'İzleyici paşalar'
Bir ay önce, vefatının birinci yıldönümünde rahmetli Behiç Kılıç’ı eski yazılarından biriyle anmıştık. Evvelce gazetede okumayan, “Kürtçülük Sorunu” üzerine yazılmış o satırların bugün kaleme alındığından zerre şüphe duymazdı.
İyi gazeteci olmak, iyi fikir adamı olmak, aydın olmak galiba en çok buna bağlı;
Daha çok histen mi, bilgiden mi, tecrübeden mi beslenmeli bilmiyorum ama aydın dediğin önce “öngörülü” olmalı. Gidişin nereye olduğunu kavramalı ki, havada kalmasın topluma ikazları.
Dün çok sevdiğim, benim için Türk Milleti’nin yetiştirdiği en güçlü kalemlerden olan Necdet Sevinç’in vefatının birinci yılıydı. Behiç Abi gibi onun mirası da yazılarıydı.
Ne dersiniz, o büyük Türk aydınını da 7 yıl önce kaleme aldığı ve bugün “nasıl olur” dediğimiz manzaranın “işaret fişeği” gibi olan yazılarından biriyle analım mı:
“AMİRAL Calthorpe, 14 Mayıs 1919’da 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya bir nota vererek ” Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi gereğince itilaf devletlerinin İzmir’i işgal edeceğini “ bildirir.
Nadir Paşa, durumu Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya arz edip, nasıl hareket etmesi gerektiği hakkında talimat ister. Şakir Paşa, vatana ihanet etmekte olan Hükûmet’e öylesine itaatkârdır ki, Nadir Paşa’ya verdiği cevapta “Notanın Mütareke hükümlerine dayandığını, dolayısıyla muvafakat edilmesi lazım geldiğini” emreder. Vali de İzmir’in yunanlılar tarafından işgal edileceğine dair haberleri “bazı kötü niyetlilerin uydurmaları” olarak değerlendirir.
İşte bu gaflet, dalâlet ve hatta hıyanetten ötürü 15 Mayıs’ta yunan askerleri İzmir’e çıkarlar!
Türk subaylar, rütbesiz yunan askerleri tarafından caddelerde tokatlanırken Nadir Paşa, elinde beyaz bir bayrakla düşmana teslim olur!
İzmir’e çıkan yunan askerlerini Kordonboyu’nda dualarla karşılayan Metropolit Hrisostomos, onlara cennete nasıl gideceklerini şöyle anlatır:
- Ne kadar Türk kanı içerseniz, cennet size o kadar yakın olur!
Sonra yunan askerlerini kucaklamak için sahile yığılan rum kalabalığa dönüp, haykırmağa başlar:
- Feslileri öldürün!.. Feslileri öldürün!..
Bu çağrı; Pontus Çeteleri adı verilen muhtelif cinayet şebekelerini bizzat yönetmekte olan Trabzon, Samsun, Giresun, Amasya Metropolitleri tarafından da tekrarlanır.
İşte Mustafa Kemal Paşa o günlerde Samsun’a çıkar.
Fakat vatana ihanet hâlindeki hükûmete şerefsizce itaat etmekte olanlar yukarıda zikrettiklerimizden ibaret olmadıkları için Gazi’nin işi zordur. Bugünkü ifadesiyle Genelkurmay Başkanı demek olan Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi, bir teslimiyet belgesi olan Mondros Mütarekesi’ne başeğmekle kalmamış, silâh ve cephanenin düşmana teslim edilmesi için birliklere emir de göndermiştir.
İhanet bunlarla bitmemiştir.
Sadrazam Tevfik ve Sadrazam İzzet Paşalar, Türk Milleti’ni ingilizler’in himâyesi altına sokmak için uğraşmış, Sadrazam Ferit Paşa, Kuva-yı Milliye’ye karşı düşmanla resmen işbirliği yapmaktan sıkılmamıştır.
Fakat bu şartlar altında bile sefil bir ölüme mahkûm olmaktansa vuruşa vuruşa ölmeyi tercih eden Mustafa Kemal Paşa, “Esas olan Türk Milleti’nin haysiyeti ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir “ diyor ve devam ediyordu:
- Egemenlik hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve belirti de ortaklık kabul etmez! Binaenaleyh, ya istiklal, ya ölüm!
