Kafa mı buluyorsunuz!
Odatv davasında yargılanan gazetecilerin bilgisayarlarında “uzaktan erişimi de sağlayan bir takım zararlı yazılımların yüklü olduğunu” onaylayan TÜBİTAK raporunu “virüs yok” başlığıyla ayınladılar.
Ya okuduklarını
anlamıyorlar,
ya milleti aptal
sanıyorlar...
Gazetecilerin de yargılandığı Odatv Davası’nda Mahkeme Heyeti’nin TÜBİTAK’tan geçtiğimiz Ocak ayında istediği “bilirkişi raporu” -nihayet- önceki gün Çağlayan Adliyesi’ne ulaştı.
TÜBİTAK da, -tıpkı daha önce savunma avukatlarının inceleme yaptırdığı üniversiteler gibi- davanın ve sanıklara yöneltilen suçlamaların temelini oluşturan “dijital veriler”i çürütüyor raporunda.
Şöyle ki;
Mesela, Odatv kadrosu, Yalçın Küçük, Nedim Şener, Ahmet Şık, Kaşif Kozinoğlu ve Hanefi Avcı’nın tutuklanmasına neden olan dijital verilerden “Ulusal Medya” için “Dosyanın ilgili bilgisayar kullanıcısı tarafından oluşturulmadığı veya değiştirilmediği değerlendirilmektedir” diyor!
Mesela, Odatv, Barış Pehlivan ve Müyesser Yıldız’ın bilgisayarlarından elde edilen diskler için, “Her üç delil diski için işletim sistemi izlerinin incelenmesi sonucunda dosyanın kullanıcı tarafından açıldığına dair bir bulguya rastlanmamıştır” diyor!
Mesela, onca gazetecinin yılla tutuklu kalmasına sebep olan “Ulusal Medya 2010.doc” ile ilgili olarak “Dosyanın üstverilerinde görülen özelliklerin hep birlikte gerçekleşmesinin, normal kullanıcı davranışlarıyla zor olduğu değerlendirilmektedir” diyor!
Mesela, el konulan bilgisayarlarda “uzaktan erişimi de sağlayan bir takım zararlı yazılımların yüklü olduğu”nu, yani sanıkların savunmalarını (yahut Müyessser Yıldız’ın “virüs çetesi”ne dönük suçlamalarını) onaylıyor!
Ve ayan beyan ortaya konan bunca somut tespite rağmen, bu ülkede ne olabiliyor
biliyor musunuz?
“Sahte delillerle 20 aydır cezaevinde tuttuğunuz meslektaşlarımızı serbest bırakın” diye ortalığı ayağa kaldırması gereken, meslektaşlarını bu dijital verilere dayanarak “tutsak” edenlerden hesap sorulması için kamuoyu oluşturması gereken, bu “vebal” in kime ait olduğunu araştırması-sorgulaması gereken gazetecilerden bazıları, hukukçuların “Bu dava çökmüştür” açıklamalarına da kulak tıkayarak “Belgeler virüsle gelmemiş”, “TÜBİTAK’ın raporu Odatv’nin ‘belgeler virüsle gönderildi’ iddiasını çürüttü” diye çarpıtmaya ayarlı başlıklar atabiliyor!
Bu gazeteleri okuyan, para verip de satın alan okurları arasında, “Siz bizimle kafa mı buluyorsunuz” diyecek bir Allah’ın kulu yok mu?
Hepsi bu denli mi uyutuldu?
Düzeltme notu:
Dünkü “Haydi kızlar çelik yelek giymeye” başlıklı
yazıma konu olan satırların yazarı Milli Gazete yazarı Nureddin Yılmaz değil
Nureddin Yıldız olacaktı.
Yazım hatasından dolayı özür dilerim.
Kobay nesil...
