Kadın, çiçek ve demokrasi
Çiçek, insanların kendilerini ifade tarzıdır. Sevgi, sempati ve empatinin aracıdır. “Söylemek istediğini çiçeklerle söyle” diyenler esasında bunu anlatırlar.
Kadın ise etik, estetik ve değer üreten istisnai bir varlıktır. Bu yüzden Allah (cc) kadını yaratmış ve ayağının altına da cenneti koymuştur. Kadın, erkekten farklı olarak hem doğan hem de doğuran bir varlıktır. Dünya, kadının sayesinde var olmaya devam etmektedir. Kadın, insanlık için ontolojik bir varlıktır.
Demokrasi yaratılmış olan herkesi aynı gören, her bireyin düşüncesini yönetime katma imkanı veren bir yönetme tarzıdır. Gerçek demokrasiler hiyerarşilere ve konumlara değil birey olmaya önem atfederler.
Çiçek, kadın ve demokrasi arasında doğrusal bir ilişki vardır.
Kadını hor gören, ona layık olduğu değeri vermeyenlerin, demokratik yanları arızalıdır. Bu tür insanların zarafetin ve estetiğin sembolü olan çiçekle de işi olmaz.
Her yerdeki nüfusun en az yüzde ellisi kadındır. Demek ki demokrasiye olan inanç da kadına verilen önem ve inançla ilişkilendirebilir.
Bu nedenle Anayasa Uzlaşma Komisyonunca kabul edilen “Ne kadar ceza aldığına bakılmaksızın eşine ve çocuklara şiddet uyguladığı mahkeme kararıyla tespit edilenlerin milletvekili” olmasının engellenmesi, demokratik kültür yönünden doğru yönde atılmış bir adımdır.
Zira kadına/çocuğa yönelik şiddet ile demokrasi, bir terazinin iki kefesi gibidir; birisi alçalmadan diğeri yükselmez. Demokrasi yükseltilmek isteniyorsa, kadına ya da çocuğa şiddet uygulayanlar alçaltılmalıdır.
Ancak sorun eş ve kadına şiddet uygulayanları milletvekili yapmamakla sona erecek kadar basit de değildir. Bu tür tavırlar semboliktir.
Sorunu Türkiye açısından irdelediğimizde şu tespiti yapabiliriz: Türkiye’de kadına ve çocuğa yönelik şiddeti, terbiye aracı olarak gören sosyolojik bir zemin var. Konunun dini, tarihi, ahlaki ve kültürel kaynakları var.
Şiddetin çok yönlü ve değişik boyutlarıyla topyekun mücadele şarttır.
Bundan birkaç gün önce televizyona yansıyan bir görüntü vardı. Bir kadın canhıraş bir şekilde eşinden kaçarak bir dükkâna sığınıyor. Adam peşinden gidiyor ve dükkânın içinde eşini dükkan sahibinin yanında yerlerde sürükleyerek, tekme tokat dövüyor. Dükkân sahibi, olanı biteni görmezlikten geliyor. Daha sonra adam kadını tekme/tokat döverek dükkândan çıkarıp götürüyor.
Olaydan birkaç gün sonra dayak atan adam ile dayak yiyen kadın kameraların karşısına çıkarak birbirlerine sarılıp mutlu karı/koca rolü yapıyorlar. Dayak yiyen kadın “erkektir, döver de sever de...” tavrı sergiliyor. Dükkan sahibinin tutumu ise tam anlamıyla evlere şenliktir.
Kadına ve çocuğa şiddeti yalnız başına yasaların cezalandırması yeterli değildir. Aynı zamanda kadına ve çocuğa şiddeti çeşitli gerekçeler ileri sürerek toplumun da hoşgörü ile karşılamaması gerekir. Dayak yiyen kadının da dayağı onuruna indirilen bir darbe olarak görmesi şarttır. Şiddet, çoğu kez, müsait olanlara uygulanır.
Kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için üç alanın da şiddete kapatılması gerekir. Birincisi, kadın ve çocukların kişiliklerinin güçlendirilmesi yoluyla kadın ve çocukların dayağa müsait olmaktan çıkarılması gerekir.
İkincisi, toplumun kadına ve çocuğa şiddeti kınaması yetmez, aynı zamanda engelleyecek sosyokültürel tavırları geliştirecek bir konuma getirilmesi gerekir.
Üçüncüsü de yasaların, kadına ve çocuğa şiddete sıfır tolerans gösterecek duruma getirilmesi şarttır.
Kadın ve çocuklar kendi kendini kontrol yoluyla kişiliklerini, toplumsal kontrol yoluyla, sosyal şahsiyetlerini ve yasal kontrol yoluyla da can güvenliklerini güvenceye alabilirler.
Birey, otokontrol yoluyla kendi kendini, toplum, sosyal kontrol yoluyla birbirlerini, hukuk, yasalarla şahısları denetler. Yasaların varlığı ve mükemmelliği sorunun tamamının çözümü için yeterli değildir.