Kemal Çapraz anıldı

Türk Dünyası üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan gazeteci Kemal Çapraz vefatının dördüncü yılında İstanbul’da, Burhan Felek Konferans Salonu’nda anıldı. Çapraz’a vefalarını göstermek üzere toplananlar arasında TBMM Başkan Vekili Meral Akşener, 21. Dönem İst. Milletvekili Ahmet Çakar, Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı Azmi Karamahmutoğlu, MHP ilçe Başkanları ile merhumun çalışma arkadaşları ve oğlu Çağrı vardı.
2023 Platformu’nun düzenlediği ve Avukat Uğur Tarhan’ın yönettiği panelde Kırım Türkleri Dernek Başkanı Celal İçten ve Kamu-Sen İstanbul İl Başkanı Hanefi Bostan ile birlikte ben de dilim döndüğünce Çapraz ve onun gibi “Türk Milliyetçiliği” iddiasına sahip gazetecilerden, yazarlardan “arındırılan” medyanın nasıl bir dönüşümden geçtiğini anlatmaya çalıştım. Konuştukça, andıkça ortaya çıktı ki tasfiye edilenler sadece kendilerini “Türk Milliyetçisi” olarak tanımlayanlar değildi; kimi “Atatürkçü” olarak konumlanmıştı, kimi “laik” , kimi “devrimci” , kimi “solcu” ama hepsinin belirgin özelliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin “dönüştürüleceği” ni öngörmeleri ve hitap ettikleri kitlelerde buna karşı bir “direnç” oluşturma gayretleriydi.
Çapraz, Türk Dünyası servisi kaldırıldığı ve yazacak alan bulamadığı için Türkiye gazetesindeki işinden olduğunda sene 2001’di. 11 yıl sonra Uğur Dündar Star’a veda ederken aynı şeyi söyleyecekti:
“Bana yer kalmadı.”
Tesadüf mü?
2001 yılında milliyetçi gazeteciler ile birlikte 57. hükümetin “milliyetçi” ortağının da, daha sonra Karen Fogg’un e-postalarında ortaya çıktığı gibi “tasfiye edilmek üzere” hedef seçilmiş olması; bu tesadüf mü?

+++

“İğrenç sahtekarlık kampanyası”
Sosyal medyada kaynağı TRT olarak gösterilen görüntüler infial yarattı. Buna göre, Afyonkarahisar’da şehit olan askerlerin cenazelerinin ambulanslarla GATA’dan çıkarılışı sırasında TRT Haber kanalında, “Şehitlerimiz memleketlerine uğurlanıyor: Şehit cenazeleri yeni açılan kavşak ve duble yollar sayesinde artık daha kısa sürede memleketlerine ulaştırılıyor” anonsu yapılıyordu. Görüntüler kısa sürede milyonlarca insana ulaşınca, TRT sert bir açıklama/yalanlama yayınladı: “Sosyal Medya’da en hassas konumuz olan şehitlerimiz vesile edilerek TRT Haber’e yönelik iğrenç bir sahtekarlık kampanyası yürütülmektedir. Şehitlerimizin ruhlarıni incitecek bu alçak kampanyayı başlatan ve ona alet olan maşalarla yargı önünde hesaplaşmak boynumuzun borcudur. ”
TRT sadece ucu kuruma dokunan “dezenformasyon”ları “iğrenç sahtekarlık kampanyası” sayıyor olabilir mi? Suriye kaynaklı olduğu iddia edilen ve toplumların ruhunu incitmekle kalmayıp devletlerin menfaatlerini de tehdit eden “savaş sebebi” olabilecek “haber” görünümlü kara propagandaları bu hız ve sertlikte kınadığına hiç şahit olamadık da...
Selcan Taşçı

