İşler yoğun, Fırat ile ilgilenemeyiz!.
TÜBİTAK'ı bilirsiniz. Ülkenin en önemli "üst" bilimsel kuruluşlarından biri değil ta kendisi.
Uluslararası alanda pekçok başarıya imza atan, bu yönüyle de göğsümüzü kabartan bir bilim kuruluşu. Bazı konularda deyim yerindeyse "hakem" kuruluş yerinde. Bu yönüyle de adalete yardımcı. Geçmişte kafamızı karıştıran bazı hususların aydınlatılmasında oldukça gayretkeş çalışmalarına şahit olmuşluğumuz var. Ecnebilerin bile başaramadığını başarıp "kelime kelime montaj" hinliğini açığa çıkartarak tarih yazmıştı bir zamanlar!.
Haberiniz vardır. En azından unutmamanız için kendimizi tekrar etme pahasına buradan yazıp duruyoruz. Şehit Fırat Çakıroğlu davası devam ediyor. Biz de takipteyiz.
Mahkemenin "güvenlik" nedeniyle basından gizlediği Fırat'ın mahkemesinden gelen son haber hukuk ve bilim tarihimize geçecek cinsten.
Mahkeme, Fırat'ın katlini aydınlatacak en önemli delilin kurtarılması için yukarıda bazı başarılarını dile getirdiğim ülkenin en üst bilimsel kuruluşuna, TÜBİTAK'a başvurdu. Fırat'ın kantine girdikten sonra başına gelenleri kaydeden harddisklerin kurtarılması önemliydi. Bu delil Fırat'ın başına gelenleri gözler önüne serecek ve katillerin kim olduğunu öğrenmemizi sağlayacaktı.
Mahkeme doğal olarak bu hususta geçmişte pek çok başarılı işe imza atan TÜBİTAK'a başvurdu. Heyhat! TÜBİTAK o kadar yoğun bir mesai içindeydi ki bu işe vakit ayıramadı. Ve mahkemeye "iş yoğunluğu" gerekçesi ile harddiskleri iade etti.
Eli titremeden ve vicdanı sızlamadan.
Bu harddiski "iş yoğunluğu" sebebi ile iade eden yetkili veya yetkililer her kimse merak ediyorum çocukları var mı? Eğer iş yoğunluklarından fırsat bulabilirlerse, bir an kendilerini Fırat'ın anne ve babasının yerine koymalarını istirham ediyorum. Koyamıyorsunuz değil mi? Moda tabir ile "empati" yapmalarını rica ediyorum. Yapamıyorsunuz değil mi? Doğru, yapmak zordur. Hiçbirimiz aklımıza bile getiremeyiz çocuğumuzu kaybetmeyi.
Ama şu bir gerçek ki, bizim bir an aklımıza getiremediğimiz şey bir babanın ve annenin başında. Bir taraftan evlat acısı ile yaşamaya çalışırken diğer taraftan oğullarının katilinin ortaya çıkartılması için mücadele ediyorlar. Kolay bir şey değildir bu; bir an düşünmeyi, kendinizi onların yerine koymayı becerebilirseniz.
O harddiski iade eden yetkili veya yetkililer; sizin vereceğiniz raporla bir annenin, bir babanın kafasını kurcalayan soruya cevap bulunacaktı. En azından çocuğunun katilinin cezasını bulmasının verdiği huzur ile bir nebze olsun acıları azalacaktı. Ve sizin bu soruya cevap olacak şeyi yapmaya vaktiniz yok, öyle mi?
Tabii ki TÜBİTAK "yoğun" olduğu için bu harddiskler ortada kalmayacak. Şükür ki, TÜBİTAK'ın da buyurduğu gibi bu talebe cevap verebilecek başka kurumlar da var bu ülkede. Lakin bu durum, bu talebe "hayır" diyerek vicdanları yaralayanları tarihin kaydetmesini engellemeyecek.
Ortada en yalın ve çıplak haliyle şöyle bir hakikat var…
Adına ister devlet isterseniz başka bir şey deyin. O her ne ise, 25 yaşındaki bir çocuğu tüm feryatlarına rağmen teröristin bıçağından kurtaramadı.
Şimdi de o bıçağı tutan elin sahibini bulmak için istenen yardıma ayıracak vakti yok.
Durum acı ve fakat gayet basit bir şekilde budur.
**
Sosyal medyada ve bazı "sözlük" ortamlarında okuduğum yorumlar cehaletin ve ideolojik körlüğün "karşıt"ın canını ne kadar hiçleştirdiğini görmemizi sağlıyor.
İdeolojik uzaklık içindeki kesimlerin söz konusu Ülkücü olunca ahenkli bir dayanışma içine girmesi, devletin duyarsızlığı ile bu koroya katkı sağlaması Ülkücülerin kaderi. Fırat bunun son örneği.
Evet, on yıllardır Ülkücülerin sahipsizliği bizim hakikatimiz.
Lâkin…
İslamcı, Solcu veya Liberal, her kimseniz. Eğer meseleye sloganın değil hakikatin ışığında bakmazsanız bir gün sıra sizde de gelecek ve bugünkü konjonktürün Fırat'ı reddettiği bir biçimde, başka bir "konjonktür" içinde "iş yoğunluğu" sebebi ile reddedileceksiniz.
Birgün bunun da sizin hakikatiniz olmaması için bu kafayı değiştirmeniz gerekiyor.
Haksız mıyım?