Karikatürün laneti(!)
Habertürk canlı yayınında, milyonlara gazetecilik katliamı izlettiren Yiğit Bulut’un ruhunun, Mehmet Çağçağ’ın çizdiği “Başbakan’ın emir eri sunucu” tiplemesince ele geçirildiği sanılıyor...
Jöle biliyorsunuz; dik duran-taranmakta direnen erkek saçlarını ehlileştirmek ve yamru-yumru-patatese benzeyen kafa biçimlerini Hollywood sinemasının yakışıklı jönlerinin başlarına benzer hoş ve çekici görüntü vermek için kullanılıyor.
Yerinde sürülünce iyi de oluyor.
Fakat yazı yazarken, muhabirsen haber kovalarken, TV programcısı isen, “Başbakan’la Söyleşi” yaparken jöleyi fazla kaçırdın mı; duru-doğal-bağımsız-tarafsız-objektif gazetecilik ölüyor.
Jöleli gazetecilik hortluyor.
Başbakan’la uyumlu. Eski düzenden yana. Statükodan taraf! Sayın Başbakan, oğlunun satın aldığı villada oturuyorsun, halk merak ediyor. Senin oğlun bu villaları nasıl, hangi kazançla aldı? Siz ne kadar kira ödüyorsunuz? Oğullarınız kira gelirinden vergi veriyor mu? Bu villaların arazisinin bir bölümü Hazine’ye ait diye iddia var, incelediniz mi, doğru mu, doğruysa hazine arazisi sizin aileye villa yapan Rizeli hemşehriniz müteahhide nasıl transfer oldu?
* * *
Ve Sayın Başbakan “davalardan beraat ettim” diyorsunuz, niçin anayasa değişikliğine “dokunulmazlıkların kaldırılmasını” da koymadınız? Sayın Başbakan, 2009 yılı mal varlığınız ile 2010 mal varlığınız arasında yüzde 70 artış görülüyor, size piyango mu çıktı, bilinmedik bir miraz mı kaldı? Sayın Başbakan sizden önceki hükümetlerin Anayasa’ya koydukları bir maddeye dayanarak “hem ayda 4 bin 917 lira emekli maaşı ve hem de 10 bin 500 TL milletvekili maaşı birlikte” alabiliyorsunuz. Diğer memurlar ise başka işe girdiğinden emekli maaşları kesiliyor. Bu sadece size ve milletvekillerine tanınmış imtiyazı kaldırmak için Anayasa Değişikliğine bu konuyu niçin koymadınız? Sayın Başbakan, Anayasa değişikliklerini oldu-bittiye getirerek ve “milli iradeyi temsil etmeyen” bir acelecilikle referandum sürecine soktunuz; bu yaptığınız demokratlığın neresine sığıyor?
* * *
Bu tür yüzlerce soru sorulabilirdi.
Bir tanesi bile sorulamadı.
Niçin jöleciliği seçti?
Yiğit Bulut, bence kurban!
Ondan çok daha tecrübeli, neredeyse babası yaşındaki eski şöhretli gazetecilere baktı. Onlar; “Başbakan yanağı okşuyorlar” ve yazı yazdıkları gazetelerin patronlarının diğer sektörlerdeki işlerine zararı dokunmayacak, iktidar öfkesi çekmeyecek fakat pahalı şaraplar içip Boğaz yalılarında oturacakları çok bol maaş da getirecek “muhalefeti, muhalefete yapan gazetecilik” yapıyorlar. Yiğit Bulut da “gazeteciliği muhalefete muhalefet yapma, iktidara ise çanak olma rezilliğine indiren gazeteciliği” örnek aldı, jöleciliğe kurban gitti. M.Barlas, E.Özkök, H.Cemal, Z.Mutlu, E.Babahan, A.Hakan, M.Altan, O.Gönensin, E.Ardıç, E.Dumanlı, Ş.Alpay, Y.Çongar, H.Uluengin, S.Yaşar, T.Akyol, E.Şafak, M.Türköne, E.Aköz ve şimdi aklıma gelmeyen ağabeylerinin, seçtiği yola saptı.
Yazık oldu Yiğit’e!
* Necati Doğru / Sözcü
++++++
Hızına, içerik zenginliğine laf edemem. Ama gücü özgürlüğünden gelmiyor.
Habertürk’ün gücü Turgay Bey’in madenlerinde... Eski günlerdeki Habertürk’e, gazetecilerin karar verdiği bir karmanın karşısına Başbakan bu süreçte çıkmak ister miydi? Gene Yiğit Bulut yönetsin, Ekrem Dumanlı da olsun, Mehmet Tezkan da, Taha Akyol da olsun, Sedat Ergin de... Hangisi gelmem der? Çanak soru, yağlama yıkama olmayacak... Ve asıl mesele şu... Keşke sadece bu durum sadece Habertürk için geçerli olsa...İnanın neredeyse tamamı için durum budur...
* Serdar Akinan / Akşam
++++++
‘Silivri, AKP’nin sırtına yüklenecek Yassıada’dır’
Üye Hakim: “Tizır ne demek?”
