Kanser ettiler...
Ordu’dan Dursun Muratoğlu e-posta ile “Sayın Demirağ; Bu vatandaş tarafından kesintisiz 74 gün yazı yazma cezasına çarptırıldınız. Bilgilerinize arz olunur. Saygılarımla...” diye beni son derece mutlu eden bir mesaj atmış. Muratoğlu’nun muradı öncelikle seçim süreci, memleketin baş başa kaldığı belâdan kurtulmanın reçetelerini yazmamızı arzu ediyor. Gözlerden uzaklaştırılmak istense de, gönüllerden sökülüp atılamayan asrın davasından haberdar olmak istediği besbelli. Bu dönemde gazetecilere-yazarlara mesaj yazmak da her babayiğidin harcı değil. Korku imparatorluğu oluşturulmadan günde en az 350-500 arasında e-posta ile 150-200 arası telefon mesajı geliyordu. Dinleme fobisi ile bu miktar neredeyse yüzde 100 azaldı. Yalnız olmadığımı, benim gibi düşüncelerin de çaresiz olmadığını Silivri’de müşahede ettim. Ajanslarla beraber gazete ve televizyonların emektar muhabirlerinin çoğu bir takım özel kuryeler dışında çok sevinçli. Uzun duruşma aralarında çaysız bırakmıyorlar beni... “Sizin yazılarınızla Yeniçağ haberlerini referans olarak gösteriyoruz. Gündem yoğun cevabına rağmen buradan (Silivri’den) yazdığımız haberlerin çöpe manşet olacağını bildiğimiz halde vicdanlarımızı rahatlatma, maaşımızı hak etme, meslek ilkelerini yerine getirme adına da olsa haberleri herkesten önce geçmek için yarışıyoruz” diyorlar. Mesleğe yeni başladığım günlerin heyecanına götüren genç arkadaşlarıma cesaret vermeye, onları motive etmeye boşuna da olsa gayret ediyorum.
Bir çoğu üç yılı aşkın süredir Silivri’yi mekân tutan muhabirlere gayri ihtiyari, “Bugün ne olur?” sorumu yöneltiyorum. “Çetin Doğan iddianameyi yıktı. Özden Örnek kendisinden hiç de beklenmeyen olağanüstü savunmaya başladı. Avukatlar 700 sayfadan bahsediyor. Birkaç hafta zaten o sürer. Ama bugün toplu tutuklamaya maruz kalanların normal şartlarda toplu tahliye kararı verilmesi gerekir. Ama burası Silivri... (Sanki burası Guantanamo der gibi) ne olacağını kestirmek mümkün değil...” diyorlar. Ailelerle beraber, salona üç ayrı otobüs ile getirilen zanlıların da yüzlerinden iddia makamının bile çürütülmüş sözde delillerine direnmeyerek toplu tahliye kararına uyacağı gözleniyor. Avukatların hepsi zaten aynı görüşte. Sadece üç yıldır Kemal Kerinçsiz’in avukatlığını yüklenen Tolga Akalın temkinli... Duruşma sırasında söz alan avukatlar Yassıada’yı hatırlatacak Salim Başol’un “Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” şeklindeki tarihî sözlerini hatırlatıyor. İnsanın aklına ister istemez “Sahi buraya insanları tıkan irade kim?” sorusu geliyor. Biz bu soru ile cebelleşirken Ali Aydın Paşa’nın çiçeği burnunda avukat oğlu “Babamın selâmı var. Apoya villa tahsis edilmedikçe bizim rehineliğimiz sona ermez” diyor. Sözleriyle duruşma başlamadan sonucu ilân etmiş oluyor. Nitekim Oğuzhan avukat olarak babasının tahliye istemediğini ilerleyen saatlerde heyete haykırmaktan da geri durmuyordu.
Üçüncü kez tutuklandığı gün, “Savaşanların torunlarıyla kaçkınların torunlarının savaşı başlıyor” mesajı ile Türkiye’ye direniş mesajı veren Kurmay Albay Mustafa Önsel’in etrafını olağanüstü bir hâle sarmış. Çocukluktan delikanlılığa geçtiğimiz yılların sınıf arkadaşları alt-üst devreler Önsel’in yanında oturma adına sanık sıralamasını bozmaktan beis duymuyorlar. Bir an Engin Alan Paşam ile göz göze geliyoruz. Sağ elini yüreğine götürüp başı ile selâmlıyor. Bakışlarındaki derinlikten torununun babası, damadı, benim yiğit arkadaşım Yılmaz Çetin’in kemoterapideki hâlini sorduğunu hissediyorum. Aklıma Harbiyeli günler geliyor... Yılmaz’ın maviyle yeşile çalan gözleri yakışıklılıkta tartışılması mümkün olmayan güzelliği... O hastalığın yedi ceddine sövüyorum. Yılmaz Çetin’in özel kuvvetlerde her rütbede kahramanca savaşıp düşmanın canına okuduysa kanseri de alt edeceğine dair inancım depreşiyor. Engin Alan Paşa’ya söz veriyorum. Bakışlarımla “Allah Aytun’a ve size bağışlayacak inşallah” diyorum.
Kısacası sadece Silivri’de değil,yakınlarında da kanser kol geziyor...