Çocukları ilkokul çağına yaklaşan aileler için kabusa dönen “66 ay” meselesini yorumlayan Nazlı Ilıcak “Bir değişim her zaman sorun yaratır. Bence bekleyip sonuçlarına göre değerlendirmekte fayda var. Belki, gelişmeler, Ömer Dinçer’i haklı çıkarır ve çocuklarımız daha iyi bir eğitim görür” diyor.
“Belki Dinçer haklı çıkar”mış...
Bu durumda “belki de haklı çıkmaz” yani!
İyi de millet o çocukları Dinçer’in kobayları olsunlar diye mi dünyaya getirdi?
Bir neslin geleceği “belki”lere emanet edilir mi!
+++
Memura siyasi baskı
Aşağıda maddelediklerim bir okurumuzdan gelen “isyan” mektubunun özeti. İddiaları İzmit Kadın Doğum Hastanesi’yle ilgili ama okurumuzun da belirttiği gibi “kamu”ya ait hemen her kurumda işitmek mümkün benzer şikayetleri:
Ola ki, iktidarın hınk deyicisi modelinde üretilmiş memur yahut sözleşmeli personel kadrolarına dahil değilsen ve hâlâ görev yerinde barınabilmeyi başarabilmişsen;
“- İnternet üzerinden hükümeti eleştiren hiçbir gazeteyi okuyamazsın; engellenmiştir.
- Diyelim çalıştığın yere klima takılması için dilekçe verdin; Başhekim (yahut amirin her kimse) tarafından keyfi olarak iptal edilebilir. (Veya “öyle bir dilekçe yok” denilerek işin içinden çıkılabilir.)
- Memur olduğun halde taşeron ya da müteahhid firma çalışanları kadar rahat olamayabilirsin. (Aynı şekilde bunu dile getiren dilekçeleriniz de işleme konmadan kayıplara karışabilir... )
***
“Dersiniz ki hastane değil mankenlik ajansı!” yazmış okurumuz;
“Herbirinin elinde bir telefon; muhabbetteler. Onların yapması gereken işler bize yaptırılıyor.
***
TRT, THY gibi kurumlar gazetemize ambargolarını bizzat ilan etmekte sakınca görmedikleri ve “ileri derecedeki demokrat” iktidar sahipleri de kendilerine “ne oluyor” diye sorma zahmetine girmediği için, “Yeniçağ’a erişimimiz engellendi” şikayeti kulağa hiç de “abartılı”, “gerçek dışı” gelmiyor açıkçası.
Okurumuzun mektubunda belirttiği diğer iddialara gelince;
Eğer hakikaten durum anlattığı gibiyse benim söyleyebileceklerim bir kaç cümle:
Önümüzdeki seçimde yeniden “oy” atabilmeleri için ihtiyacı var o ellere; hiç çalışmalarına, yorulmalarına, yıpranmalarına izin verirler mi!
Sizin adınız çıkmış bir kere “muhalif”e, eee büyük suç bu ülkede, ne yapsalar mübah
size!
İşin şakası yok...
Kamuda iktidar baskısının nasıl yıldırıcı boyuta geldiğini ve isyana sürüklediğini ortaya koyan, kaygı verici ifadeler de var okuyucumuzun yazdıkları arasında.
Milletin sabır eşiğini zorlayanlar umarım uyguladıkları “zulüm stratejisi” ters teperse neler olabileceğini de hesaplamışlardır...
Ha bir de; aynı durumdaki memurlar gazetelere yolladıkları mektupların yanında bir de Cumhuriyet Savcılıkları’na “mobbing” dilekçesi gönderirlerse; buradan Şam’a yol olur!
Bilmem anlatabildim mi!
+++
10. Yıl Marşı’na atıfla yazdığı “Ne ördün filan” yazısı hem TCDD hem de Ulaştırma Bakanı tarafından yalanlanan Yılmaz Özdil “gerçekle alakası yok” denen iddialarını belgelendirdi
Allah da sizi
güldürsün, e mi
Sayın TCDD...
