Japonya ve kültür
Japon kalkınmasındaki sırrı tüm dünya özellikle 1905 yılından beri araştırmakta. Niçin 1905 yılı? Çünkü bu yıl, Japon donanmasının o büyük Rus donanmasını tümüyle perişan ettiği yıldır. Özellikle bu savaştan sonra Batı’nın Japonya konusunda gözü açıldı. Japon başarısının sırrını araştırmaya başladılar.
“Krizantem ve Kılıç” geçtiğimiz yüzyılda çok okunan eserler arasına girmişti. Yayımlanan kitapların çoğu başarıya duyulan ‘hayranlığın’ etkisinde kaleme alınmış; ‘sırtı sıvazlanan’ bir Japonya fotoğrafı ortaya koyuyordu. Fakat 25 yıl Japonya’da yaşamış olan Hollandalı gazeteci Karel van Wolferen’in, 1988’de yayımlanan “Japon Gücünün Sırrı” kitabı, objektifliği ağır basan eserler arasında yer aldı.
Türkiye’de, “Japon mucizesi” ne dikkatlerimizi çeken yayınların en önemlisi, 1980’li yılların başında yayımlanan Bozkurt Güvenç’in “Japon Kültürü” dür. Hatırlıyorum, o yıllarda, Hamle Dergisi’nde bu kitapla ilgili bir makalem yayımlanmıştı.
Japon gücünün sırrı!
Hâlâ araştırıp duruyoruz
Sanılıyor ki; Japonlar 1860’larda Amiral Pery’nin zorlamasıyla Batı’ya açıldı ve kısa sürede gelişti; harikalar yarattı...
Hiç de öyle değil!
Japon mucizesi uzun bir sürecin eseridir. Japonlar 19. yüzyıla kadar derebeyi Şogunlar buyruğunda, kendine özgü bir gelişmişliği zaten yaşıyorlardı. Sözgelimi tarım konusunda 14. yüzyılda bile hangi toprak çeşidine ne ekileceğine dair ellerinde kitapları vardı. Ve Şogunların hepsi de, egemen oldukları kentlerde halkı ezmiyor; sömürmüyordu. Çoğu, kendi varlıklarını ‘Japon ruhu’nun temsilcisi olarak görüyordu. İçlerinde zengin olmayan da vardı. Evindeki değerli eşyaları kapı kapı gezerek satan Şogunlara da rastladı Japon tarihi.
Japonlar için ‘Japon ruhu’ önemliydi. Batı’nın ‘dünyasını’16. yüzyılda Portekizliler ile tanıdılar. Bu Portekiz ilişkisinin ‘Japonluk bilinci’ni zedelediğini anlayınca, 19. yüzyıla kadar içlerine kapanmayı da bildiler. Ama bu kapanma, yoz bir anlayışın ülkeye egemen olmasına yol açmadı; Japon kültürünün beslediği yüksek kişilik hep diri kaldı. Bilge Onda başa geçtiğinde, “Bundan sonra halk nasıl yaşıyorsa ben de öyle yaşayacağım” deme ve dediklerini uygulama erdemini gösterdi. Bizdeki gibi Avrupa’dan borç para alıp saray yaptırmadı kendisine... Japon balığının başı ‘kokmuyordu’! Ve tüm Japonya, 19. yüzyıl sonlarında Meiji veya ‘Aydınlanma’ dönemi denilen süreçte, çağın Japonlar için doğru olan yönelişine girdiler ve başardılar. Bu nedenle; 35 yıl sonra da Rus donanmasını (1905’te) perişan ettiler... Ve yine bu nedenle, 2. Dünya Savaşı’nda yıkıldılar; ama 10 sene sonra o ‘beyin gücü’sayesinde tekrar dirildiler!
Günümüzde mi?
Günümüzde, günde 2 bin bilimlik buluş ortaya koyuyorlar!
Bizde kimileri “harf devrimiyle milleti bir günde cahil yaptık” deme gafletinde bulunur. Oysa Cumhuriyet’i kurduğumuz 1923 yılında, Türkiye’de okuma-yazma oranı yüzde 4 idi. O yıl Japonya’da ise yüzde elli! Yüzyıllar yüzyıllara cahil bir halk devretmişti bizde. Onlarda ise beyin kodları açık bir halk! Bu nedenle Abdülhamit Han’ın anılarında geçen: “Japonya bir ada, bizim gibi değil; biz çok düşmanla uğraştık” sözüne katılamıyorum.
Japon kültürüyle oluşan ‘Japonluk’ ruhu, Japon harikasının yaratılmasında en büyük itici güç oldu.
İLİŞTİRİ: Elazığ Hazar Şiir Akşamları’nın çağrılısıyım. Gelecek hafta bu görkemli kültür şöleninden söz edeceğiz.