ın cezasını hafifletmenin yolu 40 askeri daha taramak... O canavarı Güneydoğu’ya yerleştirmenin yolu 50 askere pusu kurmak... Meclise sokmanın yolu bir karakolu daha bombalamak... Sıra, can tükenip toprak almaya gelince, devlet denen sistemin altına yerleştirmek mayını...
Sağlaması en basit strateji... İnanmıyorsanız evinizde test edin; Çocuğunuz biraz mımızlanınca şekerle susturun... Sonraki mızmızlanmasını şekerin kesmediğini ve hedeflediği dondurmaya ulaşıncaya kadar ağladığını göreceksiniz... Oyuncak isterse iç çeke çeke değil de tepinerek ağlayacaktır bu kez... Yeter ki istediğini elde etmenin yolunun gözyaşlarından geçtiğini keşfetsin, gözünüzün yaşına bakmadan kullanır bunu...
Bir çocuğun bile aklının kestiği bu en kolay “kazanma” denklemini PKK ve kullanıcıları kuramamış mıdır yani? Hedeflediği yere bir kere “terörle varmasına” izin verirseniz, bundan sonraki her yeni “masaya davet”i de terör aracılığıyla olmayacak mıdır?
Karaalioğlu o pek sevdiği AKP’yi de yutacak bir kara deliği çapalarken, Tayyar ömrünün kıyağını çekmiş hem ona, hem de iktidara... Tabii anlayana!..

+++++

Yandaş medyanın kalemşörleri PKK’yla masaya oturulması için kampanya başlattı. Acaba önerileri kabul edilirse ve kendilerine de görüşmelere katılmaları için davet gelirse; Türk heyetinde mi görev almak isterler, PKK heyetinde mi?
* Mustafa Mutlu / Vatan

+++++

Yok mu 1 milyon kişi
Ayrılıkçı ETA terörü İspanya’da aynı şeyi yaptığı zaman İspanyollar ne yaptı hatırlıyor musunuz? Yok mu bu ülkenin sivil toplumu. Yok mu 1, 5, 10 milyon kişi toplayıp Türkiye’nin her yerinde “barış içinde” “Teröre hayır” diye haykırtacak “ruhu”. İspanya’da 1 milyon kişi, ETA’ya diz çöktürdü. Biz neciyiz?
* Fatih Altaylı / Habertürk

+++++

Ajan olacak primat!..
Hay sen çok yaşa Gürkan Tuzlu! İsmet Berkan’ı, Cihan Haber dergisi için konuşturup öğrenmiş içimizi kemirip duran sorunun cevabını! Meğer ajan olacak kadar evrilmiş radikal primat!
MİT’te dönemin müsteşarı Şenkal Atasagun ile girdiği diyaloğu anlatarak alenen itiraf ediyor:
“Dendi ki: ’Sen bize yardımcı olursan biz de sana yardımcı oluruz. Biz sana özel haberler veririz, sen de bize zaman zaman böyle bilgi verirsin.’ (...) ’Sakın ha, ne siz bana böyle bir şey teklif edin ne de ben sizden böyle bir şey duymuş olayım. Hadi bana eyvallah’ dedim çıktım gittim...”
Belli ki bir çeşit “Kahraman primat, istihbaratçı insana karşı” senaryosu kurgulamış, pazarlıyor. Da... Siz her ’MİT’ten bekleniyorsunuz’ mesajı aldığınızda, koşa koşa gider misiniz böyle? Her hoşa gitmeyen haberden sonra “Ağzından alevler çıkan” müsteşarlardan fırça yer misiniz? Ciddi ciddi haber kaynağınızı soran MİT’e “bütün hikayeyi” anlatıp, inandırmak için uğraş verir misiniz? Niye?
“Ajanlık teklif ettiler kabul etmedim” diye kendinizden bir gazetecilik ikonu yaratmaya çalışacağınıza, yukarıdaki soruları cevaplayıp o teklifin niye size yapıldığını anlamaya çalışsanız...
MİT Müsteşarı veya başka herhangi bir istihbarat birimi, niye gelip de bana “ajanım olur musun” demiyor da bu “görev”i size yakıştırıyor?
Bu göreve layık görüldüğünüze göre, yurdumun istihbaratçısı, sizde o ışığı, o cevheri, o yetenek ve potansiyeli keşfetmiş olmalı değil mi?
Beyninizin çalışma şeklinin, düşünce ve ifade biçiminizin, hatta vücut dilinizin... Bütün olarak sizin “ajan olacak kadar” evrildiğinize hükmetmiş olmalılar... Yine aynı soru: İyi de niye?