BASINDAN SEÇMELER


Yine şehit var çünkü orada petrol var
Son eleştiriler uyarı yerine geçti. Gazetelerde; “Türk Ordusu’nun bölge hakimiyetini PKK’nın gücüne terk etmemek için terörü bölgeden süpürüp atma harekatını başlattığı ve başarıyla yürüttüğü” bilgisi yer alıyor.
Şehit haberleri de geliyor.
Bingöl’de 8 polis şehit oldu.
Vatan savaşına dönüştü.
Bölmek isteyenler (PKK) bir yanda ve bölünmek istemeyenler (Türk Ordusu) öbür yanda savaşıyor. PKK militanlarına yolda tesadüfen rast gelmiş gibi yapıp sarılanların sözcüsü geçenlerde; “Sahipsiz değiliz... Bölgeyi kan gölüne çeviririz...” diye özetleyeceğim tehditler savurdu.
Sahip kim acaba?
Sahip, Irak’ı böldü.
Sahip, Barzani’yi lider yaptı.
Sahip, Libya’yı böldü.
Sahip, Suriye’yi bölmek
üzere.
Sahip, Ortadoğu Planı yaptı.
Planda Türkiye’yi de bölmek var.
***
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’sundaki “10 şehrinde özerk bir bölge, bağımsız bir meclis kurmayı ve bölgenin doğal kaynaklarının yönetiminin kendilerine devredilmesini çözüm şartı olarak isteyenlerin” bağımsızlık savaşı ordusu olarak gördükleri ve militanlarına sarıldıkları PKK’nın eline de işte bu sahip, silah veriyor.
Patlayıcı tutuşturuyor.
Dün Bingöl’de can aldılar.
PKK’yı sahip koruyor.
Kuzey Irak Özerk Bölgesi’ni sahip kurduruyor...
Musul ve Kerkük petrol yataklarını da içinde barındıran Kuzey Irak Özerk Bölgesi’ndeki doğal kaynakların denetiminde Irak’ın merkezi yönetimin devreden çıkartılmasına da sahip göz yumuyor...
Irak bölündükten ve Kuzey Irak Bölgesi’ndeki petrol yatakları Bağdat Merkezi Yönetimi’nin büyük tepkisine rağmen içinde Türk Karamehmet’lere, Türk Akmehmet’lere, Tarikattan Türk Ahmet’lere de bu petrolü çıkartmak, işlemek ve satmak için lisans anlaşmaları yapmasına da bu sahip koruyuculuk, kollayıcılık yapıyor....
Laf uzadı.
Özetleyeyim.
Sahip, Barzani’ye petrol bölgesi veriyor. Türk işadamlarına bu petrol bölgesinden yemlenme lisans izini sunuyor. Sahip hem Kandil’i koruyor hem Türk Ordusu’na da silah satıyor. Kuzey Irak’daki petrol yataklarının; büyük petrol şirketlerinin ve finans kurumlarının kontrolünde tutulmasını da işte aynı sahip yapıyor...
***
Yakın geçmişi unutmayalım.
2003 yılında Saddam’ı devirme askeri işgaliyle Irak ikiye bölündüğü sırada Türkiye’deki gücü sıfırlanmış olan PKK’nın Kuzey Irak’da Kandil’deki varlığı da sahip tarafından korunmaya alındı.
2003’den bugüne 8 yıl geçti.
2012’nin Ağustos ayındaydı.
Bir haber açıklandı.
Haber hem müjde veriyordu.
Hem karamsarlık sunuyordu.
Türkiye Enerji Bakanı Taner Yıldız, “Hakkari de petrol kaynakları bulduk ama PKK terörü yüzünden sondaj gecikiyor” diye özetleyeceğim açıklamayı yaptı.
Necati Doğru / Sözcü

+++

İktidar Suriye’de
Bush sendromu yaşıyor

1992 yılının ağustos ayında Beyaz Saray’ın ikametgâh olarak kullanılan bölümünde Irak krizini konuşuyorlarmış... “Savaşalım, alalım, demokrasi götürelim” tezine yanaşır görünüyormuş
George W. Bush... Tez sahipleri “Hemen devrilir Saddam, biz de 90 gün içinde demokratik kurumları oluşturur, Irak’tan ayrılırız” diyorlarmış...
(...)
Dışişleri bakanı Powell, uyarıyı hatırlattıktan sonra, “Irak’a müdahale edersek sorumluluk bize geçer, kolumuzu kurtaramayız” anlamına gelen görüşünü aktarmış Bush’a...
Öyledir; başka bir ülkenin içişlerine karışmaya başlarsanız üzerinize kalabilir. Irak macerası ABD’ye kimbilir kaç trilyon dolara mal oldu. Beşbinden fazla Amerikalı hayatını Irak’ta kaybetti. Ülkenin kaybolan itibarını hiç hesaba katmıyorum. Son Amerikan askeri Irak’tan ayrıldıktan sonra Bağdat’ta oluşan hükümet Washington’un hoşuna gidiyor mu? Sanmıyorum.
(...)
Powell’ın anlattıklarına kulak verirken aklıma ister istemez şu düşünce üşüştü: “Acaba aynı durum bizim başımıza Suriye’de gelmiş olabilir mi?” Çok yakınlaşınca sahiplenmiş olduk ülkeyi, vazo kırılınca da sorumluluk üzerimizde kaldı... Ne dersiniz, olabilir mi?
Taha Kıvanç / Star

+++

Odatv davasında hukuk normu
İncelenen bilgisayarlar,
gazetecilere değil, üç bakana ait olsaydı
inceleme yine 7 ayda mı biterdi?

