Kasetin arkasında Amerika var
Yozgat yolundaki kahvaltı molasında “kaset olayına dair ciddi bilgiler edindiklerini” söyleyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, günün sonunda yaptığımız sohbette de aynı konuyla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundukları bilgisini verdi.
Bahçeli, “izah edilemez, savunulamaz, geçiştirilemez, görmezden gelinemez” dediği “görüntüler”le ilgili olarak işin parti boyutunda “gereğini” yapmıştı. “Bakalım savcılık nasıl harekete geçecek” diyor şimdi. Sözlerine bakılırsa, bu işin peşini bırakmamak konusunda kararlı:
“CHP ve MHP nezdinde bir kaset siyaseti başladı. Bununla ilgili olarak ilk yayınlayan sitelerin durumunu inceletiyoruz. Bunların Amerika’ya dayandığı netleşti. Üzerinde çalışıyoruz. Bunlar kimdir? Ne kadar gerçek kişilerdir? Bunlar da netleştiğinde kamuoyuyla paylaşacağım. İleri demokrasi diyorsun, yeni Anayasa diyorsun, insan hakları diyorsun ama özel hayatın korunması noktasında kişinin evine kamera konulmasını görmezden geliyorsun.”
“Özellikle son üç yıldır MHP ile çok fazla uğraşıyorlar” diyen Bahçeli, MHP aleyhine faaliyet gösteren 126 internet sitesi saptadıklarını ve bunların kaynağının da ABD olduğunu vurguluyor.
İstifa eden aday neden listede
Bahçeli, YSK’nın, milletvekili adaylığından istifa eden Recai Yıldırım ve Metin Çobanoğlu’nun isimlerini aday listesinden çıkarmamasına da tepkili. Bunun seçmenin kafasını karıştırmaya dönük maksatlı bir tutum olduğu yönünde derin şüpheleri var:
“Aday listesi kesinleşmediği için istifa eden adayların isimleri listelere yazılmayacaktı. Bu konuda YSK ile görüştük. Onlar da toplandılar. Sonradan öğrendik ki, Danıştay’dan gelen bir üye itiraz etmiş. Bu kişiler MHP’nin adayı değil. Ama konuya hakim olmayan vatandaşlar diyecekler ki, ‘Genel başkan istifalarını istedi, istifa ettikleri açıklandı ama isimleri listede, acaba farklı bir durum mu var?” Bu yolla teşkilatlarımızın kafasını karıştıracaklar...
Anayasa değişikliği daha çılgın
Erdoğan’ın “Çılgın Proje”sini gündemi değiştirme amaçlı bir girişimden ibaret sayıyor Bahçeli. “Bir kere adı yanlış” diyor; “Sözlüğe bakınca deliye, meczupa da çılgın demek mümkün. Bence AKP’nin asıl çılgın projesi Anayasa değişikliği!”
Twitter’da gençlerle baş başa
Özellikle Yozgat’ta gençlerin MHP’ye olan ilgisi konusunda mutabık gazeteciler. “Her yerde öyle” diyor Bahçeli;
“Sosyal paylaşım ağlarında gruplar oluşturmuşlar, sabaha kadar siyasetçilerden fazla siyaset yapıyorlar. Ben de onlara uydum. Twitter’a birkaç gün girmeyip, gecenin bir vakti bir şey yazdığımda dahi anında tepki veriyorlar. Bu neslin bilgisini, birikimini, internet kullanım kabiliyetini iyi istikamette şekillendirirseniz Türkiye’nin beş sene sonrasını kimse tasavvur edemez. Bizi de en çok “bedelli askerlik” konusunda sıkıştırıyorlar.”
Kehanetin(!) bedelini ödeteceğiz
12 Haziran’da hedeflediği oy oranına ulaştığı takdirde, tarihinde ilk defa iki kere üst üste TBMM’ye girmiş olacak MHP.
Anketlerin sistematik bir şekilde bunun tersi yönde bir algı mühendisliği yürütmesini, hemen her konuda olduğu gibi kamuoyu araştırmacılığında da uygulamanın yasal zemin oluşturulmaksızın yapılmasına bağlıyor Bahçeli. Ona göre olay tamamen bu işi yapanların ahlaki sorumluluğu altında:
“Kamuoyu araştırmasını kim, nasıl, hangi şartlarda yapabilir? Denekler kim? Hangi alanlardan, nasıl seçiliyorlar? Kaç bin denek yeterli? Hangi yöntem geçerli olmalı? Bunları derleyen, toplayan bir düzenleme olması lazım. Biraz istatistik bilgisi olan, siyasetteki bazı kavramlara sahip olan üç kişi bir araya geliyor kamuoyu araştırma şirketi kuruyor.”
