Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

Karakollar niçin öncelikli değil?

Güvenlik her şeyden önce gelir. Devlet kavramını tanımlayan sözcükler arasında da en belirgin sözcük, güvenliktir. Bir devlet, öncelikli olarak yurttaşlarının güvenliğini sağlamak zorundadır. Yurttaşların güvenliğini devlet otoritesi; bir başka deyişle, ‘güvenlik görevlileri’ sağlar. İşte burada, güvenlik görevlilerinin ‘güvenliği’ tüm toplumu ilgilendiren bir acillikte önem kazanır.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarından beri karakollar, özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde kaçakçılık, asayiş konuları gözetilerek konumlandırılmıştı. Dolayısıyla günümüzdeki karakollarımızın çoğu, vadilerin tabanında, geçitlerde veya açık alanlarda bulunuyorlar. Karakol binaları ise o yıllarda bildiğimiz sıradan malzemelerle yapıldı. Bu durum da doğaldı. Çünkü kaçakçıların veya ‘kader kurbanı eşkıya’, Hamidoların, Davudoların havanla karakol basacak halleri yoktu...
Türkiye 1980 yılı başlarında ASALA’yı bitirince, emperyalizm PKK’yı devreye soktu. PKK ilk yıllarda karakol baskınlarını beceremiyordu. Gerçi köy basıyor, kundaktaki bebekleri bile öldürüyordu; ama karakol basmaya cesaret edemiyordu. Çünkü Yunanlı emekli subaylar ve İsrailli uzmanlar PKK’lıları eğitme işini henüz bitirmemişlerdi. Üstelik Ermenistan, İran, Suriye üzerinden gelen; ABD işgal güçlerince Irak’tan verilen ağır silahlarla henüz donanmamışlardı... Ne zaman ki, bunlara kavuştular; bizim karakolları vurmaya başladılar!
O karakolları bilirim. 1987 yılında TRT adına gazeteci olarak Güneydoğu sınırımızdaki karakolları rahmetli Korgeneral Hulusi Sayın Paşamızla helikopterle dolaşmıştık. Çoğu derme çatma binalardı. Sadece Irak sınırına sıfır kilometrede ve Irak’ın Tatyan Taburu’na yüz metre mesafedeki karakolumuz gerçekten görkemliydi. Rahmetli Paşamız “Bu karakolun tuğlalarını, çimentosunu helikopterlerle taşıdık” demişti. Asker o yıllarda tedbir almaya başlamıştı. Ne var ki bu işler askerin işi değildi; tüm devlet güçlerinin katılımıyla yapılacak işlerdi.
İçimizi yakan karakol baskınlarından sonra, Millî Savunma Bakanlığı bu karakolların -güzel bir deyimle- ‘kalekol’ biçiminde yapımı için Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) ile 2008’de protokol imzaladı. Ben bu imzadan sonra en geç altı ay içinde tüm karakolların yapımının biteceğini sanmıştım. Fena halde yanılmışım!
Doğrudur; TOKİ çalışıyor. Ancak işler çok yavaş ilerliyor. 243 karakolun sadece 98’i bitmiş durumda. Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Erdoğan Bayraktar’ın inşaat konusundaki uzmanlığına saygı duyarım. Ama Sayın Bakan’ın Ağustos’un ilk haftasında gazetecilere yaptığı açıklamasında “Kolay bir iş değil bu... İnşaatlarımız sürüyor. Bu hemen bugünden yarına olacak iş değil ki. Kibrit kutusu yapmıyoruz, karakol yapıyoruz” sözlerine hiç katılmıyorum.
Sorun ‘öncelikleri algılama’ sorunudur. Devlet sınırları içinde hiçbir bahane güvenliği öteleyemez. Bu karakollar, istenirse ‘bugünden yarına’ olmasa da, üç ayda tümüyle bitirilebilir. Çünkü konu güvenliktir. Konu otoyol, baraj, köprü değil; konu candır; can! Dahası devlet itibarıdır!
Üç ayda tüm karakollar nasıl yapılır? Devlet üç ay boyunca benzer tüm işleri gerekirse durdurur. Tazminatlarını öder. Tüm araç, gereçleri; yol, su, elektrifikasyon ekiplerini ve gerekli her türlü malzemeyi karakollara yönlendirir; gece-gündüz çalıştırır; inşaatları bitirir!
Yani bu devlet isterse “Demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan” yapar!
Ama devleti “tüccar devlet” olarak algılayanlar bu sözlerimize gülüp geçeceklerdir.
Ne diyelim... “Baht utansın!”

Yazarın Diğer Yazıları