Kim azınlıkmış anladınız mı şimdi

Neredeyse bütün gazeteler “Adalet için” çıktı dün! Ama bir dakika... “Adalet için” çıkmış olsaydı eğer, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas’ın Türkiye’yi, Türk Devleti’ni, Türk Milleti’ni, Türk tarihini hedef alan “nefret söylemi”ni de kınamaları gerekirdi değil mi?
Ermenistan ve Yunanistan’ı “devletin zirvesi” seviyesinde temsil edenlerin iftira ve hakaret yoluyla işledikleri “nefret suçu”ndan sonra, en azından bir “suç duyurusu”nda bulunma ihtiyacı duyarlardı kamu vicdanına!
“Adil” olur ve saklamaya çalışmazlardı bu “kin ittifakı”nı!
Ama öyle yapmadılar...
Türklere imayla filan da değil, doğrudan “katil” ve “barbar” diyen Sarkisyan ve Papulyas’ın kin dolu sözlerini görmezden geldiler. Dün Türkiye’de, Atina’da Türkler’e kin kusulduğunu birinci sayfasından duyuran iki gazete vardı sadece: Yeniçağ ve Habertürk!
Yeniçağ’ın “Türk’e karşı Rum-Ermeni ittifakı” manşetiyle verdiği haberi, Habertürk sürmanşetinden “Atina’da küstah buluşma” diye duyurdu okuyucusuna...
Türk’ün küf tutan bir iftiraya dayanılarak “infazı” karşısında hiçbiri kılını kıpırdatmadığına göre, Türk basını dün “adalet için” kalem kaldırmadı aslında!
“Hrant için, adalet için”di satırları...
Okay Gönensin, “Ergenekon davalarında “avukat” diye ortaya çıkanlar, kendi üstlerine sıçrayan kanları iyi düşünsünler” diye yazdı Vatan’da...
M.Ali Birand, “Hrant Dink, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ihmarkarlığı sonucunda öldürülmüştür. Türk milleti böyle bir leke ile yaşatılmamalı ve sorumlular cezalandırılmalıdır” dedi Posta’da...
Hasan Cemal, “Hrant vuruldu ama ölmedi” diye haykırdı Milliyet’ten...
Mehmet Altan, “Hrant’ın cesedi hâlâ Şişli’de vurulduğu yerde yatıyor” diye söylendi Star’da.
Yine Star’da Hidayet Şefkatli Tuksal, “Pek çok kuşaklar, Ermeni tehcirine dair hiçbir bilgiye sahip olmadan yetiştiler. Resmi ideolojinin sınırlılıkları ve yalanları ile zihinleri şekillendi, sınırlandı” diyerek “soykırımcı” imasında bulundu içinde yaşadığı topluma...
Nazlı Ilıcak “Bence, bu cinayetin düğümü çözülürse, Ergenekon meselesinde de, bir hayli yol alınmış olur” diyerek iliştirdi yaftasını tutuklulukları cezaya dönmüş onca sanığın yakasına Sabah’ta!
Cengiz Çandar “Vurulmuş tertemiz sırtından, uzanmış yatıyor hâlâ o kaldırımda” göndermesinde bulundu Radikal’de...
Sırrı Süreyya Önder, Ahmet Altan, Ali Bayramoğlu, Oral Çalışlar... Hepsi bu ülkede Ermeni olmanın zulme uğramak demek olduğunu yazdı dün! Ve aslında Türk olmanın zulme uğramak olduğu tescillendiğinde akşam saatlerinde; ne geri çektiler yazılarını, ne özür dilediler, ne acısını paylaştılar “incinmiş” bir milletin!
Gazetelerin birinci sayfalarında, makale köşelerinde yapılamayan itiraf, bambaşka bir gerekçeyle Hürriyet’in spor sayfasına manşet oldu dün:
“Suçum Türk olmak!”
Kadrosunu yanyana dizdiğimizde, uluslararası 23 Nisan kortejini andıran Beşiktaş’tan ayrılarak K. Erciyesspor’la anlaşan Yusuf isyan ediyordu: “Eğer ben Türk değil de Brezilyalı bir futbolcu olsaydım el üstünde tutulurdum.”
Elinizi vicdanınza koyun da söyleyin; yalan mı? Yusuf değil de Alex olsaydı adı mesela el üstünde tutulmaz mıydı?
Sporda, sinemada, edebiyatta, modada hatta trajik ama siyasette “uyruğunda boncuk bulma” hastalığı yayılmıyor mu büyük bir hızla!

