İstifa yetmez...
Yazı hayatımın en zorunu kaleme alabilmenin, duygularımı yansıtamayışımın acısını anlatmam mümkün değil. Tıpkı 3 Mayıs 1944'teki "kara bir gün" tabirini zikretmekle teselli bulabilir miyim diye bile düşünemiyorum. Zira gerçek Türk Milliyetçilerinin, sorumlu aydınların gayretlerine rağmen öfke içinde sessizliğini koruyan seçmen "uyuşmazlığa" fatura kesmiş oldu. Sonuçlar tam anlamı ile kesinleşmemiş olsa da; adını koymayanlara rağmen, Türk Milletinin tüm olumsuzluklara rağmen yanlış karar verdiğine inanmıyorum. 7 Haziran'da "sarı kart" gösteren seçmenin mesajını algılayamayanlara "kırmızı kart" göstererek siyasetin de dışına bırakmış oldu.
Bu sütunlardan 7 Haziran öncesi ve sonrasında MHP'ye dikkat çekerek "tek başına iktidar olma" dışındaki sonuçların başarısız olacağını belirtip, oyumu verdiğim, gönül sızım MHP'nin yönetim sorunu olduğunun da altını çizmiştim. İlk sonuçların ekrana yansımasıyla beraber telefonum hiç susmadı. Oysa bir gün önce memleketim Kayseri'deki konferansımda MHP'nin 3 milletvekilliğinin 4'e çıkmasını arzuladığımı vurgulamıştım. CHP'nin yüzde 30'ları bulmasının sürpriz olmayacağını vurgularken aksi halde gerek MHP, gerekse CHP'de lider ve kadrosunun değişmesinin şart olacağında ısrar etmiştim. Bu gidişle HDP ile beraber SP, BBP, DP ve diğer partilerin de yönetimlerinin külliyen değişimi kaçınılmaz odu. Kısacası 1 Kasım'da iktidar değişimi ne yazık ki gerçekleşmese de asıl problemin muhalefet olduğu tescillendi. Seçmen değişimdeki ısrarını iktidara değil de muhalefete yansıtarak yeni alternatif arayışlarının kaçınılmaz olduğunu kanıtladı. Her şeyden önce yurt dışı oylarının oranı bile Türkiye'de köklü bir değişimin zorunluluğunu hatırlatmış oldu.
Dedim ya ne telefonum sustu ne de internette yağmur gibi yağan mesajlar duruldu. Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli'nin istifa etmekle yetinmeyerek onurları ile intihar etmelerini belirtenlerin sayısı hiç de az değil. Saat 20:20 itibariyle oğlum ile kızım odalarına sessizce çekilirken yaşadığım mahcubiyeti anlatmam mümkün değil. Ancak Perşembe'nin gelişi aslında Çarşamba'dan belli idi. 7 Haziran sonuçlarını sağlıklı okuyamayan dahası "Sen bilirsin" gibi absürt bir slogan ile seçime giren MHP'nin emrivakiliği, Devlet Bahçeli'nin iktidar istemeyişinin açığa çıkışı, halk iradesini hiçe sayışı, yıllardır sürdürdüğü değerli kadroların tasfiyesi aslında makus talihin ayak seslerini çoktan duyurmuştu.
1997'de merhum Alparslan Türkeş'in beklenmeyen vefatı ile partinin başına tartışmalı ittifaklarla getirilen Devlet Bahçeli'nin başbakanlığa hazır olmadığını kendisi dahil O'nu oraya getirenler de biliyordu. 3 Kasım 2003 gecesi istifa ettiğini ilan edip "paratoner" misali şimşekleri üzerine çeken Bahçeli, verdiği sözü yerine getirmeyerek yeniden seçilmek için sarf ettiği gayretlerden dolayı sadece MHP seçmeninin gözünde değil Türkiye'nin kahir ekseriyetinin güvensizliğine sebep olmuştu. Devlet Bahçeli'nin MHP'yi taşıyamadığı gibi MHP'nin de Bahçeli'ye tahammül edemeyeceği gerçeğinin üzerini artık hiçbir gerekçe örtemez.
Bu satırların kaleme alındığı saatlerde Bahçeli istifasını açıklamadığı gibi olağanüstü kongre için de tarihi belirtmedi. Biriken öfkeyi dindirmek için Bahçeli yönetiminin bir dakika bile beklemeden genel merkez, il ve ilçe yönetimleri ile beraber istifa ederek, tüm Türk Milliyetçilerinden, ülkücülerden özür dilemesi şarttır. Aksini düşünmek bile istemiyorum.
Gidin yaa...