+++++

Buseciğim, bir milattır
Milyonerle zilyonerin kıç kıça, azınlığın İsviçre gibi, çoğunluğun Afganistan gibi yaşadığı, insanların gülümsemediği, birbirine selam vermediği, komşusunu tanımadığı, örgütlerin cirit attığı, yuvalandığı, kim kime dum duma, vahşi bir şehir burası... Rant yağmasıyla, oy avcılığıyla servet kazanırken insanlığını kaybeden; ülkenin öbür ucu yanarken, şehit tabutları yağarken, ee-eh bana ne diye, eğlenceye doludizgin devam eden... Gazi Mahallesi’nde, Okmeydanı’nda Ümraniye’de atılan molotofları, sanki başka ülkedeymiş gibi televizyondan seyreden... Yabancılaşmış bir şehir. Buseciğim, milattır... Türkiye’nin en zengin şehrinde, çavuş babasının maaşı yetmediği için dershaneye gidemeyen, ücretsiz Mehmetçik Dershanesi’ne gitmeye çalışırken hayatını kaybeden Buseciğim. Umursamazlığın kaçınılmaz sonucu olarak, çok uzakta zannedilen terör artık buradadır...
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++++

Herşey ‘kulak’la başladı
Emin’in Hürriyet’ten kovulduğu günlerdi... “Ben de geleyim, ikimizi Cumhuriyet’e alın” demiştim. İlhan Selçuk bizimle görüşmek üzere Ankara’ya gelmişti... Önce havadan sudan konuştuk... Bir an durdu... “Geldi” dedi... Fısıldadım: “Kim?..” İlhan Ağabey eğilerek: “Kulak...” Elinde kocaman bir paket vardı, onu bizden yana yere bırakmıştı “kulak”... “Ne yapıyor?..” “Dinlemede...” İlhan Ağabey “profesyonel dinlenen” olduğu için tanımıştı adamını. Bir ara göz göze geldik, dördümüz birden sırıtarak “kulak” a bakıyorduk.... İşte böyle oldu... Eşkıya ile pazarlık yapıp, katilleri davul-zurna ile karşılarken... Asker-sivil İlhan Selçuk gibi yiğit cumhuriyet sevdalılarını kovaladılar... İzlediler, evlerini bastılar... Hapishanelere attılar... Sonunda... Sonunda, tabutlar geçiyor üç gündür önümüzden...
* Bekir Coşkun / Habertürk

+++++

Sen en iyisi melisa kaynat
Fehmi Koru, “İsrail’in, ABD’nin Türkiye’yi rahat ve huzur içinde görmek istememesi anlaşılabilir de, PKK’nın eylemlerini artırmasını anlamak çok zor” diye yazınca endişelendim.
Sonra gözüm hal beyanına takıldı: “Birkaç gündür gördüklerimin gerçek olup olmadığını anlamak için kendimi çimdikleyip duruyorum.”
Söylediğine göre gerçeklerle sanrıları karıştırmaya başlamış... Çimdikle olmaz bu işler. Ben mesela B vitamini alınca toparlıyorum... Ama Koru’da, ek olarak derin bir kaygı bozukluğu da var gibi. PKK, “İstanbul Hükümeti” ile Anadolu’nun kara ulaşımını keserse Beykoz’da mahsur kalırım filan diye korkuyor olabilir!
Bu tip “sıkıntılı” durumlarda psikonöretik bozukluklar normal. Panik yok. Sersemlik gibi yan etkileri olsa da, tıp ilminde uykusuzluk ve anksiyetenin formülü bol: Günde, duruma göre 1-2 doz Alprazolam, Diazepam, Lexotan, Oxapax...
Yüzleşmek zor tabii. Kabullenene kadar zaman kaybetmemek için ben papatya yahut lavanta öneririm. Gevşetir. Fehmi Bey, siyaset, hukuk, ekonomi, uluslararası ilişkiler gibi tıpta da ’yasa’ların yerine ’alternatif’ çözümler koymaya meraklıysa, günde iki fincan melisa kaynatsın kendine; sinirleri güçlendirmede bire bir...