***

“Hepimiz Ermeni’yiz” diyenlerin kapattığı yollarda “Hepimiz Türk’üz” pankartlarıyla adım atmaya kalkın bakalım neler geliyor başınıza!
Bu ülkenin bir tek Ermeni vatandaşına gözünün üstünde kaşın var deseydi biri; bütün manşetler topyekün savaş ilan ederdi dün...
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Cumhurbaşkanı, herhangi bir bakanı çıkıp da kameraların karşısında “Ermeniler katildir” deseydi; “ırkçı-faşist” diye linç edilirdi!
Türk askerinin, Türkiye’nin garantör olduğu Kıbrıs’taki varlığını “işgalci” diye tanımlayanı “komşi” ama Karabağ’daki Ermeni işgaline “işgal” diyeni “vahşi” ilan etmedi mi aynı “Babıali!”
Gel de haykırma şimdi: Uyan ey ehli vatan!
Türk Milletine hakaret yağdırdı Atina’da Rum-Ermeni kin ikilisi! Hani nerede, kimden geldi bir satır tepki!
Bu bile kanıt değil mi; Türk “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” şimdi!
Eeee kimmiş horlanan, ezilen, dışlanan...
Kimmiş “silinmek” istenen bu topraktan...
Kimmiş “tehcir” edilen “eşit vatandaşlık”tan!
Kim azınlıkmış bu ülkede anladınız mı?
Yaaaa.... Tıpkı yüzyıllar öncesinin Anadolusu gibi değil mi? Devşirmeler el üstünde, Türk, zulme uğramamak için adını dahi söyleyemez halde... Saklanmaya, gizlenmeye, kuytulara kaçmaya başladı yine!

***

Herkes “katledilişinin yıldönümünde” Hrant’ı yazdı dün... Ve bugün bir trajedinin yıldönümü; 19 Ocak 1990’ı 20 Ocak 1990’a bağlayan gece, Azerbaycan Türkleri’nin Ermeni işgaline direnişleriyle başlayan “azatlık” mücadelelerinin Bakü’de “kan denizi”nde boğulmak istendiği günün... Bakalım uğradıkları hunhar saldırıda bir saat içinde can veren yüzlerce Türk’ün katledilişinin yıldönümünde birinin bile adını anacak mı içlerinden herhangi biri?

***

Ama bu tarih de tekerrürden ibaretse..
Türk bugün öz yurdunda garip, öz yurdunda parya edilse bile, bulunacaktır elbet haykıracak biri de: “Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”
Ve çıkacaktır elbet haykıracak biri: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

+++

‘Delik ayakkabı’dan geçinen nebbaşlar
“Hrant’ın arkadaşları” nın dünkü yazılarını tarayın... Dinmemiş bir acının izini sürmeyi bekliyorsanız çok şaşıracaksınız.
Okuduğunuz her yeni satırın, aslında yeni bir servet avcısının biyografisi olduğunu göreceksiniz. Para için arkadaşının hatırasını satanlarla tanışacaksınız. Onlar ki “Hrant’ın delik ayakkabısı”nı sermaye yapmışlar kendilerine, arkadaşlarının ölüm yıldönümünde soruşturmanın üzerine düşen “gölge”yi sorgulayacaklarına, “eş”lerinin, “dost” larının yazdığı kitapları pazarlıyorlar; köşeyi dönmeye çalışıyorlar bu yıldönümünde...
Veya kimbilir şaşırmazsınız belki de...
Ne de olsa “nebbaşlığın duayeni” artık her biri! Hatırlasanıza, bir başka “arkadaşları”nın; Deniz Gezmiş’in de tabiri caizse etinden, kemiğinden, kanından nasıl beslenmişlerdi?
Gezmiş’i sokağa salıp “mısır patlatır gibi bomba patlattırırken” kendileri sıcak yuvalarında viskilerini yudumlayanlar, Gezmiş’in gencecik bedeni toprağa karışırken, zerre suçluluk duymadan, gram utanmadan, kitaplarını, belgesellerini pazarlayıp köşe olmadılar mı?
Tişörtlere, kupalara, şapkalara bastıkları resimleriyle, “yerli Che” tadında bir “ticari meta” yaratmadılar mı Deniz’den! Tam bağımsızlık sevdalısı bir gencin hatırasını lekemediler mi kapitalist çıkarları uğruna!
Aynısını Hrant Dink’e yapıyorlar şimdi... Yarın bir başka “maktül” bulacaklar kendilerine; hatta “ideolojisi, dini, dili, ırkı, söylemi”yle “sembol” leştirilebilecek, “ölüsü bile iş yapacak” potansiyeldeki “bir ayağı çukurda” arkadaşlarını kesmeye başlamışlardır belki...
Ellerini ovuşturuyordur ölü soyucular; ölse de üç beş sebeplensek diye!

