IŞİD ve Irak
Öyle kitaplar vardır ki yazarı ile beraber o diyarları gezer, yaşarsınız. Sait Faik Abasıyanık’ın “Semaver” adlı eserini sindire sindire okuyup da ada vapurunda yüzüne lodos esmeyen yoktur. Türk edebiyatında ne yazık ki böylesi hikâye ve romanlara rastlamak giderek güçleşiyor. Bu yüzden anı-belgesel türünde bu tadı damağımıza kazandıranların kıymetini bilmeliyiz. 2008’de “5. Tim-Güneş Doğsun İsteriz, Ölüm Dağları Bekler, Türk Komandoları, Toprak Mehmede Susamışsa ve Baskın” adlı eserleri ile terörle mücadelede yazılan destanları aktaran Abdullah Ağar beş yıllık aradan sonra döndü. Onun Mehmetçikleri ile beraber verdiği şanlı mücadeleyi okurken bir dönemin, çocukluğumuzun vazgeçilmezleri arasındaki TRT radyolarının klasiği olan “Radyo Tiyatrosu” dinlediğim hissine kapılmıştım. Abdullah, 1989’da Harb Okulu’ndan piyade teğmeni olarak mezun olup komando kursu için çıktığı dağlardan yıllar sonra yaralanıp, gazi olduktan sonra dönebilmişti. “Arslan Parçası” terörle mücadeledeki bilgi ve tecrübelerini yaşadığı toplum ile paylaşarak da vatan borcunu fazlası ile ödemişti. Ancak ,yerinde duramaz Ağar. Türkiye’nin içinde bulunduğu kaos ortamında delicesine sevdalandığı ülkesine faydalı olabilmek umuduyla Irak’taki diplomatlarımızın güvenliğini sağlayabilmek için “İki yüzlülüğün ve düşmanca ayrılığın diyarı” na gitti. Dört yıldan fazla Irak’ı karış karış gezip, yaşadıklarını, olağanüstü gözlemleri ile aktardığı “başucu” eser ile geri döndü. “IŞİD ve Irak” Remzi Kitapevi tarafından basıldı. Allah’ın ArslanıHz.Ali’nin “Beled el-nifak velşikak!” dediği, iki yüzlülüğün ve düşmanca ayrılığın diyarı Irak’ı Bağdat, Musul, Kerkük, Süleymaniye, Erbil, Necef, Kerbela gibi kentlerini, köylerini, ölümün kol gezdiği sokaklarını yazdı. Ağar’ın kitabını okurken işgal altındaki Irak’ın semalarındaki uçak ve helikopter seslerini, canlı bombaların pazar yerlerinde kendileriyle beraber yüzlerce insanı öldürdüğü patlamaları duyacaksınız. Elinize, yüzünüze kanın sıçradığını, ihaneti hissedeceksiniz. Barutun kan ve ete karıştığı ceset kokusundan iğrenecek, mezhep ayrımcılığının tarihi ve sosyolojik unsurlarını öğreneceksiniz. Ağar bu, yine dalgasını geçmiş ölümle... Değerli Türk münevveri Banu Avar önsözünü yazmış eserin. Irak’ı, Orta Doğu coğrafyasını papyon-kravatlı monşerler analiz ettiği için Türkiye ile beraber dünyanın önemli ülkeleri de ters köşeye yattı. Abdullah, IŞİD’i kimlerin kurduğunu belgeleriyle ortaya koymuş. Amerika, İsrail, İngiltere, İran etkilerini mercek altına almış. Aşiretlerin günlük çıkarları için değiştirdikleri safları, din adına mezhep bölücülüğünün sektör haline gelişini kısacası savaş endüstrisinin laboratuvarı Irak’ı her yönüyle yatırmış masaya. Didikledikçe çıkan iğrençlikleri yansıtmış. Peşinen son yıllarda böyle bir kitap okumadığımın altını çizmeliyim. Eline, yüreğine sağlık can kardeşim, o temiz alnından öpüyorum.
Yılan hikâyesine döndükten sonra nihayet piyasaya çıkan kitabımdan sonra biraz rahatladım ve yumuldum kitaplara. Ağar’ın muhteşem eseri ile beraber Soner Polat Amiralin “Türkiye İçin Jeopolitik Rota” adlı kitabını okuyunca taşlar yerine oturdu. Üzerine Sait Yılmaz’n “Küresel Sermaye ve Türkiye” eseri ardından Vahap Polat’ın “Derin Yalnızlık-AKP nin Dış Politikası ve Elit Politikaları” isimli kitabı hatmettim. Stratejik Derinlik masalının çukura dönüş belgeseli gibiydi. Yap-boz’un parçalarını bir araya getiren bu dört kitap, Türkiye için endişe duyanların kaynak eserleri niteliğinde. Televizyon seyretmemek güzel şeymiş. Bunları okurken sinema salonunda tarihten günümüze gelişmelerin belgesel filmini seyrettiği hissine kapılıyor insan. Öyle elde kitap sallamakla olmuyor bu işler. Kitapsız olmamak, okumak lazım...