...Oda tv davasında (...) Mahkeme başkanının ‘Yarım yamalak rapor yazmışlar’ çıkışından sonra, savcının talebinin kabulüyle TÜBİTAK’tan ‘ek rapor’ isteyerek 20 gün süre tanıması üzerine birkaç görüşme yaptım. Notları paylaşıyorum:
* Ocak 2012’de
TÜBİTAK’tan rapor isterken süre kaydı koymayan mahkeme, bu kez süre sınırı koyarak işi sıkı tuttu. Bunda ’Üç bilgisiyarın analizi yedi ay sürer mi?’ eleştirilerinin payı var. TÜBİTAK’ın ilgili bakanı Nihat Ergün’ün TBMM’de sorulara cevap vermek zorunda kalması, bir faktör olabilir.
* Bilirkişilere tanınan 20 gün, ‘iş günü’. Cumartesi pazarlar süreye dahil değil. Süre, adli tebligat ilgilisine ulaşınca başlıyor. Bugün yola çıkması beklenen tebligat, iyi ihtimalle hafta sonuna doğru ulaşsa, hafta sonlarını çıkararak işlettiğiniz 20 gün, ekim ayının ortasını geçiyor. Peki niye 16 Kasım, daha erken değil? Mahkeme bu kadar ileri bir tarihe atarken, bizde vakayi adiyeden sayılan tebligat gecikmesini, ya da ‘ek raporun’ yine gecikme ihtimalini mi dikkate alıyor? Cevapsız.
* Raporun TÜBİTAK raporu olarak anılması, ‘kavram kargaşası’ diye niteleniyor. Bu durumun, bilirkişilerin TÜBİTAK’ta çalışmasından kaynaklandığı, raporun kurumu bağlamadığı belirtiliyor. Gerekçe olarak da raporlarda bürokratik hiyerarşiyi içeren bir onay mekanizması olmaması gösteriliyor.
* Bugün ise o bilirkişiler, TÜBİTAK bünyesinde yeni kurulan Siber Güvenlik Enstitüsü’nde görevli. Devlet kurumlarının siber güvenlik tatbikatında yer alan, savaş uçaklarının yazılımları üzerinde çalışan yetkinlikte uzmanlardan söz ediyoruz.
* Bana ikna edici gelmediğini baştan belirterek ilk raporun bu kadar zaman alması şöyle izah ediliyor: Talep edilen analiz, sanılandan çok daha karmaşıktı, 70’e yakın sorunun cevabı istenmişti. ‘Bilinçli bir geciktirme ya da savsaklama’ kesinlikle yokmuş. Örneğin, Danıştay saldırısındaki kamera görüntüleri konusunda teknik destek veren OYAK’la ilgili analiz daha kısa sürmüş, çünkü orada görüntünün silinip silinmemesi analiz edilmiş. Bu, zararlı yazılım analizine göre kısa sürermiş.
Ama insanların özgürlüğünden söz ediyoruz. Terör örgütü üyeliği gibi ağır bir suçlamanın dijital verilere dayandığı yargılamada; kanıt süreçleri, zaman ve yorum açısından yeni mantığa uygun olmak zorunda. Yedi ayın 210 gün daha tutuklu kalmak anlamına geldiğini onu çekenlerin ve yakınlarının dışında da anlaşılması ve sorumluluk doğurması gerekiyor. Ve şu soru meşru elbet: İncelenen bilgisayarlar, gazetecilere değil, üç bakana ait olsaydı inceleme yine 7 ayda mı biterdi?
Çiğdem Toker / Akşam

+++

Biz kime çakalım
Mahkeme Başkanı Mehmet Ekinci ilginç bir çıkış yaptı; iyi kanun çıkarmadıkları için Meclis’e, net ve anlaşılır rapor hazırlamadıkları için de TÜBİTAK’a çaktı. (...) Mahkeme Başkanı Ekinci’nin son duruşmadaki “çakma” larından hareketle, çıkan sonuç şu değil mi?
Meclis iyi kanun çıkarmıyor, biz yatıyoruz...
TÜBİTAK anlaşılır bir rapor yazmıyor, biz yatıyoruz...
Doğan Yurdakul 11 ay, Nedim Şener, Ahmet Şık, Coşkun Musluk, Sait Çakır 12 ay, Ben 15.5 ay, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan 20 ay, Soner Yalçın, Hanefi Avcı, Yalçın Küçük kimbilir kaç ay...
Birileri görevini yapmadığı için yattık, yatıyoruz. Peki biz kime çakalım?
Müyesser Yıldız

+++

Kısa... Kısa... Kısa...
Odatv davasında Barış’ların tahliyesi, aslında bütün davaların üzerinde kurulu olduğu zemini çökertmiştir...
Mahkemelerin giderek hakikatlar karşısında dayanacak güçleri kalmamaktadır! Bu davalarda verilecek cezalar, aslında yargıçların kendilerine verdikleri cezaya kısa sürede dönüşebilecektir.
Zindanların kapısı açılmalı, bütün bu haksızlıklara son verilmelidir... Hukuk, adalet, yargı, insanlar, toplum.. neredesiniz?
Orhan Bursalı / Cumhuriyet

Libya’dan sonra Mısır, Yemen, Sudan ve Lübnan’a sıçrayan bütün bu kanlı olayların Amerikan seçimlerinden 7 hafta önce olması tesadüf mü acaba? Bu planlı eylem olmasaydı Obama, “El Kaide liderini bertaraf eden Amerikan Başkanı” sıfatıyla seçimlere girecekti. Şimdi dünyanın dört bir yanında büyükelçiliklerine saldırı düzenlenen ve devlet görevlilerini teröre feda etmek zorunda kalan adam sıfatıyla seçime giriyor.
Ekrem Dumanlı / Zaman

Yazarın Diğer Yazıları