Egemenliğimizin devredilmekte oluşunu Şakir, Nadir ve Ferit Paşalar gibi seyretmekte olanlara ithaf olunur.”
Allah biliyor da fırsat vermiyor
Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı’nı “İngiliz projesi” olarak gösteren yazısından sonra “İngiliz parmağı takkenin altında saklı” dedik, 93 Harbi’nde, 1. Dünya Savaşı’nda, Milli Mücadele’de her biri birer “İngiliz projesi” olan isyanların takkesini düşürdük ya, küplere binmiş Ali Ünal.
Benim gibi rejim tarafından beyni yıkanmış, tek taraflı okumalarla iradesi bağlanmış, aldatılmış, kandırılmış bir zavallı, bir “Cumhuriyet kurbanı” adına duyduğu üzüntüyü bildirmek üzere uzunca bir e-posta yollamış. Ruhumu vesayetçilerin esaretinden kurtaracak -şifa niyetine- bazı yazar ve kitap tavsiyelerinde bulunmuş. Referanslarına bakınca daha iyi anladım neden böyle olduğunu!
“Biz” diyor artık kimi kastediyorsa onlar “hep mazlum, asılan, işkence çeken, takip edilen” olmuşken...
“Siz” diyor artık kimi kast ediyorsa bizler “hep zulmeden, bombalayan, öldüren, asan, kesen taraf” olmuşuz!
Vardır Allah’ın da bir
bildiği...
Kendilerinden olmadığını/olmayacağını keşfettikleri kişilere karşı nefret bileyen zihniyetin, elinden gelse “öteki” ilan ettiği herkesi kör testere ile kıtır kıtır doğrayacağını biliyor da o fırsatı vermiyor demek ki!
+++
Sizi kurtaracak
teknoloji imal edilmedi
Son kullanıcıya bir milyona yakın bedava dağıtılan basılı kâğıt, bir ay önce yanlış ve sahte olduğu belgelenmiş konuyu yeniden ısıtıp manşetine çekiyor... Göksel Genç isimli birinin imzasıyla “Genelkurmay Başkanlığı’nın İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği orijinal belgeler, Balyoz delillerinin sahte olduğu iddialarını çürüttü” diye, bir aylık kokmuş pilavı yeniden ısıtıp millete yedirmeye çalışıyor. Neden?
“Kardeşim, bizimle sahtekârlıkta ısrarda yarışamazsın” demek için mi?
Bir koku mu aldılar, “Eyvah dava dayanaklarının sahteliğinin ortaya çıkması ve çürütülmesi karşısında, mahkeme artık dayanamaz ve gelecek hafta bazı tahliyelere karar verir” endişesiyle mi?
Mahkemelerdeki kendi adamlarıyla baş başa verip aralarında, “Karşı kamuoyu yaratalım, bize destek çıkın ki biz de tahliye vermek zorunda kalmayalım” gibi bir görüşme oldu mu?
Yoksa, bütün bu sahte davaları kotaran, mahkemeleri kullanan cemaat ve iktidarın sivil-güvenlik “beyin”lerinin verdikleri bir kararla mı bu haberi yaptınız?
Amaç, mahkeme iradesini tamamen kendi baskıları altında tutmak ve bir “taş duvar” gibi davranmalarını sürdürmelerini sağlamak ve muhtemel tahliyeleri önlemek mi?
Tabii bir özel soru daha var, bunu da gazetecilik merakıma sayın:
Taraf vb. gibi tetikçileri, Görmüş gibileri, bu haberiniz için, geçmişte olduğu gibi neden kullanmayı tercih etmediniz? Bir “sorun” (güven sorunu) mu var?
(...)
Balyoz enkazının altında kalmışlar ve imdaaaaaat diye bağırıyorlar, “Kurtaran yok mu?”
Yanıtı verelim:
Yok kardeşim... Sizi kurtaracak bir teknoloji henüz imal edilmedi!
Orhan Bursalı / Cumhuriyet
+++
Dün Müslüman katleden Hristiyan askerlerin sağlığına dua edenin, bugün VIP cami açmasına şaşırmamam gerektiğini fark ettim!
Umarım AKP’liler de fark eder!
