James Köksal...
Turgay Beşyıldız- Yeniçağ
Yaklaşık 40 yıl kadar önceydi...
Yaşı bir asrı geçmiş, eğitim ve öğretimde zamanın üniversitesi gibi görülen, futbolda da dünya şampiyonu olan Trabzon Lisesi’nde öğrenciyiz.
Spor ve okuldan kalan boş zamanlarımızı da birkaç yakın arkadaşla bazen doğup, büyüdüğümüz Yenimahalle Bahçeli Evler’de, bazen de baba mahallemiz Ganita sahillerinde geçirirdik.
Yine bir hafta sonu Ganita’da, deniz kıyısındaki kayaların üzerinden atlaya zıplaya denizin yosun tutmuş ıslak kayalara ve siyah kumsala vurduğu yere kadar indik.
Orta yaşlarda yakışıklı bir ağabeyimiz, giydiği krem renkli pardesünün yakalarını denize karşı kaldırmış, bir kayaya yaslanmış vaziyette, kayalara hafif hafif vuran köpüklü dalgaları izliyordu. Yanında okurken ara verip, kenara koyduğu bir kitap duruyordu.
Denizin ve martıların sesinden başka etrafta çıt yoktu.
Baktık ki; beyaz dantel örtüsüne benzeyen dalgaları, dalgın bir vaziyette izleyen bu kişi, zamanın öğretmen okulu olan, şimdiki Kanuni Anadolu Lisesi’nin bahçesinde mahalle maçlarında çok iyi futbol oynadığı için tanınan, düzgün Türkçesi ve engin filozof, felsefi görüşleriyle bilinen, ayaklı kütüphane, bilgi deryası Köksal Ağabeyimiz idi.
Hücum oyuncusuydu. Belini ve vücudunu öne doğru kırarak, önündeki topun üstüne doğru eğilir, her iki kolunu yana doğru açar, topa vücuduyla kapaklanır, kenar çizgide sürerken topla adeta vals yaparak dripling yapardı.
Vefat etmeden yıllar önce, şimdi yerinde olmayan toprak zeminli Yavuz Selim Sahası’ndaki belli bir yaş grubunun oynayabildiği Veteranlar Turnuvası’nda, çalıştığı kurumu Trabzon Petrol Ofisi adına bir maçta forma giyerken göze batınca, karşılaşmayı arkadaşlarıyla tribünden izleyen rahmetli Ahmet Suat Özyazıcı, yanındakilere Köksal Abi için ‘’ Bu adam da kim ya? Bu yaşına gelene kadar nerelerdeydi de, bunu
göremedik’’ demiştir.
*
1940 yılında doğduğu Trabzon’un, çağdaş güzel insanlarından, kitap kurdu biriydi.
Mustafa Kemal Atatürk, Mevlana ve Yunus Emre ve doğa düşkünüydü…
Onu kâh kayaların üstünde güneşin batışını, kâh sabahın köründe kumsalda günün doğuşunu seyrederken görürdük genelde.
Şimdilerde beton yığını olmuş Ganita’nın, bir ara plastik masa ve sandalyelerle çirkinleştirilen sahilini iyi ki görmedi. Ganita sahilinin şimdi yeniden düzenlenerek eski günlerine kavuşmasını görseydi, en azından mutlu olurdu diye düşünüyorum.
Mahallenin çocuklarıyla kumsaldaki çöpleri toplar, temizlerdi. Yemyeşil gözleri vardı, yakışıklıydı. Aynı zamanda ilerleyen yaşına rağmen müzmin bekardı.
Yomra’da Petrol Ofisi Bölge Müdürlüğü’nde devlet memuru olarak çalışıyordu. Odasına destursuz giremezdiniz.
Temizlikten ve çiçeklerden odası mis gibi kokardı. Çok temiz ve titiz biriydi ve temiz çevreyi, doğayı, çiçekleri, ağaçları, rengarenk böcekleri, kelebekleri aşık olmuş kadar çok severdi.
Bir hafta sonu yine ona rastlayınca, kayaların üstünden yürüyerek yanına yaklaştık. “Merhaba Köksal Abi, nasılsın?’’ dedik. Bize bakmadan, başını bile kaldırmadan, gözlerini dalgalardan almadan, dalgın halde cevap verdi.
“Çocuklar beni rahatsız etmeyin ve beni lütfen müziğimle baş başa bırakın.” Şaşırdık ve arkadaşlarla birbirimize baktık. Nerede müzik çalıyordu ki, etrafta müzik sesi de yoktu.
Sonra anladık ki müzik sesi dediği dalgaların kayalara ve kıyıya vuruş sesiydi.
Gençlik cahilliğimizle kıs kıs gülerek uzaklaştık. Yaşımız ilerleyip onu daha fazla tanımaya başladıkça “Meğer ne kadar da haklıymış.” dedik.
*
Köksal Koç Ağabeyimizin genç yaşta ölen Amerikalı aktör James Dean’e benzerliği nedeniyle, Trabzon’ da ki lakabı ‘’James Köksal’’ idi. Mahallenin bazı kızlarından ona, onun da bir kıza platonik aşıklığı vardı!
Yeri geldi mi çok şık giyinirdi. Diş teknisyeni merhum babam 28 yaşına gelip evlenip, Ganita’dan, Sotka Sahiline taşınana kadar kapı komşusuydu Nam-ı diğer James Köksal.
İtalyan Santa Maria Katolik Kilisesi’ne inmeden, 50 metre geride solda tam köşedeki pasajın
yerinde, o zamanlar geniş bahçeli 3 katlı müstakil ahşaptan harika bir Türk mimarisiyle yapılmış bir ev vardı.