+++++

Borazanlıktan tetikçiliğe
TRT’nin gelirlerinin neredeyse yüzde 70’i halktan kesilen vergilerden oluşuyor. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, AKP iktidarı döneminde atanmış bir bürokrat. Bir demeç vermiş ve “TRT’nin kadrosunda 8 bin 500 kişi var. Ben bu kadroyla 20 TV kanalı yönetirim” demişti.
Tahmin edin ne oldu?
TRT’ye sadece AKP yakını, yandaşı, bildik-tanıdık insanları doldurdular.
TRT yemlik oldu.
Biz gazeteciler “yemlik” deyimini kullanmayız, “borazan oldu” deriz.
Şimdilerde “borazanlıktan tetikçiliğe dönüşme” eğilimlerine de rastlamaktayız.
TRT’nin çıkardığı adı “VİZYON” olan dergide “Kemal Kılıçdaroğlu’nun gülümseyen yüzünün arkasında ne var” diye başlayan yazı, kusursuz bir “tetikçilik” örneği....
* Necati Doğru / Sözcü

+++++

Küstahlık yaptılar
“Kılıçdaroğlu okulda inek olarak bilinirdi. İnek Kılıçdaroğlu...” Bu yazıyı yazan, ya da yazıya ismi konulan çocuğu iyi tanırım. Günün birinde söyleşi yapmak için bana geldi. Tuhaf, anlamsız soruları birbiri ardına sıralamaya başladı: “Sizin de Ergenekon’la bir ilginiz var mı?... Herhangi bir gizli örgüte üye misiniz?.. Ergenekondan bir gün beni de alırlar endişesi taşıyor musunuz?”
Sakıncalı Gazeteci isimli kitabımda bütün ayrıntılarıyla anlattım ve şöyle dedim: “Ya TRT’den birileri, ya da başkaları eline bu soruları tutuşturup bir yoklama yaptırmıştı... Çünkü medyada Ergenekon’la ilgili muhbirlik ve ihbarcılık furyası sürüp gidiyordu. Jurnalleri gazeteciler veriyordu!”
İşte size benim yaşadığım bir TRT dergisi küstahlığı daha. Hiç sıkılmadan bu soruları sordular. Ben de soruyorum: TRT kime hizmet ediyor?
* Emin Çölaşan / Sözcü

+++++

‘Kak’tı kahpe oluyor
On beş gün içinde oldu.. Mesut Barzani, 6 yıl sonra Ankara’ya geldiğinde Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından Kak Mesut diye karşılandı.. Ağabey Mesut.. El üstünde tutuldu.. PKK militanlarının, Kak Mesut’un ülkesinde yaşadığı, Kak Mesut’un sesini çıkarmadığı unutuldu.. On beş gün sonra.. O militanlar Kak Mesut’un ülkesinden çıkıp askerlerimizi vurup yine Kak Mesut’un ülkesine dönünce olan oldu.. Fatura kesmek gerekirdi.. Kesildi...
Nasıl mı? Sınırını tutamayan Mesut Barzani’ye ağır diplomatik baskı uygulanacakmış!.. Yani bir daha Mesut’a Kak denmeyecek.. İşin özü şu: ‘Kak’tı kahpe oluyor.
* Mehmet Tezkan / Milliyet

+++++

MİNİ YORUM
Locadan yazıyorlar
Alçak saldırılardan sonra köşelerini birer edebiyat şaheserine dönüştürmek kaygısıyla ıkınan, sıkınan, zorlama olduğu çok belli olan ağlak yazılara tahammül edemiyorum. Okul müdürü, “terör konulu yazı yarışması”na sokmayacak kompozisyonlarınızı... Bu trajedinin izleyici koltuğu yok. Hepimiz oyuncuyuz. Plazalarınız bile loca değil artık, hepsi bomba üstünde duruyor. Farkında değil misiniz?

Yazarın Diğer Yazıları