İsyancıdan Paşa olmaz!
Düzenli (nizamî) ordular arası savaşta iki taraf ordu komutanları, karşı tarafta komutan değişmesinden rahatsız olur. Çünkü mevcut komutanın kişiliğini tanımıştır; hangi olaya nasıl tepki vereceğini az çok bilir. Oysa yeni gelecek düşman komutanını tanıması zaman alacaktır... Devletin terörle mücadelesinde ise durum tersinedir. Gayrinizamî savaş yürüten terör örgütü liderinin bir an önce kesin olarak yok edilmesi esastır. Çünkü başı koparılan terör örgütü ya dağılır, ya da yeni lider (liderler) buyruğunda gittikçe zayıflar; etkisiz duruma gelir. Devlet olarak siz, terörist başını yok etmeyip hapsederseniz; o terörist başının kullandığı kitleye umut verir; terörün beslendiği ortamı psikolojik bakımdan örgüt adına verimli duruma getirirsiniz; Türkiye’de olduğu gibi!
Türkiye, ruhsuz, vicdansız bir terörist başını yok edemedi. Türk tarihine bu utanç nasıl eklenir, bilemiyorum. Adı her anıldığında, göğsünde üç kurşun deliği olan bir aylık bebek fotoğrafını anımsadığım o kanlı katil yok edilemediği gibi; şimdi de onun için af kampanyası başlatıyorlar. Söz gelişi çoğunlukla abuk-subuk sözler eden bir profesöre göre; isyancı bebek katili affedilmeli; sonra da Bodrum Türkbükü’nde oturmalıymış. Osmanlı isyanı bastırmak için böylelerine Paşalık verirmiş! Dikkatinizi çekerim; bunu mahalle berberi söylemiyor; üniversitede profesörlük yapmış eli kalemli birisi söylüyor!
Gerçek şu ki; devlet toprağında başka bayrak çekerek devlet kurmak isteyen isyancıları idam etmek, Osmanlı’da esastı. Bu durumun çok az istisnası vardır. Hatta kesik başın gümüş tepside Padişah’a sunulması bir gelenekti. Bırakınız fiili isyanı; isyana hazırlananı bile -Balkanlardaki Pazvantoğlu Ömer gibi- idam ederlerdi. O profesör kendince birilerine ’akıl’pazarlarken 1860’daki Fırka-î Islahiye olaylarını, kişisel çekişmeler sonucu oluşan kanunsuz tavırları; bebek katilinin bayraklı isyanına benzetme kurnazlığında da bulunuyor.
Evet, Osmanlı Katırcıoğlu Mehmet gibi eşkıyalara Paşalık (Bu tür paşalara Başıbozuk Paşası denirdi.) vermiştir.
1640’lı yıllarda Isparta yöresinde Toroslarda kervan soyan Katırcıoğlu Mehmet, Padişahtan af diler. Padişah da affeder. Katırcıoğlu İstanbul’da bir süre devlet işlerini öğrendikten sonra, önce Beyşehir Sancağı’na, sonra da Karaman’a Vali olur. Artık adı Katırcıoğlu Mehmet Paşa’dır. Devlete sadakatini ise şu olay pek güzel anlatır:
Halep Valisi İpşir Paşa isyan hazırlığı içindedir. Karaman Valisi Katırcıoğlu’na beraber olalım diye mektup gönderir. Paşa, mektubu getirenlere şöyle der:
“- Bakın bire herifler! Ben dağ başında eşkıya olarak gezerken Hak Teala bana böyle bir ekmek verdi. Ben, Padişahımın her zaman yanındayım, ihanet etmem! Eğer üzerime gelirseniz, işe yarar altı bin askerim var. Boğazları kapatır, sizleri kırarım. Varın gidin, istediğiniz gibi söyleyin bire kahbe avratlı gidiler!” (Bkz: İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 17. yüzyıl)
Katırcıoğlu Mehmet Paşa, devlete candan, gönülden hizmetini sürdürür. Girit savaşına katılır. Türklüğün övüncü Gâzi Deli Hüseyin Paşa’nın buyruğunda destanlar yazar. Sonunda ileri yaşına karşın, kılıcı elinde şehit olur. Mezarı Girit’tedir. (İliştiri: Katırcıoğlu’nun soyu Isparta yöresinde hâlâ sürmektedir. Rahmetli Alparslan Türkeş’in ilk eşi rahmetli Muzaffer Türkeş Hanımefendi bu soydan idi.)
Halen örgütünü yöneten bebek katiline af için, Katırcıoğlu Mehmet Paşa gibilerini örnek göstermek, tarihin katili olmak demektir.
Haftaya buluşmak dileğiyle...