“Ne ördün filan” başlıklı yazımın “yanlış” olduğunu belirterek, düzeltme göndermişsiniz. Adında “TC” bulunan kuruma saygı göstermek boynumuzun borcudur, düzelteyim.
***
Ben, Mustafa Kemal dönemini yazdım... Siz ise, “1923-1950 arasında 3764 kilometre demiryolu yapıldı, yılda 134 kilometreye tekabül eder, 2004-2011 arasında 1076 kilometre demiryolu yapıldı, yılda 135 kilometreye tekabül eder” diyorsunuz. Yok öyle! Tartışmanın kaynağı 10’uncu yıl marşı... 1923-1933 arasını esas alacaksınız. Hadi 5 sene de avans vereyim, 1938’e kadar hesaplamanız gerekir. 1940’dan 1950’den Mustafa Kemal’e ne?
***
Ayrıca... Niye 2004’ten başlıyorsunuz? 2003’te İsmet İnönü mü iktidardaydı? Mustafa Kemal’e ait olmayan dönemi Mustafa Kemal’e ekle, AKP’ye ait olan dönemi AKP’den çıkar, öyle mi? Tüik gibisiniz vallahi, işinize gelince azaltıyorsunuz, işinize gelince çoğaltıyorsunuz.
Üstelik, o dönemin imkânlarıyla bu dönemin imkânlarını kıyaslarsanız, Toki’nin Mimar Sinan’dan büyük olduğunu da söyleyebilirsiniz. Daha çok bina yapıyor.
(...)
“Bu yolları Türkler yapıyor sayın Özdil” demişsiniz... Halbuki, Çinlilerin yaptığını Başbakanımız söylüyor. “Bildiğiniz gibi Eskişehir-İstanbul hızlı tren hattını Çin’le birlikte yapıyoruz. Aynı şekilde, Ankara-Sivas hattı Çin’le yürüyor. Bundan sonraki süreçte 5 bin kilometrelik demiryolu ağımızı Çin’le yapmayı hedefliyoruz” diyor. Sabah Gazetesi “Demir ağları Çinlilerle örecek” başlığını atmıştı... Çünkü, 35 milyar dolarlık Edirne-Ardahan hattı için Çinlilerle masaya oturduğunu söyleyen, ben değilim, bizzat Ulaştırma Bakanımız.
***
“Ankara-Konya hattı, yerli yüklenicilerin emeğiyle inşa edildi” diyorsunuz. En büyük yükü, ray taşır... O hat’a, İskenderun’dan gemiyle getirilen İtalyan malı ray döşenmedi mi?
“İspanya’dan lokomotif alınmadı” diyorsunuz. TCDD’nin resmi internet sitesinde yayınlandı:
“Ankara-Eskişehir hattında sefer yapacak son teknoloji ürünü ilk hızlı tren seti, İspanya’nın Beasain kasabasında genel müdürümüz Süleyman Karaman’ın katıldığı törenle teslim alındı.”
***
“Makinistler Almanya’da eğitildi” dedim, itiraz etmişsiniz. “Türkiye’de eğitildi, staj için yabancı ülkelere gönderildi” demişsiniz... Allah da sizi güldürsün, e mi.
(...)
İsmi lazım değil, şu anda Hatay’da faaliyet gösteren Amerikalı arkadaşlardan biriyle, seneler evvel sohbet ediyorduk... “Tren yolcuları, vagonda seyahat ederken, farkında olmadan ideolojik karakterini ortaya koyar. Trenin gidiş yönünde oturmayı tercih ediyorsa, devrimcidir. Pencereden bakar, manzara çok hızlı akar, sürekli yeni, sürekli değişkendir. Eğer, trenin gidiş yönünün aksine oturuyorsa, muhafazakârdır. Pencereden bakar, manzara aheste aheste akar, sindire sindire seyahat eder” demişti... “Peki, sen hangi yönde oturuyorsun?” diye sormuştum. Gülümseyerek şu cevabı vermişti: “Ben rayları döşerim!”