Sanık: “Tizır (teaser) tanıtım demek efendim. Tiz etmek yani kısaltmak, küçültmek...”
Üye hakim: “Erol Mütercimler ile ilgili olarak ortak paydanızın her ikinizin bazı kitaplarınızın aynı yayınevlerinden çıktığından. Hangi yayınevi bu?”
Sanık: “Alfa Yayınevi”
Üye Hakim: “Alfa.”
Sanık: “Yani AKP Şanlıurfa milletvekili olan Faruk Bayrak’ın yayınevidir.”
Savcı: “Kimler katıldı o toplantıya?”
Sanık: “Bir toplantı değil, yemek, yemek. Hurşit Paşa’yla, Erdal Paşa’yla benim aramda bir yemek. Toplantı değil.”
Savcı: “Özel bir yemek mi?”
Sanık: “Hayır, güzel bir yemek oldu, yani ben gittim, gecikmiştim, mantar sote vardı, çok beğendim, insaf!”
* * *
Yukardaki soru/cevap dizini, malum davada iddia makamını temsil eden Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel ile Üye Hakim Sedat Sami Haşlıoğlu’nun Ergenekon terör örgütü üyeliğiyle suçlanan sanık Ahmet Tuncay Özkan’ı sorgulamalarına dair duruşma tutanaklarından alınmıştır.
Geçen cuma günü Silivri’de, artık kaçıncısı olduğunu bilemediğim Ergenekon davalarından birinin duruşmasındaydım. (...) Durumu, önce trajik buldum. Ancak iddia makamının Levent Ersöz’e sorularına kulak verince, tam 50 yıl önce görülen bir davada sandım kendimi!
Adnan Menderes’i, Mahkeme Başkanı Salim Başol sorguluyordu:
Hakim Başol: “Kendinizi zorluyorsunuz, zorlaya zorlaya netice çıkaracaksınız. Şimdiye kadar okuduğumuz listedeki masraflar yapılabilir mi?”
Sanık Menderes: “70 bin liralık masrafın içinde bir cımbız var. Onu da cımbızla bulmuşlar, çıkarmışlar.”
Hakim Başol: “Okuduğumuz listedeki...”
Sanık Menderes: “Arz edeyim...”
Hakim Başol: “Uzatırsanız sözünüzü keseceğim.”
Sanık Menderes: “Kısa söyleyeceğim.”
Hakim Başol: “Hayır, yeter!”
Ergenekon davaları, AKP iktidarının sırtına yüklenecek Yassıada’dır.
* Mine Kırıkkanat / Vatan
++++++
“Şehitler ölmez” diyen müftü Mersin’e sürülmüş.
Silivri’ye sürülmediğine dua etsin!
* Fahrettin Fidan
++++++
Recep’in Gaziantep mitingine yaklaşık 5 bin kişinin katıldığını ve meydanda “halk” kılığına girmiş yaklaşık 2 bin 500 sivil polis olduğunu biliyor musunuz?
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
‘Hadi oradan be!’ İmza: Çakma yiğit!
“Türkiye 1923-2001 arasında ‘her alanda esir alınma denemelerine’ rağmen ‘ayakta kalmayı’ başardı. 2001-2008 arasında ise ‘elinde ne varsa sattığı gibi’, ayakta kalmayı bırakın ‘1923-2001 arasında esir almak isteyenler’ tarafından ‘her alanda yönetilir’ hale geldi. Yapılana ‘saldıranlara’ ve acımasız eleştirenlere söyleyecek tek bir şey var: Haddinizi bilin!” Yukarıdaki bu yazı bana ait değil...On beş ay öncesine kadar yan sayfamda köşesi olan Yiğit Bulut tarafından yazılmış ve 5 Aralık 2008’de bu gazetede yayınlanmış... Başlığı ise “Hadi oradan be!” “Yiğit” arkadaş, altına imzamı atabileceğim bu yazıyı yazdıktan bir süre sonra bu gazeteden ayrıldı ve Habertürk TV’nin başına geçti... Bizde yazdığı dönemde gözünün yaşına bakmadan eleştirdiği Başbakan’ı, yönettiği kanaldaki bir programda misafir etti. Başbakan’ın karşısında öylesine ezilip büzüldü ki; “yandaş medya”nın “Başbakan’a çanak sorular sormakla görevli” kadrolarına bile rahmet okuttu!
