Kafa koparmak
Kalem kırmakla yetinmeyenler kelle avına çıktı. Kafa uçuruyorlar kafa.... Hem de öyle keller ki bu ülkede bağımsız-namuslu gazetecilik yapmanın güçlüğüne rağmen, direnen korkudan korkmayan gazetecilerin kafaları koparılıyor. Daha birkaç gün önce “Sıra bende” diyebilen canım memleketimde istihbarat teşkilatlarının acziyetini ortaya koyduğu gibi, yapılanmaları su yüzüne çıkaran Nedim Şener hukuksuzca alındı. Sıranın kendilerine gelebileceğini daha yeni anlayan meslektaşlar daha yeni uyanmış gibi İstanbul’da Taksim, Ankara’da Kızılay meydanlarında sokağa çıktı. Ankara’da değerli dostum Nihat Genç ve gazetemizin yazarlarından Nuriye Atabey ile birlikte ben de eyleme katıldım. Avrasya Televizyonu, Kanal B basılıp sahipleri tutuklandığında günlük haber ile işi savıştırıp kapılarının çalınmayacağını zannedenlerin çoğu gösteriye katılıp, basına uygulanan faşist baskıyı protesto etti. Eğer gözaltında olmasa her daim duyarlı olan Müesser de yanımızda olurdu. Yüreğim burkuldu Müesser
Yıldız’a... Birkaç ay önce babasını kaybetmişti. Durumu her geçen gün ağırlaşan annesine şefkatle bakabilmek için 4 aydır yazmaya fırsat bulamıyordu. Memleketin derdiyle dertlenmekten başka hiçbir suçu bulunmayan Müesser telefonunun izinsiz dinlendiğini tespit edip hakkını hukuk çerçevesinde arıyordu. Ne tesadüftür ki mahkemeden iki gün sonra evinin kapısını sütçü yerine polis çaldı. Üstelik Müesser’in eşi de emniyet mensubudur. Emekli maaşını annesinin tedavisine yatıran Müesser, Oda TV’de yazdığı günlerde de tek kuruş telif ücreti almadı. Yabancı dili İngilizceyi İngilizlerden daha iyi biliyor, dünyanın dört bir yanında Türk ile ilgili dokümanları sabırla tercüme ediyordu. “Yüzyılın Hesabı: Türk’ü Tasfiye Projesi” adını verdiği olağanüstü eserini Bilgeoğuz Yayınları’ndan bastırmasında yardımcı olmuştum. Yeteri kadar tanıtımı yapılamadı kitabın. Yine de yılmadı. Avaztürk ve Oda TV’deki yazılarını derleyip yeni bir kitap daha hazırlıyordu. Tesadüfe bakın ki kitap yazanlarla, hazırlayanlar tutuklanıyor. Müesser âlemdir. “Türk’ü savunmak benim gibi yarı Kürt’e düşüyor diye nasıl da saldırıyorlar bilemezsin” sözleriyle sitemini dillendirirdi. İnsan sevgisinin yanında inanılmaz bir hayvan sevgisi de vardı Müesser’de. Oran Korusu’nda bulduğu bir tilki yavrusunu doğal ortamda koruyup besleyebilmek için gecenin karanlığında korkmadan yiyecek taşır, yavru ve anne tilkilere şefkat gösterirdi. Ne karanlıktan, ne koruluktan korkmayan Müesser “Asıl iki ayaklı çakallardan çekinmek lazım” sözleriyle içinde bulunduğumuz ortama gönderme yapışı halen kulaklarımda yankılanıyor. Deniz Baykal ile sabah yürüyüşlerindeki özel sohbetleri, aldığı özel bilgileri sansasyonel olarak yazma yerine dostça ketumluğu tercih eder, işsizlikten dolayı bir gün bile şikayet etmezdi. Gazetecilik heyecanını ondan başkasında görmedim diyebilirim. OdaTV’yi çökertmek için gereken her şey yapılıyor. Bir tek yöneticisi kalmadı dışarıda. Sevgili Nihat Genç dışında kimse kalmadı. Nihat da yalnız başına veryansın etmeye devam ediyor. Üstelik günlük yazarak defalarca destekliyor. “Anadolu topraklarının temiz, kir tutmaz olduğunu mümbit olduğunu söylüyordum. Nitekim Nedim Şener gibi Soner Yalçın gibi arkadaşlarımızı bu topraklar yetiştiriyor. Sakarya Savaşı gibi Çanakkale gibi uzun bir savaşın içindeyiz. Kavga bitmiş değil. Sonuna kadar mücadele edip kazanacağız” diyen Nihat Genç kafa koparma operasyonlarında başlarını sessizce uzatanların direnmesi, sesini yükseltmesi gerektiğini, eylem yöntemleri ile sıraladı.
Gelelim Ahmet Şık’a.... Nokta dergisinde askerler ile ilgili belgeleri yayınlarken alkışlanan Şık’ın imamlarla ilgili kitap hazırlığı yüzünden hedef seçilmesi manidar değil mi? Demek ki basındaki baskı sadece muhalif olanlara değil yandaş olmayanlara da sirayet edecek. Sıra elinde kalem olan herkese gelebilecek. Aylardır, yıllardır sessizliği tercih edenlerin uyanmaya başlaması bile ciddi bir kazanımdır. Haydi, gazeteciler, haberin unsurunu, eylemin sonucunu sizden daha iyi kim bilebilir. Gelin nöbete dökelim bu işi. Oturma eylemlerini başlatalım. Her gün bir gazetede bir sütun siyah ya da boş çıksın. Televizyonlar nöbetleşe beş dakika kararsın. Tencere, tava çalmaya başlasın kadınlarımız. Bu zulmü Türkiye’nin her yanına, dünyanın öbür ucuna duyurmanın daha bir çok yöntemi var. Var mısınız?