IŞİD şimdi “nokta” terörüne döndü!
IŞİD’ın Suriye ve Irak cephelerinde durdurulması, örgütü değişik ülkelerde nokta hedeflere kanlı saldırılara yöneltmiş bulunuyor.
IŞİD teröristlerinin Yemen ve Tunus’a giriştikleri baskınlarda onlarca Şii can verirken, yüzlerce kişinin de yaralanması, yeni bir dehşet kasırgası yaratıyor.
Başı iç çatışmalardan bir türlü kurtulamayan ve daha büyük kanlı olayların beklendiği Yemen, bir tarafa bırakılırsa, seçimle “İhvan” tehlikesini geçiştirdiğini sanan Tunus üzerinde durmak gerekiyor.
Gerçekten de, “Arap Baharı” nın ilk ülkesi Tunus’un yakasını uğursuzlukların, daha doğrusu terörist baskınların bırakmayacağının sinyalleri alınıyor.
Tunuslular; 1956 yılında Fransa’dan bağımsızlıklarını geri aldıklarından beri, ilk kez “demokratik” bir seçimle Cumhurbaşkanlarını seçmiş olmalarına rağmen, terörist baskınların tehdidi altında yaşamaları, Orta Doğu’yu daha da geriyor.
Aslında Tunusluların, “Müslüman Kardeşler” projesini demokratik yolla ret etmeleri, Orta Doğu’da birçok lidere “uyarı” niteliğini de taşıyor.
Ne var ki, Arap dünyasındaki laik ülkelerden biri olarak görülen Tunus’ta, 2011’de Zeynel Abidin Bin Ali rejimini deviren isyandan bu yana İslamcı militanlar gücünü artırıyor.
Nitekim, Bardo Müzesi’ne girişilen ve birçoğu Avrupalı turist en az 25 kişinin öldüğü saldırı 2011’den bu yana yaşanan en büyük kanlı olaydı.
Saldırıyı IŞİD’le bağlantılı Selefi militanlar tarafından yapıldığı biliniyor.
Bazı araştırmacılar, IŞİD saflarında yer alan yabancılar arasında Tunuslular en büyük orana sahip olduğunu öne sürüyor.
Tunuslu yetkililer ise ülkeden yaklaşık 3 bin kişinin cihad adına Suriye ve Irak da dahil olmak üzere farklı ülkelerde savaşmaya gittiğini söylüyor.
Terör karşısında aciz kalınıyor
Son seçimlerde, İslamcı En Nahda’ya karşı sandıkta zafer kazanarak kurulan yeni hükümet, İslamcı militanlar için çok daha sıkı önlemler alacağı sözünü vermenin güçlüğünü çekiyor.
2011 sonrası yapılan ilk seçimleri kazanan En Nahda, cihatçı grupların üstüne gitmemekle itham ediliyor.
Bu algının 2013’te laik siyasetçiler Şükrü Beleyid ve Muhammed Brahmi’nin öldürülmesinden sonra derinleştiği hatırlanıyor.
Öte yanda Tunus; Cezayir sınırında İslami Mağrib El Kaide örgütüne karşı da savaşıyor.
Grubun Temmuz 2014’te Tunus’un dağlık bölgelerinde güvenlik güçlerine düzenlediği saldırıda en az 14 asker ölüyor.
Tunus, bölgedeki en küçük ordulardan birine sahip olduğundan böylesine saldırılar karşısında aciz kalıyor.
Ayrıca ordunun, ‘terörle’ mücadelede çok az bir deneyime sahip olmasından, terörün önü alınmıyor.
Hatırlanıyorsa, başında Ebu Ayadh el-Tunisi’nin bulunduğu İslamcı Ensar el-Şeria
Grup, Eylül 2012’de Tunus’taki ABD Konsolosluğu’na yönelen saldırıyı gerçekleştirmekle suçlanıyor.
Tunus demokrasiden uzak
Son kanlı olaylar, Tunus’un tam bir demokratik rejimden henüz uzak olduğunu gösteriyor.
Bazı yorumculara göre; Tunus’ta “Yeni Ulusalcı Devlet” ile “Siyasal İslam” anlayışı arasındaki çekişmeyi açıkça ispatlıyor.
En önemlisi, devrimden sonraki seçimlerin anahtar sözcüğü “İslam” iken, bugün yerini “Devlet” sözcüğüne bırakıyor.
Bu da toplumun “İhvanlaştırılmasının” önünü tamamen kapayacak bir siyasal duyarlılık anlamına geliyor.
Sözde, “Arap Baharı” nın “Yasemin Baharı” adı altında Tunus’ta başladığını ve yönetimi alt üst ettiğini hatırlattıktan sonra, Orta Doğu’yu kana boğan gelişmeler,
Arap ülkelerinin ne denli tehlikeler içinde olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Gerçi, ABD’nin tavrı daha doğrusu “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi” nin yeni uygulanışı; sorunları, çatışmaları “dondurma” aşamasını işaretliyor.
Gerçekten de, ABD’nin İran’la uzlaşması Sünni-Şii dengesini de beraberinde getiriyor.
En önemlisi, ABD’nin hatta bütün dünyanın çekindiği ve ne yazık ki din adına terör yapan radikal grupların denetim altına alınma fırsatını yaratıyor.
Tabii ki, Türkiye’nin bu “denge” oyununda, en azından “kazanamayanlar” arasında yer alması ihtimali gün geçtikçe çoğalıyor.
Buna rağmen, Suriye takıntısından nedense vazgeçilemiyor.