Nabza göre anket mümkün
Bahçeli’ye göre anketlerin güvenilirliği yok fakat etkinliği sürüyor. Üstelik “aynı yöntem” e başvurmak dışında bir karşı tedbir geliştirmek de mümkün değil:
“Sizde bir araştırma şirketi ile anlaşırsınız. Dersiniz ki “Bana iki rapor hazırla, birinde ben gerçeği göreyim, diğerinde kamuoyuna iyi gözükeyim... Şimdi AKP için yapılan bu. Yüzde 48.7 diye bir de sonuna küsurat koyuyorlar ki inandırıcı olsun. MHP’yi barajda gösteriyor. Halbuki elimizde gerçekçi bir veri var; 2009’da yapılan İl Genel Meclisi seçimi. MHP orada 14.3 görünüyor. Bir parti olağanüstü bir hamle yaparsa oyu birden bire artar, olağanüstü bir hata yaparsa da geriler. Sonra bu kadar yoksulluk, işsizlik, feryat, figan varken AKP nasıl yüzde 48 oy alabilir? Gerçekçi değil.”
Tarhan Erdem’e soracağız...
Meseleye bir “komplo teorisyeni” gibi bakmadığının altını çizdikten sonra medya ile iktidar arasında illiyet bağı kurmaya yarayacak bazı “ilginç tesadüf” leri hatırlatıyor:
“1995 seçimlerine bir hafta kala, büyük tirajlı gazetelerden birinde manşet şuydu: MHP yüzde 8!
Seçim sonucu: MHP yüzde 8!
Şimdi deniyor ki filan kişinin yaptığı araştırmalarda tutarlılık var. Acaba bu böyle midir? Yoksa oyların kullanımı, değerlendirilmesi, partilere dağıtılması ile alakalı önemli bir mekanizma çalışıyor da, bu anketler de o mekanizmanın üreteceği sonuca halkı hazırlama işlevi mi görüyor? Sonuçlar halk nezdinde tepkiyle karşılanmasın diye, bu yolla yapılan bir ön hazırlık mı var? Gelmiş geçmiş olay diyemeyiz. Bunların hepsinin sorgulanması gerekir. O dönemde o “yüzde 8” manşeti kimler tarafından, nasıl atıldı? Yüzde 7 de çıkabilirdi, 9 da, 15 de... Sonuç nasıl böyle çıktı? Bu soruları Tarhan Erdem’e soracağız mesela. “Bu kehaneti nasıl yaptın, bunu bir anlat” diyeceğiz!”
Kararsız, iktidara oy vermez
Anketlerdeki “kararsızların dağılımı” meselesinde de bir “mantık hatası” var Bahçeli’ye göre:
“Adil Gür’e partimize yaptığı nezaket ziyaretinde “Kararsızlardan iktidara da pay düşüyor mu?” diye sordum. “Tabii efendim” dedi. Mantık hatası var. İktidardan memnun olmayan insan “Acaba şimdi hangi partiye oy versem” diye kararsızlık süreci yaşar.”
MHP lideri, partisinin sık sık muhatap olduğu “faşist” suçlamasına cevaben, meydanlardaki konuşmalarını örnek gösteriyor: “Biz vatandaşa “Hayatından memnunsan, birlikte yürüyelim şarkısını söylemeye devam et. Ama memnun değilsen de, darbelere, ara rejimlerle çığırtkanlığa gerek yok; oyunla yeni bir iktidar doğur” diyoruz. Bu geniş tercih alanı siyasi kültürü de geliştirir. Bundan daha özgür bir yaklaşım olabilir mi?”
Hemen her konuşmasında önce AKP’ye oy vermiş seçmenin vicdanına hitap ediyor Bahçeli. “Kesin eminim bunun karşılık bulacağına” diyor; “AKP’lilerin gerek kendi aydın çevresinde, gerek diğer kesimlerden oy vermiş seçmen kitlesi içinde bir tartışma var. “Olmuyor” diyen, bir takım uygulamalardan memnun olmayanlar var.”
Ulema çok var ben ümera olabilsem yeter
Siyaset iyi güzel de bir de “bir ben var benden içeri” deyip kendini anlatmasını bekliyor gazeteciler Bahçeli’den...
Bahçeli kendinden bahsederken hayli mahçuplaşsa da bu “tanıma” aşkına direnemeyip, bir bir cevaplıyor muhatap olduğu özel soruları da...
İlk soru “sigara”dan:
- Ameliyat olduğum 2004 yılından beri içmiyorum...
- Ameliyattan sonra, son bir sigara da mı?
- Hayır içmedim. Bazen bir kahve içerken aklıma geliyor ama içmiyorum...
