Kara propagandanın aracı TÜBİTAK
Hukuksuzluğa dair şikayet ve iddialar ayyuka çıkan Ümraniye, Balyoz, Odatv gibi davalarda polis-medya-savcılık saç ayağına TÜBİTAK da katıldı... “Mahşerin dört atlısı” filmini doya doya seyrediyoruz. Ama kurgu bozuk, senaryo dökülüyor, ışık, ses vs... sinemaseverler sanatın bu dalından soğuduğu gibi nefret eder hale geldiler. Polis soruşturma esnasında binlerce hata yapıyor. “Sehven” açıklamasıyla işi geçiştirirken, milletvekillerinin bile sahip olamadığı koruma zırhında Valilik ve İçişleri Bakanı soruşturma izni vermiyor. İddia makamı milyonlarca sayfalık dokümanı bir çuvalın içine ya da kalorifer kazanına tıkar gibi kes-yapıştır ile şişirdikçe şişiriyor. Hukuk kuralları CMK falan hak getire... Mahkeme heyeti iddia makamının akla-hayale gelmeyen gaflarını “dosya bu denli kapsamlı olunca, bu kadar hata kadı kızında da olur” mealindeki sözlerle geçiştiriyor. Artık bağımsızlığına gölge düşmüş olan yargı, hukuk kuralı olan “usul, esastan önce gelir” ilkesini çiğneye çiğneye pestilini çıkardı. Öyle ki darbe ile suçlanan Çetin Doğan ile Harp Akademilerinde sivil evrak memuru olan Güllü Sarıkaya aynı kefeye konup Çetin’e 18, Sarıkaya’ya 16 yıl hapis veriliyor...
İşin “medya ayağı” malumunuz... Ne idüğü belirsiz, nerede yetiştiği bilinmeyen, ajan, kurye, cellat gibi tiplere gazeteci kimliği uydurularak yargısız infazın kara propagandası yaptırılıyor. Ağızlarından köpükler saçarak televizyon ekranlarında infaz yapanlarla, sayıları henüz tam tespit edilemeyen “gizli tanık” sıfatlı yalancı şahitlerin ne farkı var. Katil, ırz düşmanı, dolandırıcı, hırsız, gaspçı ve şizofren hastalarından oluşan gizli ya da açık tanıklar bugüne kadar bilgi, belge ve görgüye dayalı tek laf etmedi. TBMM’deki muhalefet milletvekilleri derhal önerge hazırlayarak bu sözde tanıklara milletin cebinden kaç lira verildiğini, söz konusu kriminal tiplere ceza indirimi konusunda kimlerin söz verdiğini otaya çıkarmak zorunda.
Gelelim TÜBİTAK’a... Açılımı Türkiye Bilimsel-Teknolojik Araştırma Kurumu... Adı üzerinde bilim kurumu ama hukuku ara ki bulasın... Kurucularının kemikleri sızlıyor. AKP’nin kadrolaşma adı altında çekirge orduları gibi mahvettiği devlet kuruluşlarından olan TÜBİTAK malumunuz Başbakanlığa bağlı... Bilim-teknolojinin olduğu yerde siyaset olur mu diye şaşırmayın. Asayişi sağlamakla görevli polisin sahte belge ürettiği, yasadışı dinleme yaptığı ortamda her şey mubah... TÜBİTAK’taki keyfi atamalar, kurumun tüzüğüne aykırı uygulamalar almış başını gidiyor. Türkiye’de üstün zekâlıların, çeşitli sınavlarla kabul edildiği kurum hallaç pamuğu gibi atılıyor. Siyasi baskı yüzünden kurumun gözbebeği yöneticiler istifa etmek veya emekliye ayrılmak zorunda kalıyor. Son üç ayda kendilerinden olmayan personele baskı öylesine arttı ki yakın bir dostumun Türkiye derecesine giren kızı istifa mektubunu yazdı... İşte bu TÜBİTAK’ın yazdığı ve kimsenin anlamadığı raporlar yüzünden yüzlerce insan hapiste tutuluyor. İnsanın aklına ister istemez TÜBİTAK da bu tasfiye operasyonlarında görevli mi sorusu geliyor. Uyanışa geçen milletimizi aydınlatmak için CHP ve MHP milletvekilleri derhal harekete geçip, bilim yuvasından siyasi robot haline dönüştürülmek istenen bu kurumda olup-bitenleri araştırmalıdır.
Ekranların vazgeçilmezleri var... Bir bakıyorsunuz gazeteci kimliğinde, bakıyorsunuz savcı kesilmiş... Çoğu zaman haysiyet cellâdı... Şimdilerde ellerine tutuşturulan TÜBİTAK raporu ile Kara Propagandacı... Geçtiğimiz hafta Çağlayan Adliyesinde “Bizi çürüttünüz, sıra çocuklarımıza mı geldi” diye feryat eden baba Soner Yalçın. Diğer tarafta on altı ayını suçsuz yere Silivri’de yalnız başına geçirip neredeyse konuşmayı unutan Müyesser Yıldız... Borcunu ödememek için mirasını reddeden Nazlı Ilıcak kendisine yakışanı yapıyor. Senelerce maaşını vermediği halde son nefesinde Kemal Ilıcak’ın yanında olan Müyesser’in oğlu İlim için “annesini kurtarmak için tarihleri değiştirmiş olabilir” yaftasını yapıştırmak ne de ucuz propaganda.. Nazlı Ilıcak’a gerek Müyesser gerekse İlim gereken cevabı verdi. Ancak canlı yayında neredeyse suç duyurusunda bulunur gibi, ihbar eder gibi konuşan Nazlı, ana-oğulla yüzleşme cesareti gösteremedi. Habercilik anlayışlarına şaşırdığım televizyoncuların memleketi kara propaganda meydanına çevirmelerinin basit bir örneğini daha yaşadık. Her ne kadar Nazlı Ilıcak suçüstü yakalanmışçasına “çevir kazı” taktiğine dönmeye çalışsa da maskesi fena düştü.
Odatv. davasından hemen önce TÜBİTAK yetkililerinin bile sahiplenemediği kurum üyesi dört kişinin imzasını taşıyan rapor, kafaları karıştırmanın ötesinde, davayı meşhur Ergenekon’a bağlamak için zaman kazanılması yönündeydi. Zira birleştirme başvurusuna henüz ilgili mahkemeden cevap gelmemişti. Asıl hedef Soner Yalçın ve Hanifi Avcı elbet... İki yıl tutuklu kalıp bırakılanlar bana göre örgüt oluşumu imajı için garnitür.
Digital terörün izlerini sürmeye devam edeceğim.