+++

Herkesin bildiği sır; CIA Havayolları
AKP, 2002’den 2006’ya kadar ABD’nin işkence uçaklarına izin vermiş.
O uçaklarda kimler
vardı?
Müslümanlar... Kim oldukları hala bilinmiyor. Afganistan dağlarında alınan ve işkence uçaklarına bindirilip Kuzey Irak’taki işkencehanelerde sorgulanan, gerekirse İncirlik üzerinden Guantanamo’ya yollanan Müslümanlar.
Irak’taki işkence ve tecavüzleri...
(...)
Afganistan’daki toplu mezarları yalanladılar, doğrulandı. Irak’taki işkence ve tecavüzleri yalanladılar, doğrulandı. Felluce’deki kimyasal saldırıları ve katliamı yalanladılar, doğrulandı. CIA uçaklarını yalanladılar, doğrulandı. Gizli işkence merkezlerini yalanladılar, doğrulandı.
(...)
Peki herkesin bildiği
bu sırlardan daha başka
neler var? Bahse konu dönemde hangi bakanlar, hangi üst düzey bürokratlar, hangi komutanlar, hangi partililer bu uçakları biliyordu?
Bu uçakların iniş kalkışından haberdar olanlar, ’CIA havayolları’ olarak bilinen bu işkence ağının zımni parçası mıdır değil midir? Daha önemlisi bilmek ayrı ya bu izinleri verenler kimlerdir?
Bunlar bir gün ortaya çıkacak. O günü merakla bekliyorum.
(...)
Bu yüzkaraları bir gün tek tek kamuoyu önünde hesap verecek.
Halkımız o gün Nihat Genç’in kitabını yüzlerine fırlatacaktır: ’Amerikan Köpekleri.“
Serdar Akinan / Akşam

+++

Demokrasiye gerçekten inananlar, demokrasiyi konuşanlar değil, savunanlardır!
Mine Kırıkkanat / Cumhuriyet

+++

İnsan içine
çıkamaz halde

Artık Ertuğrul Bey’i sadece içim ezilerek izliyorum.
Sırf Başbakan’a şirin gözükmek uğruna onu korumaya kalkması, yediği azardan sonra Muğla’da Başbakan’ın yanına koşup çırpınması akıllara ziyandı. Hele Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yakışıksız sözlerine muhatap olmayı bile sindirmesi inanılır gibi değil.
Ama sanıyorum Günay, ayıp tutumunun şahikasına Kemal Kılıçdaroğlu’na cevap verirken çıktı.Bir kültür bakanına, ne idüğü belirsiz aşağılık bir CD görüntüsünü hatırlatmak ve şimdi rakibi olduğu eski dostlarını belden aşağı yöntemle vurmaya kalkmak yakışır mı?
(...) Bir dönem, tıpkı kiralanmış kimi maskeliler gibi AKP’li olmayanları etkilemek adına pohpohlanan Günay herhalde siyasetin çöplüğüne atılmak için gün saymaya başlayacaktır. Buna rağmen kalırsa diyeceğim bir şey olmaz.
Ama merakım, Günay’ın bundan sonra insan içine çıkacak cesareti bulup bulamayacağı.
Onu da bulursa, vallahi helal olsun. Benimki büyük yanılgı
demektir.
Can Ataklı / Vatan

