Kaygıların haklılığı!
Siyaseti normalleştirecek olan siyasi aktörlerdir. Siyasi aktörler siyasi rollerini oynarken büyük açıklar verdiğinde bu açıkları siyaset dışı güçler tarafından doldurulması yasadır. Türk siyasi hayatı rol çatışması içinde bocalayan siyasetçilerin verdiği açıklar yüzünden kronik siyasi sorunlarla yüz yüze gelmektedir.
Türkiye’de siyasetçiler kendi yetersizlik ve açıklarının ürettiği sorunları görmezlikten gelerek sorunları neredeyse geleneksel hale gelen darbelere bağladıkları görülmektedir. Türk Ordusunun darbe iştahlı bir ordu olmadığı yapılan darbelerin hemen ardından yönetimin siyasi otoriteye teslim edilmesiyle kanıtlanmıştır. Çok açıktır ki Orduyu darbe yapmaya teşvik eden hatta zorlayan şartları siyaset ve siyasetçiler üretmektedir. Demokrasinin ürettiği sorunların daha fazla demokrasi ile aşılması esastır. Ancak Türkiye’deki siyasiler demokrasinin ürettiği sorunları demoanarşi yaratarak aşmaya kalkmışlardır. Bu durum askeri müdahaleleri tetiklemiştir.
Son zamanlarda siyasetin normalleşmesinden sıkça bahsedilmesi bu yüzden nedensiz değildir. AKP’nin Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesiyle kilitlenen siyaseti yapılan seçimler yeniden işler hale getirmiştir. Seçim sonucunda AKP %47’lik oy gibi ezici bir çoğunlukla tekrar iş başına gelmiştir. AKP milyonlarla ifade edilen sayıda insanın katıldığı iktidar karşıtı “Cumhuriyet” mitinglerine ve muhtıralara aldırmadan Abdullah Gül’ü yeniden aday olarak göstermiş ve sonuçta da Cumhurbaşkanı seçtirmiştir.
Abdullah Gül’ün adaylığına başta asker olmak üzere bütün muhalif siyasi partiler çeşitli gerekçelerle karşı çıkmıştır. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına yalnızca “türban” ya da kılık/kıyafet yüzünden karşı çıkıldığını sanmak gelişmeleri yanlış okumak anlamına gelir. Kim ne derse desin Türkiye’de çok ciddi bir kitlenin “Cumhuriyet”, “Atatürk”, “milli devlet”, “resmi dil”, “laiklik”, “Kıbrıs”, “Türk Kimliği”, “terörle mücadele”, “Ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü” konusunda AKP iktidarına karşı büyük endişeler duymaktadır. Aslında “Ne mutlu Türk’üm Diyene” gibi kapsayıcı bir ilkeyi dahi anlamayan ve kasıtlı olarak bu sözü “etnik” bir boyuta indirgeyerek eleştiren zihniyete karşı kuşku duymak son derece anlaşılırdır. Anayasa’da sivilliğin yolunun Atatürk ve onun ilke inkılâplarına vurgu yapan hususları çıkarmaktan geçtiğini savunan bir anlayışın endişe kaynağı olmasından daha doğal bir şey olabilir mi? “Türk” kimliği yerine “Türkiyelilik” gibi bir saçmalığı öneren bir anlayış tedirgin edici değil midir? Kaldı ki kaygıları haklı kılacak gelişmeler giderek hız kazanmaktadır. Son zamanlarda gelişen olaylar bu durumu daha da nazikleştirmiştir. Bu anlamda 31 Ağustos tarihli “Posta Gazetesi”nin haberi ciddi bir tehlikeyi haber verir gibidir. Gazete “Affet Atam” başlığıyla çıkmıştır. Gazetenin verdiği haberin alt başlıklarında şunlar yazılıdır: “Ulu önder Atatürk’ün yurdu düşmanlardan kurtardığı gün olarak kutlanan 30 Ağustos Zafer Bayramı törenleri bazı illerde sönük geçti. Atatürk’ün 1919’da Anadolu’ya ayak bastığı yer olan Samsun’da ve yayınladığı tamimle Kurtuluş Savaşı’nı resmen başlattığı Amasya’da bile halk ne yazık ki törenlere ilgi göstermedi”. Haberin içeriğinde Samsun Sahil Yolunda yapılan kutlamalara 150 civarında vatandaşın katıldığı, protokol tribününün de boş kaldığı, törene milletvekillerinin katılmadığı yazıyor. Amasya Yavuz Selim Meydanı’ndaki törene de 20-30 civarında vatandaşın katıldığı ve protokol tribünün en ön sırasındaki çok sayıda sandalyenin de boş olduğu bilgisi verilmiş. Zonguldak’taki törenleri de topu topu 100 vatandaşın izlediği, Kurtuluş Savaşı sonrasında ’Kahraman’ unvanını alan Maraş’ta ve Trabzon’da da kutlamaların önceki yıllara göre çok sönük geçtiği haberi verilmiş. Denizli’deki 30 Ağustos törenlerinde ise AKP İl Başkanlığı’nın çelengi, tören bittikten yarım saat sonra Atatürk Anıtı’na getirilip konulduğunu gazete yazarak bu durumu “ciddiyetsizlik” olarak nitelemiş.
Önümüzdeki günlerde iktidara karşı tedirginlik ve kuşku duyulmasını bu ilgisiz, umursamaz, önemsemez ve ciddiyetsiz tutumlar giderek artıracaktır. Milli devlet, Türk kimliği, Atatürk, 30 Ağustos, “Ne mutlu Türküm Diyene” tartışmalarını açanlar gerçekte milleti yönetmeye değil bölmeye çalışanlardır. Demokrasiyi bu bağlamda bir ayrıştırma zemini olarak kullananlar Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapanlardır. Türkiye, bütün kurum ve kuruluşlarıyla devlet geleneğine, kuruluş ilkelerine ve kurucu iradeye saygı temelindeki anlayışı içselleştirmelidir. Devletin temel ilkeleri üzerinden gerilim üreterek bunu siyasi rant aracı olarak kullananların, eninde sonunda kendi ürettiği canavarın kurbanı olacağından kimsenin şüphesi olmasın!