Kepenek altında er yatar!
Ülkemdeki yetenekli insanlarımızı tanıdıkça, geleceğimize olan güvenim daha da artıyor. Bu insanlar, eğitim aldıkları kendi mesleklerinde başarılı oldukları gibi; mesleğiyle hiç ilgisi olmayan konularda da başarılı olabiliyorlar. Böylesi yeteneklerle karşılaşınca inanın çocuklar gibi seviniyorum. Seviniyorum; çünkü ileri zihniyet iklimini yaşayan dünya ile aramızdaki yüzyıllara varan açığın, bu ‘işlek akıllı’ insanlarımızın çoğalmasıyla kapatılacağına inanıyorum. Şimdi size, bu konuda beni çok şaşırtan bir güzel olayı anlatmak istiyorum.
Torunum Yağmur Ozan, 11 yıl önce sağ ayağının 15 santim yukarısı kum saatinin ortası inceliğinde ve ayak içe dönük olarak doğdu. Tip 1 Nörofibromatozis denilen, sebebi dünyaca bilinmeyen bir hastalık! Kimileri ‘Bu hastalıkta tedavi çoğunlukla sonuç vermiyor; ayak kesiliyor’ dediler. Her zaman saygıyla andığım El Cerrahisi Uzmanı Dr. Ömer Erçetin Beyefendi’nin ekibine sevgili Yağmur’u emanet ettik... O küçük yavru dört yıl boyunca sürekli ameliyat oldu. Kalçadan, oradan buradan alınan kemik nakilleri bir türlü tutmadı; ama yılmadılar. Ayağı kesmediler. En son bir damarlı kemik daha naklettiler. Ameliyatın olduğu gün, kemiğin tutup tutmadığının sabaha kadar kontrolü gerekliymiş. Bu kontrolü ekibin en yetkin üyelerinden Uzman Dr. Metin Akıncı yaptı. Ve sürekli kontrole geldi. Onun bu titizliği dikkatimi çekmişti.
Bu son ameliyat sonuç verdi ve küçük Yağmur’un ayağı kesilmedi. Yağmur yürüdü! Ancak sekiz yaşına gelince ayak içe doğru basmaya başladı. Küçük bir ameliyat gerekiyordu. Doç. Dr. Metin Akıncı Numune Hastane’sine geçmişti. Koştuk yanına. Bizi ilgiyle karşıladı. Hemen ameliyata aldı. Harika ekibiyle, bir metali ayak içine yerleştirdiği gibi; Rus buluşu olan İlizarov yöntemiyle de ayağın yönünü değiştirdi. Yağmurumuz iki yıldır daha düzgün basıyor.
Şimdi gelelim şaşkınlığıma...
Sevgili doktorumuz Doç. Dr. Metin Akıncı’yı biz çok yetenekli bir El Cerrahisi Uzmanı olarak biliyoruz. Hekim olarak harika, insan olarak harika... Biz bu değerimizi sadece bu yönüyle tanıyorduk. Ayrıca onun bir saniye bile boş durmadan çalışmasına da doğrusu üzülüyorduk. Sadece biz değil, tüm hasta yakınları bu çalışkan doktorumuzun aşırı yorgunluktan hastalanmasından korkuyordu. Nitekim geçen hafta torunumu kontrole götürünce, “Metin Bey, eve gidince dinlenmeyi ihmal etmeyin; ruhsal yapınızı koruyunuz” dememle beraber, verdiği yanıtla şaşkına döndüm. Şöyle dedi:“Kitap okuyor, Yoga yapıyor, Ney üflüyorum. Klasik gitar çalışıyorum. Ayrıca hastanemizin Türk Sanat Müziği Korosu’nda ve yine ODTÜ’de, Şefimiz Tahir Aydoğdu’nun korosundayım. Ama en büyük amacım çaldığım ‘Ağız Mızıkası’nı Türk Sanat müziğinde kullanarak bu müziği daha da canlandırmak!” (İliştiri: Ağız mızıkasını ülkemizde ilk kez Bal Arısı Ahmet kullanmıştı.)
Sevgili okurlarım ben bu sözleri duyunca bir an, kendimi hastanede değil de Müzik Konservatuarı’nda sandım. Doktorumuz sözlerini sürdürdü: “Ney ile Barok müzik çalmayı çok isterim. Mesela bir Bach veya Vivaldi niçin çalınmasın?”
Kendisini aşmış bir güzel insanla konuşma fırsatı bulmuşken şunu sordum: “Hastanelerdeki sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti nasıl önleriz?” Verdiği yanıt şu oldu: “Hipokrat Yemini demiyorum; biz doktorlar, yöneticiler Hipokrat Kuralları’na tam uyarsak, sanırım o şiddet yok olur. Bu konuda bir kitap hazırlıyorum.”
Buyurun bakalım! Böyle bir aydına nasıl saygı duymazsınız?
Ne demiş atalar: Kepenek altında er yatar!