+++

Koalisyon hesabı bozar
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, ”Türkiye’nin koşulları, eğer bir koalisyonu gerektiriyorsa, herkesle koalisyon oluruz“ demiş...
Yani; AKP’yle koalisyon olasılığına açık kapı
bırakmış...
Kendisine çok basit bir sorum olacak:
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bulduğu her fırsatta, bugünkü iktidardan hesap sorulacağını söylüyor...
Eğer bu partiyle koalisyona gitmek
zorunda kalırsanız,
o hesabı nasıl sormayı düşünüyorsunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Çetin’in ‘Kağıt’ parçası
Ben söyleseydim liberal faşistler tarafından taşlanırdım, neyse ki tam da aklımdan cümleyi Akif Beki kurmuş: ’Ucube bir film.’
Peki neden ’ucube’ Sinan Çetin’in filmi dersiniz?
Düşünceleri, hayata bakışı ucube de ondan... Kendisi o kadar gerici ki, filmleri de böyle. Hala düşünce yapısını sloganlardan sıyıramamış, ucuz propaganda peşinde.
Yaptığı film de ilk hafta sonunda gişede bu yüzden çuvallıyor.
Çünkü bu ’ucubeyi’ bir tek Taha Akyol beğeniyor.
Oray Eğin / Akşam

+++

Vurgun yediler
en liberal
yerlerinden!..

Yanıt vermek için eylül ayına gitmek gerekir..
12 Eylül akşamına.. Çünkü liberallere ne olduysa o akşam oldu..
Referandum sonuçları şok etti..
Yetmez ama evet diyorlardı.. Anayasa değişikliğinin ileri demokrasiyi getireceğini söylüyorlardı..
Hayır demek vesayetçi rejim istemekle, darbecileri teşvik etmekle eşanlamlıydı..
O gece bir baktılar..
Çevreleri, arkadaşları, dostları hayır demişti.. Yaşadıkları mahalleden, gezindikleri caddeden, gittikleri lokantadan hayır oyu çıkmıştı..
*
Bu durumun bir izahı olmalıydı.. Yapmadılar.. Ben buna birinci vurgun diyorum..
*
İkinci vurguna geçelim..
Referandumdan önce HSYK’nın yapısı değişecek, daha demokratik olacak demişlerdi.. Dedikleri çıkmadı.. Bakanlık bürokratları sözde seçimle HSYK üyesi oldu..
HSYK, bakanlığa bir adım daha yaklaştı.. Aslında uzaklaşması gerekiyordu.. Uzaklaşırken birdenbire yakınlaşıverdi..
Bu duruma da bozuldular.. Pek belli etmemeye çalıştılar ama içlerine kurt düştü..
Yoksa hayır diyen, bu değişiklikten ileri demokrasi çıkmaz diyen dostları, arkadaşları haklı mıydı? Gittikleri lokantadaki ahbapları doğru mu söylüyordu.. Galiba doğruydu!!!..
*
Hepsinin demiyorum, bazı liberallerin son durumu budur..
Haksızsınız dedikleri kişilerin haklı çıkmasıdır..
Mehmet Tezkan / Milliyet

+++

Tamam anladık ‘babasının oğlu’
Erdoğan’ın Ahmet Altan’a ve Taraf’a açtığı tazminat davasına bir Hasan
Cemal bir de baba Çetin Altan dişe dokunur tepki gösterdi medyada!
Cemal’in kendisi gibi düşünmeyen insanların “basın özgürlüğü”ne saygı
konusundaki siciline bakınca yazdıklarının kıymeti harbiyesi yok ama...
Çetin Altan’ın durumu başka... Gençliğine götürmüş oğluna verilen bu ceza onu; kaderlerinin nasıl da kesiştiğini anlatıyor... İyi de yarım sayfa yazı döşenmeye gerek yoktu ki; hem Ahmet hem Mehmet Altan’ın babalarının oğlu olduğunu bilmeyen mi var?

Yazarın Diğer Yazıları