Kaderin böylesine yazıklar olsun
(Işıklar söner.. Hüzünlü bir müzik ile film başlar ve tok sesli seslendirmecinin gayet vurgulu ve kararlı ifadeleri , görüntülerin arkasından duyulur.)
- Günün adı Pazar, mevsimin adı ise Hazan’dı. Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş üç yiğit Ankara’da kaldıkları yurtta ders çalışmaktan yorulmuş, gözleri mosmor olmuştu. Derme çatma odaları ise buz gibi soğuktu.
(Kameralar üç yiğidin kaldığı yurdun odasına doğru zum yapar ve diyalog başlar.)
Durmuş;
- Yahu Yakup kaç gündür soluk almadan ders çalışıyoruz.Biraz ara versek mi?
Yakup;
- Doğru da ağabey ders çalışmaktan başka alternatifimiz var mı? Cepte sokağa çıkacak para mı var?..
Yakup, usulca Durmuş’un yanına sokulur ve kulağına fısıldar;
- Ağabey bizim Apo’ya son günlerde bir hal oldu. Üstüne büyük bir durgunluk çöktü. Hayalet gibi dolaşıyor.Yemeden içmeden kesildi. Verem olacak diye korkuyorum ekmek musaf çarpsın.
Durmuş, babacan tavrı ile olaya hemen el koyar;
- Apo neyin var senin a kuzum!.. Hakkari’de tankerlerin mi battı?..
Apo kafası önüne eğik ses vermez..
Durmuş üsteler;
- Hadi Apo kalk.. Sen, ben ve Yakup çıkıp şöyle kafaları güzelce dağıtalım.
Yakup;
- Ağabey kafa mı yapıyorsun. Cepte para mı var?
Durmuş;
- Para dediğin ne nedir lan, itiniz olur sizin. Her şey para ile mi çözülüyor? Benim yüksek yerlerde tanıdıklarım var, mesele yok. Yürüyün kalkın.. Papazın Bağına gidiyoruz. Hem ben ileride Merkez Bankası Başkanı olunca tüm borçlarımızı öderim. Kafanızı yormayın!..
Yakup;
- Ağabey, vakit geldi önce namazımızı kılsak.
Muhabbeti duyunca gözleri parlayan Apo hemen lafa girer;
- Kaza ederiz.. Vakit kaybetmeyelim.. Papazın Bağına gitmeden Avni ağabeye de bir uğrasak, güzel bir haber ajansları var, Amerikalı manitalar da geliyor.. Avni ağabeyin hem çayını içeriz hem de hazırladığı bildirileri alıp dağıtırsak bize üç beş kuruş çıkma yapar. Sonra da Site sinemasında üç film birdene gideriz.
Yakup;
- Boş ver be Apo, geçen de öyle dedin avucumuzu yaladık. Ben ileride büyük iş adamı olacağım. Bunların acısını çıkarırız. Sen bundan sonra Avni’ye kendi başına takıl.
Tok sesli ve de kararlı seslendirmecinin sesi yine duyulur;
(Üç kafadar neşe ile kaldıkları yurtlarından çıkar. Cepteki son bozuk paralarla yurdun önünde 7/24 hazır olan “si-mitçi” den aldıkları sıcacık simitleri iştah içinde ısırarak tabanvayla Papazın Bağına varırlar. Sota bir masaya kurulurlar.)
Durmuş garsona seslenir;
- Şefim bize güzel bir semaver hazırla bakalım..
Foku fokur kaynayan semaver gelir. Getiren garson ise Nuri Alço adında bir şahıstır. Semaveri masaya bırakırken Apo’nun kulağına eğilir.
- Ben sizi bir yerlerden hatırlıyorum. Akşam özel bir görüşme yapsak.
Nuri Alço, esasında telefon numarası yazılı küçük kağıdı dümenden masanın altına düşürür. Apo da kendisi gibi yiğit olan diğer Anadolu delikanlılarına çaktırmadan not kağıdını alır ve cebine koyar... Çaylar içilmiş ve yurda dönme vakti gelmiştir.
Yakup;
- Babalar hadi vakitlice yurda dönelim. Önce namazlarımızı kılıp ardından derse otururuz.
Apo;
- Siz gidin benim ufak bir işim var.
Durmuş;
- Avni’ye uğramadın ya, kurtlandın değil mi?
Apo;
- Kısa kesin. Diyarbakır havası olsun!..
(Yazı işlerinin bana verdiği santim-sütun ölçülerinden dolayı özetliyorum-aht-)
Akşam telefon ettikten sonra doğruca Nuri Alço’nun evine giden Apo müthiş ağırlanır. Envai çeşit yemeklerden tattıktan sonra çok sıkıştığından tuvalet izni ister. Apo, tuvalete gittiğinde hain Nuri Alço pis emellerini gerçekleştirebilme adına Apo’nun gazozunun içine ilaç koyar ve “nıhaha”, “nıhaha” diye güler. Tuvaletten çıktıktan sonra gazozu afiyetle fondip yapan Apo adeta canavarlaşmış bir halde evden fırlar ve bir daha yurda dönmez. Kader ağlarını iki ters bir düz örmüştür. O günden sonra gazeteler hep Apo’nun icraatlarını yazar. Veee, yıllar sonra Durmuş, Merkez Bankası Başkanı olmuş Yakup da başarılı bir işadamıdır. Apo ise gazoz kapağı kaçakçılığından içerde yatmaktadır. Durum gerçekten içler acısıdır.Yüksek yerlerdeki tanıdıklar devreye girer.
(Kamera, arka plandan avukatın kafasının arkası ve yargıçların yüzü görünecek şekilde mahkeme salonuna zum yapar)
Baş yargıç;
- Avukat Bülent bey buyurun. Söz savunmanın!..
Avukat Bülent; (ağlayarak):
- Efenim yazılı savunmamızı yüce heyetinize sunduk. Müsaade ederseniz sizlere çok önemli bir tanık dinleteceğim.
Mübaşir bağırır;
- Nuri Alçoooo...
Mahkeme salonunda bulanan herkes şaşkın şaşkın birbirine bakar,
Baba baş yargıç;
- Anlat oğlum bildiklerini..
Nuri Alço;
- Efendim, ben çok kötü bir adamım. Bu saf çocuğu TECE’nin kötü emellerine alet ettim. Gazozuna ilaç attım. Esasında kendinin hiçbir suçu yoktur. Ne yaptıysa ilacın etkisinden dolayı bilmeden yapmıştır. İlacı da Ergenekon’dan getirtmiştim. Örgütümüzün bir numarası Mustafa Kemal’dir. Onun talimatlarıyla Abdullah Öcalan adlı masum kuzuyu tuzağa düşürüp kirli emellerimize alet ettik. Ahanda saklandığı yerin adresini de veriyorum. Anıt caddesi Tandoğan, Anıtkabir.
“Hımmm” diyen babacan baş yargıç bir sağa bir sola eğilir yanındakilerle fıs fıs konuşur;
- Yaz kızım..
(şakır şakır daktilo sesi fonda)
- Abdullah Öcalan’ın beraatine, iade-i itibarına, Mustafa Kemal denen teröristin derhal yakalanıp tevkif edilmesine ve TECE’nin kapatılmasına oy birliği ile karar verilmiştir.
Abdullah Öcalan, kameralara mel mel bakan kolluk güçlerinin arasından fırlar ve karar karşısında hüngür hüngür ağlayan avukatı Bülent’i bir güzel
kucaklar.
THE END...