Kaldır o zaman sınırları
Madem ki “münevverler, sanatçılar, idareciler zihinlerine de sınırlar konduğu için soramıyorlar doğru soruları”, kaldır o zaman sınırları?
Kaldır kalemimizin önünden, korkutma, sindirme, yıldırma davaları açan avukatlarını!
Kaldır “senden değil diye” cezalandırma alışkanlığını; Demokles’in Kılıcı gibi sallanmasın tepemizde adliye koridorları!
Kaldır soru sormaya teşebbüs edeni “çapulcu, anarşist, terörist, Vandal, paralel” diye yaftalayan ağzı,
tarzı!
Kaldır öfkeni, yakmasın, yıkmasın, yaralamasın, öldürmesin sözlerin küçücük çocukları!
Geri çek yüzde 50’ini; her “neden” diye, her “nasıl” diye sormaya
kalkıştıklarında “palalılar”la karşılaşmasın “münevverler, sanatçılar, idareciler” ...
Geri çek vergi memurlarını...
Geri çek linç medyasını...
Geri çek “dantelli kefen”le dolaşan “ölüm melekleri”ni...
Geri çek “uçan tekme” savuran memurlarını...
Geri çek yumruklarını...
Bize sözcüklerimizin önüne nefret duvarları inşa edilmeyen bir ülke sözü ver; çıkmaz sokaklarda faili meçhul olmayacaklarsa neden hapsolsunlar, elbet su yüzüne çıkacaktır doğru sorular!
Sen yeter ki “benim” diye sınırlar koyma; bak o zaman seni bile nasıl doğru, nasıl adil sorgularlar!
***
Var mısın denemeye; ben sorayım, sen de cevap vermeyi dene:
***
Tam isabet.
Hedefini 12’den vurdu “Lawrence” oku.
Yalnız...
Şerif Hüseyin’in, Emir Faysal’ın hiç suçu yok mu?
“İngiliz Ajanı Lawrence”ı günah keçisi yap kurtul;
Epey konforlu!
Fakat...
Lawrence’a, kendini gizlesin de her bir hücremize sızsın/sızabilsin diye, “içimizden biri” haline gelip “kalelerimizi” haşhaşi metoduyla düşürsün/düşürebilsin diye “ne istediyse” veren ne olacak?
***
Güçlünün güçten düşenin maskesini çekip çıkarması yetmez; bu efsunkâr Orta Doğu temsilinin hangi sahnesinde göreceğiz aslında kimin kim olduğunu?
“Churchill’in hıçkırığı”na feda olmasın elbet milletlerin kaderi; ülkesi, devleti...
Velakin bu, “Wilson’un ilkeleri” ne teslim olmak için yeter sebep mi?
***
Tamam coğrafi değil, gönlündeki, zihnindeki sınırları tartışmaya açalım mesela:
Ne demek “Şii mezhebine mensup halk üç ayrı devlete dağıtılmıştır.”
Birinci Dünya Savaşı koşullarını koy bir kenara, unut; içine bir ayna tut. Tarihi yaraları bahane edip de şuur altını dışa vuruyor olmayasın sakın!
Coğrafi sınırlar “inanç hatları” mıdır sana göre?
Bütün Şii’ler bir tek devlete mi tıkılmalıdır mesela?
Bir “Şii Devleti” olsun ve başka yerde yaşamasınlar; sen böyle mi çiziyorsun gönlündeki, zihnindeki sınırları?
Sonra “Ülkelerin toprak bütünlüklerini savunmak noktasında en ön safta olan” bir ülke; Irak’ın toprak bütünlüğünü bozan “Barzani yönetimi”ni tanır mı? Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozan PYD’nin
başını “tanır” mı?
***
Yine de sevdim ben bu
“Birinci Dünya Savaşı”na kafa yorma açılımını;
Seve seve, sık sık yorarım valla.
Sınırlarını kaldır, sorarım da:
Madem rahatsızsın Birinci Dünya Savaşı’nda fitili ateşlenen “suni çatışmalar” dan, madem rahatsızsın çizilen “suni sınırlar” dan neden her baktığımızda biraz daha benzetiyoruz seni o sınırları çizenlerle işbirliği yapan mevkidaşlarına? Neden bir kere, bir kafamızı çevirdiğimizde göremiyoruz seni yanımızda; konum bildirdiğin her yer, hep “karşımız” da?
Neden her defasında biraz daha Damat Ferit’i, biraz daha Vahdettin’i çağrıştırıyorsun; neden onların akıbetini getiriyor aklımıza her sözün?
İstediğin bütün koltuklar, makamlar, saraylar artık senin. Yine de neden hep kaçtın kaçacakmışsın, düştün düşecekmişsin gibi hissediyoruz acaba; neden emanetçi gibisin?
“Kobane” alerjisi
Dün muazzam, kimselerin aklına-hayaline gelmeyecek bir detay yakalamış adı büyük, kendi her geçen gün küçülen gazetelerden birinin köşecisi:
“İktidar ve paralel düşünen ulusalcı-milliyetçilerin Kobane alerjisinin asıl nedeni, Kürtlerin ”demokratik özerklik“ modelini hayata geçirmesi olmasın?”
Vay be, nasıl anladın?
Ki hoş bunu bile elmalarla armutları karıştırarak anlatmışsın?
“Açılımcı” iktidarın “özerklik”le imtihanına bulaştırmadan, ocu-bucu etiketlerini reddederek bir Türk, bir Türk Milliyetçisi olarak -kendi adıma- Kobane alerjim evet “özerklik modeli”ni kendi elimizde meşrulaştırmaya, “özerklikten federasyona geçiş” köprüsünü kendi elimizle inşaya karşı olmamdan kaynaklanıyor.
Olamaz mı?
Ne o öyle “suçüstü” yakalamış havaları?
Evet “alerjim” var; kronik hem de;
Ülkemin bölünmemesini, parçalanmamasını istiyorum diye utanayım mı?