Kafes, Beyaz Çığlıklar...
Üçüncü romanı Osman Paşa'nın... Ayandon'u yazmıştı önce, Cehennemdere Kanyonu geldi ardından, şimdi de Kafes/Beyaz Çığlıklar (İnkılap Yayınları)..."Her yazar eserlerinde bir dereceye kadar kendini anlatır, istese de, istemese de" der Goethe. Bu doğrudur, Osman Pamukoğlu için daha da doğrudur. İlk romanı Ayandon hakkında yazdığım yazıda, denizcilik hakkında bu denli ayrıntılı bilgi olmadan bu roman belki yazılırdı ama son derece yavan ve sıradan olurdu demiştim. Cehennemdere Kanyonu'nda ise PKK ile mücadele eden bir timin, hainlerin Kuzey Irak'taki inlerine kadar varan kahramanca mücadelesi öyküleniyordu. Bu romandaki ayrıntı ve özel bilgileri Osman Paşa'dan gayrısı anlatamazdı, asker olarak yaşadıklarını roman olarak kurguladı, ustaca.
Ve şimdi de Kafes... Kafes ne, niye kafes? Önce onu bir diyelim. Kafes şehirler, kafes beton, kafes insanın yalnız kalabalıklar içindeki tek başınalık hâlidir. Bir yazımda "Sessiz ol şehir, birlikte hayal kuralım demiştim", bu dileğime ve çağrıma, hatta çığlığıma Osman Paşa, roman kahramanlarından Asaf Beğ aracılığı ile yanıt veriyor bu kitapta "Şehir suni hayattır, gerçek yaşam topraktadır. Topraktan kopanlar şehirde mutluluk bulamaz. Şehirlerde hayal kurulamaz. Betonlar kimseyi doyurmayacaktır."
Ve hayal kursun, doğayla tanış olsun diye kahramanı Çağrı'yı yollara düşürüyor. Gezecek tek başına dağ, bayır, orman, dere, görecek, mücadele edecek ve kafesten çıkabilmenin zevkini ve özgürlüğünün tadını yaşayacak.
Bu yaşamayı anlatmak için elbette yaşamak gerek, bu anlatımı anlayacak en iyi okurlarsa yine doğa ile bu tür serüvenleri yaşayanlardır. Bendeniz bunlardan biriyim. Gençlik yıllarımda kamplarda bulundum, dağlara tırmandım, Malazgirt Zaferi'nin 900. yıldönümünde Erzurum'dan Malazgirt'e 250 kilometre yol yürüyerek gittim sekiz arkadaşımla. Kitapta roman kahramanı Çağrı'nın yaşadığı kampın ilk sabahını yaşamışımdır, o havanın güzelliğini solumuş, "Ankara'da bu havanın kilosu kaç lira eder" diye gülüşmeli sorular sormuşumdur. Kamp geceleri, o gökyüzündeki yıldız bolluğu, o müthiş bir şeydir.
Yani ben o yıllara döndüm bu romanla... Fakat Osman Paşa, romanının diğer kahramanlarıyla Çağrı'yı konuşturarak kafes, doğa, evren, uygarlık, tarih ve insanlık hallerine dair sorgulamalara girişiyor. Ve işte roman burada bir felsefe cehdine dönüşüyor. Şiirler, fabl öyküler, öğütler yardımcı unsur olarak kullanılıyor yerli yerince.
Çağrı, iki doğa filozofu ile karşılaşıyor bu yolculuğunda, bunlardan birisi Asaf Beğ, kendi deyimiyle şehir kafesinden kaçıp doğaya dönen adam. Kitapta onun için "Kavrayışı güçlü, gözlemci, deneyimli, hayat insanı, özgür ruhlu doğa düşünürü" tespitleri yapılıyor. Asaf Beğ, bu özelliklerini sergiliyor, işte böyle:
"Doğa ölçüdür, doğa tarafsızdır, doğa affetmez ve acımaz, hükmü sürdürecek ve öcünü alacaktır. Ölüm de bunlardan biridir."
"Taşralı büyük kentte yenilir, bozguna uğrar. Ne kadar çabalasa çabalasın, yenilgiyi de yanılgıyı da kabullenmek zorunda kalırlar. Bu kişiler ezik olur ve yaşam koşulları onları bozar."
Ve Çoban Deli Rüştü, işte bunlar da onun dediklerinden:
"Toprak sevgisi varsa, rüzgârı bile avlarsın."
"Doğa bir kütüphanedir."
"Kuşlar iz bırakmazlar."
Ve Uğur Köpek... Ona da uğurlar olsun... Çok sevdim onları, okuyun siz de çok seveceksiniz...