Hayırlı yolculuklar dilerim.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Başbakan soruyor:
“Neyi ördünüz?”
On yıldır sata sata bitiremediklerinizi...
Yetmez mi?
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Tartışmaya diğer köşe yazarları da katıldı
“Hâlâ Atatürk dönemine ulaşamadık”
diyen Binali Yıldırım değil miydi?..
Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü, Başbakanı’na katkı sunmuş! Onun Cumhuriyeti küçümseyen “Demir ağlarla ördük falan. Neyi ördün? Hiçbir şey örmüş falan değilsin” sözlerini haklı çıkarmaya çalıyor.
Nasıl mı? Şu alengirli bilgilerle:
“1923 - 1950 arası yapılan 3.764 kilometre; yılda ortalama 134 kilometreye tekabül ediyor.
2004 - 2011 tarihleri arası yapılan 1076 kilometre; yılda ortalama 135 kilometre...”
Oysa demiryollarında Atatürk dönemi olarak 1923 - 1940 yılları arasını almak gerekir...
1923 - 40 arasında toplam 3208 kilometre yani yılda ortalama “188 kilometre anahat” yapılmıştır. AKP dönemine gelince... Acaba TCDD neden 2004 - 2011 yılları arasını alıyor da 2002 - 2012 yılları arasını almıyor? AKP iktidara 2002 yılında gelmedi mi?
AKP internet sitesinde daha dürüst bir rakam var... AKP iktidarında 9.5 yılda 1086 kilometre anahat inşa edilmiş. Yılda ortalama 108 kilometre yapar... AKP dönemindeki demiryolu inşaatı Cumhuriyet’in yanına bile yaklaşmıyor. Üstelik o dönem bir yandan borçların ödendiği bir yandan Osmanlı dönemi demiryollarının millileştirildiği dönem.
Bugünkü gibi dış kredi bolluğu, yap - işlet gibi sistemler de yok ortada...
5 Ocak 2009 tarihli Hürriyet’te Ulaştırma Bakanı BinaliYıldırım’ın bir demeci göze ilişiyor: - Hâlâ Atatürk döneminin rakamlarına ulaşamadık...
TCDD Genel Müdürlüğü neden Başbakan’ı doğrulayacağım diye kendi tarihini çarpıtıyor?
Melih Aşık / Milliyet
+++
Diktatörlük, bir kişinin ya da grubun yargıdan siyasete her şeyi tekeline alıp milyonlarca insana hükmetmesi değildir. Milyonlarca insanın hükmedilmeyi kabul
etmesidir.
Mustafa Balbay / Cumhuriyet
+++
Allah Allah...
Dışişleri Bakanı
neler söylüyor böyle
Dinlediklerime inanamadım.
Bakın Davutoğlu neler söyledi:
“Kariyeri itibarıyla hep gazetecilik yapmış bir kameramanın bir anda silahlı militana dönüşme ihtimali var mı?”
“Gazetecilik yapan kameramanı da terörist ilan eder, muhalefeti de terörist ilan eder.”
“Uluslararası ve Türk Medya kuruluşlarına buradan çağrıda bulunuyorum... Eğer gazetecilik kimliğine ve etiğine saygınız varsa hep birlikte gazeteci arkadaşımızın serbest kalması için çaba sarf edelim.”
Allah Allah dedim.
Bizim Dışişleri Bakanı neler söylüyor böyle.
Sonra anladım ki, konu Türkiye değil.
Konu Suriye.
Bahsedilen gazeteci de Suriye’de yakalanan ve “terörist” ilan edilen bir meslektaşımız...
Not: Sakın yanlış anlamayın. Suriye’deki meslektaşımızın serbest bırakılması için elimizden gelen ne varsa yapmaya hazırız. Bir gazetecinin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle terörist ilan edilmesine nerede olsa karşı çıkarız. Aynı “nerede olsa” durumunun Davutoğlu için de geçerli olmasını isteriz.
Fatih Altaylı / Habertürk