Kıvırma şovu
Dün gazeteye gelir gelmez ilk işim, “çakma yiğit” arkadaşın yaptığı o programın bir DVD kaydını edinmek oldu... Bundan sonra konuşma yapmak için gittiğim her iletişim fakültesinde öğrencilere sadece bu kaseti izlettireceğim... “Size nasıl gazeteci olacağınızı değil de, nasıl gazeteci olmamanız gerektiğini anlatmaya geldim” diyeceğim... “Çakma yiğit” arkadaşı; bu eşsiz “dönme ve kıvırma şovu”yla, gelecek nesil meslektaşlarımızın yetişmesine yaptığı bu büyük katkıdan dolayı ayakta alkışlıyorum!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Dava daha baştan kayıp
Tayyip Erdoğan hakkında kalpazanlık suçundan dolayı dava bulunduğunu söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu için, “Hakkında da dava açacağım” demiş bulunuyor. Şimdi 23 Ocak 2004 tarihini taşıyan bir belge aktaralım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na hitaben yazılan yazı aynen şöyle: “Zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçlarını işlediği iddia olunan Recep Tayyip Erdoğan; İstanbul milletvekilleri Mustafa Açıkalın ve İdris Naim Şahin; Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan haklarında tanzim edilen soruşturma dosyası ile Adalet Bakanlığı’nın ilgili yazısının sureti ekte gönderilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 83’üncü maddesine göre gereğini arz ederim.” Arz eden kim derseniz... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan! Yani dava daha baştan kayıp...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Bidon kafa bile zarif kaldı
Avanta dağıtana dua edip, avantası kesilince beddua edene... Akmayan çeşme başında, boş bidonu kameraya sallayarak “elim kırılsaydı” diye bağırana “bidon kafa” demiştim. 3 sene küfrettiler.
Netice?
“Başbakanlık” Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, “avantayı dağıtan kamu personeli”nin gözlemlerini derledi, rapor haline getirip yayınladı.
Yardım alanlar, yardım aldıkları sürece dua ediyorlarmış, bir kez bile yardım almasalar, başlıyorlarmış bedduaya, “Allah belanızı versin” diyorlarmış! İhtiyacı olmadığı halde yardımları kapışanlar varmış... Kimmiş bunlar?
“Bencil”, “Pişkin”, “Açgözlü”, “Kendini acındıran”, “Psikolojik sorunları olan, ruh hali saldırgan”, “Tacizkâr”, “Tehdit eden”, “Kurnaz” kişilermiş.
Benim “bidon” zarif kalmış yani!
Cami önündeki güvercinlere serper gibi dağıtılan yardımlar, gençleri “tembel”liğe sevk ediyormuş... “Kömür kesilir” diye işe girmiyorlarmış.
Başbakan’ı sevmem ama, Sezar’ın hakkı Sezar’a, bu bilimsel araştırmayı yaptırıp Bekir ağabeyi ve beni büyük bi mağduriyetten kurtardığı için teşekkür ederim kendisine.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Ne kolay iş şu köşe kadılığı
Son iki günde ne hızlı gelişmeler oldu. PKK, hükümetle anlaştı; tek taraflı ateşkes ilan etti ve ardından BDP’nin referandumda “evet” oyu verebileceği konuşulmaya başlandı.
Emre Aköz herhalde bu gelişmelerden bi-haberdi ki bakın, masa başı gazeteciliğinin nasıl bir örneğini verdi: “Adalet Bakanı Sadullah Ergin, geçen gün şöyle dedi: ”Abdullah Öcalan kullanılıyor. BDP de, Kandil de figüran... Terörün arkasında daha büyük bir uluslararası sistem var. Öcalan dahil tüm PKK’lılar figüran, beyin Avrupa’da... Avrupa’dan iki ülkenin istihbarat örgütleri PKK’ya destek veriyor... “
(...) Şimdi son gelişmeler ışığında bu yazı sonunda şöyle mi düşüneceğiz: Avrupa istihbarat örgütleri referandumda ”evet“ çıkması için PKK’yı kullanıyor! Eh bu Avrupa istihbarat örgütleri yakında Ergenekon’u ve destekledikleri malum medyayı da seferber ederler herhalde. Türkiye’de ”köşe kadısı“ olmak ne kolay...
* Odatv.com
++++++
Hasan Pulur’un başı sağolsun...
Bundan üç yıl önceydi, “kanser” teşhisi konmasını takip eden 25 gün içinde kaybetmişti 50 yıllık eşini Hasan Pulur. Tam onun yokluğuyla yaşamayı öğrenirken, dün ve yine sinsi hastalıktan, Doğan Grubu’nun Dergi Planlama Pazarlama şirketi Genel Müdürü olan oğlu Korkut Pulur’un vefat haberini aldı. Milliyet gazetesinin usta yazarına başsağlığı, kaybettiği oğluna da Allah’tan rahmet diliyoruz...
++++++
MİNİ YORUM
Parayla iman meselesi
İktidarın hayır oyu kullanacakları prangalamakta kullandığı “edepsizlik” zincirine son halka dün eklendi. Yüksek rütbeli iktidarlı çıktı, her kim ki ulus-devletten ödüne yanaşmaz ise, yani “ulusalcı” ise onun “dinsiz-imansız” olduğunu ima etti. Halbulki az biraz kafası çalışsa, haklarında “dağ” gibi dosya varken “imanla paranın kimde olduğu” meselesini deşmez. Öyle ya, eninde sonunda o zehirli hançerin deşe deşe ereceği yer kendi bağırlarından çıkan iman abideleri olacak...