Mehmet Ali Güller / Aydınlık
+++
“Parasız eğitim” vaad eden
Başbakan’ın iktidarında
“parasız eğitim” isteyen
öğrenciler “örgüt”le ilişkilendirilip cezaevine gönderilmişti!
Cumhurbaşkanlığı aşkı nelere kadir
Haber doğruysa, yalanlanmadığına göre doğru.. Başbakan üniversite harçlarının kaldırılmasını istemiş..
Yani Başbakan..
Bu uğurda dayak yiyen çocuklarla, bu uğurda gaz bombasıyla tanışanlarla, bu uğurda okuldan uzaklaştırılanlarla, bu uğurda gözaltına alınanlarla, bu uğurda tutuklananlarla, bu uğurda 8 yıl hapiste mahkum olanlarla aynı şeyi söylemiş..
Parasız eğitime hayır..
Bir farkla..
Biber gazı sıkılan, okuldan uzaklaştırılan, gözaltına alınan, tutuklanan, hapis cezası yiyenler..
Slogan atmıştı..
Pankart açmıştı..
Başbakan talimat verdi!..
H
Başbakan parasız eğitime geçilsin talimatı verdiği için alkışlanıyor..
Başbakan’dan parasız eğitime geçmesini talep edenler ise dayak yiyor..
(...)
O çocuklar ne olacak şimdi? Çektikleri onca acı nasıl telafi edilecek..
Üstüne bir bardak su içecekler tabii..
Burası Türkiye..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
AKP’nin en büyük rakibi Erdoğan
AKP adlı ittifakın, sınıfsal gerçekliği ile tek adamlık liderliği arasında hızla açılmakta olan bir makas söz konusu. Erdoğan’ın Başkan ya da Cumhurbaşkanı olarak, tek adamlığını Çankaya’da da her koşulda sürdürmek arzusu kendisini adeta partisinin en büyük rakibi haline getiriyor, onu eziyor.
Erdoğan, Çankaya’ya birinci turda çıkabilmek için aritmetik olarak da partisinden daha fazla oy almak zorunda tabii... Ama o AKP’yi oy sandığında gerçekten de geçmek, partisine şöyle bir 10 puan fark atmak için yanıp tutuşan bir lider görüntüsü veriyor... AKP’nin sınıf ittifakı kontratını zorladıkça zorluyor, baskılıyor.
Kadri Gürsel / Milliyet
+++
Hep Necip Fazıl okudular Yahya Kemal okumadılar
HEP Necip Fazıl okudular.
Necip Fazıl okudukça da...
* Tumturaklı laflar etmeye bayılır oldular.
* Sakarya Türküsü’nü ezberlediler.
* Sert oldular, sekter oldular.
* İnce şeylerle ilgilenmediler.
* Gündelik politikalara fazla angaje oldular.
* Kültür adamı olmak yerine aksiyon adamı oldular.
Keşke biraz da Yahya Kemal okusalardı.
Hiç değilse...
Özlem duydukları, özendikleri, nostaljiyle andıkları medeniyetin inşasındaki inceliklerden, ruhtan, özden de haberdar olurlardı.
(...)
Bugün Türkiye’yi yönetenler...
* Eğer Necip Fazıl okudukları kadar Yahya Kemal de okusaydılar: Mimar Sinan’ı taltif etmek adına gökdelenlerin arasına Mimar Sinan eserlerinin kopyasını kondurarak “Yaptım / Oldu” diyen müteahhit Ali Ağaoğlu stilini benimsemezlerdi.
* Eğer Necip Fazıl okudukları kadar Yahya Kemal de okusaydılar: Özendikleri medeniyetin nasıl bir birikimin ürünü olduğunu biraz olsun düşünürler ve en azından bu denli kendilerinden emin olmazlardı.
* Eğer Necip Fazıl okudukları kadar Yahya Kemal de okusaydılar:
Eksiklerini fark ederler, özgüvenlerini tırpanlarlar, “kopya abideler kondurarak” tarihe geçilmeyeceğini anlarlar, biraz daha alttan alırlardı.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
KISA... KISA...
* Geçtiğimiz hafta Yeni Şafak’taki Genel Yayın Yönetmenliği görevinden istifa eden Yusuf Ziya Cömert Star gazetesi Genel Yayın Danışmanı oldu.
* Milliyet gazetesinin yazılarına son verdiği Nuray Mert T24 haber sitesinde yazmaya başladı.