Ünlü Diş Tabibi, Merhum Dr. Cemil Bulak’a ait idi. Hemen bitişiğindeki küçük şirin bahçeli dışı sarı boyalı, taşlıklı, tek katlı müstakil evde de Köksal Ağabeyimiz yaşardı. Arada bir duvar vardı.
Bir gün, Ganita Çay Bahçesi’nden Atatürk Alanı’na, meydana doğru ara sokaktan çıkarken denk geldiğimizde beni evine davet etmişti. Pikap, plakçaların üstünde zamanın üstatlarından Suat Sayın’ın Long Play’in de ‘’ Yollar uzak gelemedim, muradıma eremedim, tutunacak dalım sendin, kıymetini bilemedim ’’parçası çalıyordu.
Plakçaları göstererek: ‘’Bu söyleyeni tanır mısın’’ diye sordu. ‘’ Hayır Abi ‘’ dedim.
Tebessüm etti: ‘O Zeki Müren’den sonra gelen en değerli sestir, bestekar Suat Sayın.’ dedi. Ardından Hüdai Aksu’nun udu yankılandı odanın içinde.
Suat Sayın gibi, Hüdai Aksu şimdi rahmetli olmuş sanatçıları genç yaşta ilk kez orada öğrenmenin ezikliğini hissettim.
Evindeki her şey düzenli tertipli ve sıra sıraydı. Sabun koleksiyonundaki kokulu renkli sabunlarını, kol saatlerini, kalemlerini bile arka arkaya, yan yana asker gibi masanın üstüne dizmişti. Düzenine tertibine hasta olmuştum.
O günden sonra o hastalık bende de, onun kadar olmasa da kaldı.
Yine bir gün Santa Maria Katolik Kilisesi’nden yukarıya, o yukarıya evine doğru, ben aşağı deniz kıyısına doğru, merdivenlerde rastlaştık.
Morali çok bozuktu, yeşil gözleri ağlamaklıydı. ‘’Hayırdır Abi. ‘’ dedim. ‘’Evime gece hırsız girdi. Yılarca biriktirdiğim gözüm gibi baktığım, her türlü bütün koleksiyonlarımı çalmışlar. Hiç birine de acımadım da o gün sana gösterdiğim gardropdaki jilet gibi duran tüm takım elbiselerimi de çalmışlar.’’ diyerek başını öne eğdi ve merdivenlerde yukarı yine ağır ağır hiç konuşmadan, üzgün, yürüyerek devam etti.
Maddiyata hiç değer vermeyen Köksal Koç, yani James Köksal Ağabeyimiz, bu olaydan sonra üzüntüsünden üç gün evden dışarıya hiç çıkmadı.
*
Annesi Binnaz Hanım ve babası ‘Koç Dayı’ lakaplı Zühtü Beyi zamanla kaybettiği için yalnız yaşıyordu. Erkek kardeşlerinden Özkan da kendisinden yıllar sonra vefat etti. Diğer erkek kardeşleri Miraç ve Mustafa Kuşadası’nda yaşıyorlar. Tek bir keserle kayık yaparlar! Ablası Ruhsan Hanım kardeşlerin en büyüğü, İstanbul, Sarıyer’de yaşıyor.
Anlayacağınız; Orijinal bir Ganitalı ailesiydi. James Köksal'ın kardeşleri anlatmıştı. "Ganita'da yüzme yarışları yapardık. Dalgalı denizde viya kayardık. Saatlerce sudan çıkmazdık. Viya kaymayı çok severdik. Dalgayı biraz açıkta beklerdik. 3-4 metrelik dalgalarla kayardık ama Köksal Abimiz şöyle derdi bize 'Bu dalgalar bir şey değil, bekleyin suyun tanrıları henüz gelmedi. (büyük dalga) Sörfçülerin sörf tahtası ile yaptığını, biz tahtasız yapardık."
2002 yılının, yanlış hatırlamıyorsam kara, soğuk bir şubat günüydü.
Mahallesinin bakkalı Cumhur; her gün önünden geçen Köksal Ağabeyi bir, iki gün göremeyince şüphelenmiş polisle kapıyı açtırmış. Komşuları ses sanatçısı İlhan Yavuz da yanlarında eve girmişler.
Ganita’daki Katolik Kilisesi’ne yakın o yalnız yaşadığı evinde, sobanın yanında yerde uzanmış, başında biraz kan yatar halde cansız bedenini bulmuşlar.
62 yaşındaydı. Kalp krizi geçirmiş, düşerken başını da sobanın kenarına çarpmış.
Tek başına yaşadığı için kimsenin haberi olmamış, haliyle kimse de müdahale edememişti.
Ganitalı James Köksal’ın cenazesi, Aydınlık Evler semtinin biraz yukarısında kalan aile mezarlığına defnedilmişti.
Kimseyi incitmemeye çalışan, dedikodu medikodu! ile işi olmayan Hümanist biriydi.
Ekolojik sisteme olan hayranlığı ve sevgisi, futbol sevgisine ve futbolcu olmasına ağır basmıştı. İyi bir futbolcu olurdu ama olmayı hiç düşünmedi.
*
O, artık bizim her geçen gün yok edilen Arnavut kaldırımlı sokakların hatıralarında kaldı.
Şimdi bazı yaz geceleri, Ganita’da bir yerlerden bir şarkı duyulur derinden...
Suat Sayın‘ın Muhayyer Kürdi bestesini, Zeki Müren okurken;
‘’ Akşam olur gizli gizli ağlarım, kaderin dilinden iyi anlarım,
Keder öğütmekle geçti yıllarım, beni değirmende taşa döndürdün…’’
şarkısı, omuzdaki kemanın ağlayan sesiyle, o dönemlerin papazı Tatisyano’nun evinden aşağıya, denizdeki tombul kayaya doğru havada yankılanarak iniyordu.