Kesin inançlı...
“....okumuşlarında bile cehalet havası sezilir” şeklinde tanımlıyor Eric Hoffer, kitle hareketlerinin psikolojisini ele aldığı 20. Yüzyılın “kült” kitaplarından biri olan “The True Believer” da...
Kimi?
“Kesin inançlı”yı.
Cemaat-Hükümet kavgasının ikinci raundunda ortaya çıkan profil bana Hoffer’ın meşhur eserini çağrıştırdı.
Şöyle tanımlıyor kesin inançlıyı Hoffer: “Düşman” onun için bir ihtiyaçtır. Çünkü ancak tehlikeli ve acil bir düşmanın varlığı onun kafasındaki ak-kara şablonuna uyar. Bağnazlık ve paranoya birbirini tamamlar.
Yaratılan düşman her şeyin sebebidir. Kurulu düzeni yıkarak “kaos” yaratmak isteyen düşmanlarla çevrili bir memleketin ondan başkasına ihtiyacı yoktur.
Devam ediyor Hoffer: Hitlerin de dediği gibi “Bütün Yahudileri imha edersek onları yeniden yaratmamız gerekecek. Sadece ismen değil, cismen de bir düşmanımızın bulunması esastır.”
Bu durumun daha dramatiği Japon Faşistlerin “Maalesef Japonya’da Yahudi yok!” demesidir.
Yani, düşmansızlık “kesin inançlı” için en büyük tehlikedir.
Bazen, tıpkı Hitler Almanyasında olduğu gibi düşman tamamen “imha” edildiği için kendi içinden düşman çıkartmaya ihtiyaç duyulabilir.
Burada temel mesele düşmanı kimin “icad” edeceğidir. Yani “hamle” üstünlüğüdür...
Düşmanın “karşıt” içinden değil kendi içinden çıkması, eleştiri retoriğini ikizleştirme problemini de beraberinde getirir.
Ortak düşmanı dini retorikle yerle bir etmek kolay, lâkin aynı kaynağa mensup birilerini “tekfir” ederken durum çetrefilli bir hâl alır; iş zorlaşır.
Her şeyin çözümü “dini” kaynaktadır; örnek olaya yaklaştırılmış menkıbeler, hadisler kullanılır. Kim daha iyi bir hikaye bulursa, ayeti kim hakkıyla “tefsir” ederse o kazanacaktır.
Tam da Hoffer’ın dediği gibi: Artık meçhul ve hayret verici hiç bir şey kalmamış demektir. Akla gelebilecek bütün soruların cevabı hazırdır.
Bu yolda “tereddüt” eden, bir an “acaba” diyen kaybedecektir. Peki ya tereddüt etmemek, “acaba” dememek için hiç ara verilmeden yapılan bu koşuda bir şeyleri atlıyorsa?
Tabii ki hayır! “Kesin inançlı” hiçbir şeyi atlamaz: Kesin inançlı kişi şaşırmaz, tereddüt etmez, Onun şaşmaz öğretisi, dünyanın bütün sorunlarının çözüm yolunu bilir...
“Kesin inançlılar” ın en sevdiğim cümlesi, kendi varlıklarını ülkenin varlığına eşitleyenlerin -eşitlemekten başka da çaresi olmayan- durumunu özetler: Bu yüzden, okumuşlarında bile cehalet havası sezilir.
Problem de bu, okumuşlarının bile “Kesin İnançlı” olması...
***
Yıllar çabuk geçiyor, fikirler değişiyor; hasımlar da...
Bugün birbirini yiyenler dün beraberce başkalarını yeme derdindeydiler...
Hem de ne iştahla!..
Bugün “Haşhaşi” dediğini nasıl da hararetle savunuyordu: MHP’nin bir defa Fethullah Hocaefendi’ye saldırısı gerçekten bana göre ihanet derecesindedir... Yani Hocaefendi, işi gücü bırakmış da Bahçeli’yle mi uğraşıyor? Bir defa onun bulunduğu makam böyle bir şeye müsaade etmez. Onun meşgalesi böyle bir şeye müsaade etmez.
“Demokrasinin yıldızı” yken birden bire “Tiran” yapılıveren muhteremle nasıl da paslaşıyordu dün “yüz akı” iken bugün “örgüt” merkezi oluveren gazetenin yazarı: Fethullah Gülen Hocaefendi ile Devlet Bahçeli’yi bir terazide tartmak, hem hakikate karşı affedilmez bir cinayet, hem de Hocaefendi’ye hakaret olur.
Yukarıdaki iki paragrafın sahipleri bugün birbirlerinin boğazına sarılmış durumda.
Dünkü düşmanlarını unutmuşa benziyorlar...
İşin enteresan tarafı ikisi de dünkü düşmana gözlerini çevirmiş “hadi bir el at!” demekte...
Peki dün unutulacak mı?
Tek mağdurun “millet” olduğu bu kavganın taraflarından birine “omuz” verilecek mi?
Hukuku, demokrasiyi, basın özgürlüğünü nezaret kapısında hatırlayanlarla aynı “cenaha” düşülecek mi?
Düşülmemeli...
O görüntüyü vermemek için dikkat edilmeli...