- Kılıçdaroğlu avokado, bal, süt karışımı özel bir içecekten faydalanıyormuş.
- Sizin böyle bir beslenme programınız var mı?
- Sabah kahvaltıda klasik düzende, bir kibrit kutusu büyüklüğünde peynir, üç zeytin yiyorum. Ondan sonra hep beraberiz işte, saati yeri belli değil, bulduğum yerde, ne bulunursa ondan yiyorum.
- Vitamin?
- Kullanmıyorum. Ben işi Allah’a bıraktım!
Ve en merak edilen mevzulardan biri “cep telefonu diyeti!” devam ediyor mu?
Ediyormuş.
“Cep telefonum var ama kullanmıyorum. Numarasını bile bilmiyorum. Özel kalemde... Bir tek evde, çok önemli bir şey olursa, gerekirse diye şarjına takıyorum, öyle duruyor. Zaten geç saate kadar partideyim. Sonra da ille ulaşmak gerekirse, özel kalem aracılığıyla irtibat kuruluyor...”
Hz. Ömer adaletine sahip değilim
Bir çok konuda “şehir efsanesi”ne dönen davranışları var. Bu “kimselere benzemiyorsunuz” durumunu yüzüne söyleyince utanıyor. “Biz de insanız hatalarımız var ama asgari düzeyde tutmaya çalışıyoruz. Yoksa Hz. Ömer adaletine sahip değiliz” diyor. Bu konuya yaklaşımı manidar:
“Türkiye’de ümera olmak isteyen yok herkes ulema olmak istiyor... Bu yaştan sonra bizim ulema olmamız çok zor ama ümera olmak; dine saygılı devlet adamı olmak mümkün...”
Devlet işi ayrı particilik ayrı
AKP adaylarıyla aynı sahneye çıkan İstanbul valisi hatırlatıldığında, koalisyon ortağı oldukları dönemde, resmi programlarda valinin önüne geçmeye çalışan bir il başkanını nasıl uyardığını anlatıyor. “MHP İl Başkanı devletin valisinin önüne geçemez” diyor net bir dille.
Böyle “siyasal etik” anekdotu çok Bahçeli’de; koalisyonda oldukları süre boyunca hiçbir partiliyi Başbakanlık’taki makamında kabul etmemiş mesela. “Akşam 17.00’den sonra partiye gider gece yarısına kadar orada yapardım teşkilat görüşmelerini...”
O bir ayrıcılıksız vekil
Bahçeli’nin en ilginç yanlarından biri milletvekili ayrıcalıklarından faydalanmaması. “Milletvekili olduğumuzda bize bir dosya veriyorlar. Çok geniş imkanlarınız oluyor; o dosyanın içinde bu imkanlardan yararlanırken kullanacağınız bir çok kart var. Sağlık kartı dahil bunların hiçbirini kullanmadım. Dosyanın kapağını kapattım, aldığım gibi duruyor bir kenarda. 12Haziran’da da bir hükmü kalmayacak artık...”
Volvo iyi serçeye yakıştırmazlar
Bahçeli’ye göre MHP’yi yöneten kişi “orta halli millet gibi” yaşamak zorunda. “Bu konumdayken son model arabalar almaya imkanınız olsa da alamazsınız. Onun için biz Volvo’ya biniyoruz. Çünkü Volvo orta halli sağlam bir araba... Diyelim ki 124 Serçe ile gittin bir yere... O da olmaz, “Bir partinin genel başkanı buna biner mi” diye sorgular bu sefer millet, yakıştırmaz.”
Ahmet Bican Ercilasun’u kırdım
Son verdiği örnek Türk Dil Kurumu’ndaki bir yolsuzlukla ilgili. Belli ki biraz içini de acıtmış hadise:
“Bir gün imzasız bir mektup geldi. TDK’daki memurlardan biri kazancının sağlayacağı standardın üstünde yaşıyor diye. Hemen dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a bildirdim. Araştırdılar, iki eğlence yerinin ortağı çıktı bahsedilen memur. Tahkikat sonucu hapse girdi. Olayla ilgisi bulunmamasına rağmen, kurumun başında olduğu için dönemin TDK Başkanı Ahmet Bican Ercilasun’u da soruşturmaya dahil etmek istediler. Kendisi alanındaki en iyi isimlerden biridir. Asistanlığından beri de tanıdığım biridir. Yine de kefil olmadım. Hatta sanıyorum bu olaydan ötürü kırgındır da Ahmet Bican Bey bana. Ama ben ondan şüphe etmememe rağmen devlet mekanizmasının çalışmasına imkan tanımak için soruşturma iznini verdim...”