Irak Türklerini unutmak...
Günümüz dünyasında Irak Türkleri kadar zor durumda olan kardeşlerimiz çok az. Adeta namlunun ucundalar. Onların çektikleri çileleri, görmezden gelmek, zulme ortak olmak demektir. Bizim -dil alışkanlığıyla- ‘Kerkük Türkü, Türkmenler’ dediğimiz Irak Türklerinin feryadına kulak tıkayanlar, tarihin kirli sayfalarında yerlerini elbette alacaklardır. Irak Türklerinin Türkiye’den başka dayanağı yok. Ülkemizin gerçek gazetecileri, yazarları dışında halkımızın içindeki erdem anıtı aydınlarımız da bu durumu çok iyi biliyorlar. Bildikleri içindir ki her vesileyle yürek yangını sözlerle devletimizi yönetenlere sitemlerde bulunuyorlar. Nitekim değerli dostum Vecihi Acun -3 Mart 2011’de bu köşede yayımladığım mektubunda- şöyle diyordu. “Bu memlekette Gazze için hömkürenler, ona buna demokrasi dersi vermeye kalkanlar, bir kere olsun Kerkük kelimesini ağızlarına alamadılar! Bir kere ’Telafer katliamı’diyemediler.”
Evet, diyemediler!
Size -bir yazısını tesadüfen okuduktan sonra tanıdığım- bir başka değerli aydınımızdan söz etmek istiyorum. Adı: Babür Hüseyin Özbek... Sayın Özbek, asker kökenli harika bir denizci; müthiş bir kaptan, üretken bir yazar. Şerefli askerlik yıllarından sonra özel sektörde tanker, dökme yük ve konteynır gemileriyle 32 yıl okyanuslar aşmış bir deniz kurdu... Sayın Özbek’in geçen yıl “Gazze mi, Kerkük mü?” başlıklı ibretlik yazısını okuyunca, kendisine saygım daha da arttı. Yazısının bir bölümünde şöyle diyordu:
“Kerkük’ün Türkmen mahalleleri zaman zaman basıldı, nüfus dairelerinde bulunan asırlara havi kayıtlar yakıldı, imha edildi. Kendi içinde de sorunlar yaşayan I.T.C’si (Irak Türkmen Cephesi) yalnız kaldı, etkili olamadı. Pentagon destek ve kontrollü Peşmerge ile başa çıkması, haklarını koruması bir yana; öyle zaman oldu ki, değil mal, o toplum ’bizim parçamız Türkmenler’yaşam gailesine, can derdine düştüler. Türkiye’de, Türk dış politikasının saygınlığından sık sık ve de bir başarı abidesi dikmişçesine övünerek bahsedenler, bunlardan neden söz etmezler?”
Geçenlerde Sayın Özbek’in www.baburhuseyinozbek.com adlı internet sitesindeki son yazısını okudum. Yazı ‘Arap Baharı’nın bahar mı, yoksa bir karakış mı olduğunu, irdeliyor. İşte küçük bir bölüm: “Arap Baharı dedikleri kıvılcım ilk Tunus’ta çakmıştı. Hâlâ çakıyor. 24 yıldır ülkeyi yöneten, Zeynel Abidin bin Ali 14 Ocak 2011’de ülkesini terk etmek mecburiyetinde kalmıştı. İlk çıkışların yapıldığı Arap Baharı’nın başlangıç mevkii, sokakların dolup taştığı günlerde iktidara gelen, şeriatçı, Ennahda (Rönesans Hareketi Partisi) yönetimde ama halk bu sefer, bu partiyi de Başkanı Reşid Gannuşi’nin de gitmesini istiyor. Hâl ve gidişat kötü. Solcu Yurtsever Hareketi lideri Şükrü Belayıd, sokak ortasında öldürüldü. Bu yönetim giderse, kim gelecek, onun da tabanı zayıf o da yönetemez. ‘Arap Baharı’ deniyor, öyle bir şey yok. Bu devam eden ve edeceğe benzeyen bir Arap tufanı”
Deniz yaşamını 1960’lı yıllarda Hayat Mecmuası’nda her hafta gezisi yayımlanan Sadun Boro’nun anlattıklarından birazcık biliyorum. Denizle ilgili çok kitap okumadım. Aklımda kalan Clive Cussler’in batık gemilerin çıkarılışını filan anlatan “Deniz Avcıları”dır. Sayın Babür Hüseyin Özbek’in belgesel romanı “Denizdekiler”i okuyunca denizi ve denizcilerin yaşamını en ince ayrıntısına kadar yeni öğrendim.
Türk milletinin sorunlarını dert edinen, adını bilmediğim tüm vatan evlatlarına selam
olsun!