İngiltere'de nefret ve bölünme tırmanıyor. Keir Starmer ve İşçi Partisi'nin en zor sınavı

İngiltere'de nefret ve bölünme tırmanıyor. Keir Starmer ve İşçi Partisi'nin en zor sınavı

29 Temmuz'da Southport'ta, Cardiff'te Ruandalı bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya gelen 17 yaşındaki Axel Rudakubana'nın üç küçük kızı vahşice öldürmesi ve altısını da yaralaması, İngiltere genelinde büyük bir isyan dalgasının başlamasına neden oldu. Olaylar Keir Starmer ve İş Partisi için olduğu kadar İngiltere için de tarihi bir ayrıma işaret ediyor.

Keir Starmer, 5 Temmuz'da başbakan unvanıyla yaptığı ilk konuşmada bir ülke olarak "Kim olduğumuzu yeniden keşfetme" çağrısında bulundu. Birkaç hafta sonra da katıldığı bir resepsiyonda İşçi Partisi'nin başarısız olması halinde kıtadaki ulusal popülizmin büyümesinin "burada da gerçekleşebileceği" konusunda uyarıda bulunduktan sonra "İşçi Partisi'nin düşmanı popülizmdir ve hükümetimizin amacı onu alt etmektir" ifadelerini kullandı.

29 Temmuz'da patlak veren olaylarda çeteler polise saldırdı, maskeli adamlar Müslümanları tehdit etti, saldırganlar sokakları hakimiyeti altına aldı, yağmalama yaptı, yaktı, yıktı ve şiddetin heyecanı sonuna kadar yaşadı. Bu sıralarda İngiltere'deki Müslüman toplulukların harekete geçmesini tetikleyen göçmen ve Müslüman karşıtı nefretin davulları sürekli çalıyordu.

riots-in-sunderland-england-and-keir-starmer.webp

Olayların ülke geneline yayılmasından sonra Keir Starmer tepkisini net bir şekilde ortaya koydu. Starmer yaptığı açıklamada "Şiddet, eylemlerini sosyal medya üzerinden planlayan aşırı sağcı bir ağ tarafından ulusal çapta koordine edilen aşırıya kaçan haydutluktur. Bu kargaşaya katıldığınız için pişman olacağınızı garanti ederim" dedi.

Şiddet olaylarına karışanlar şimdilerde ciddi bedeller ödüyor ve görünen o ki ödemeye de devam edecekler. Ancak yasaların tüm gücü uygulandığında ve toplumsal düzen yeniden tesis edildiğinde İşçi Partisi ne yapacak? Yeni bir İşçi Partisi hükümetinin ülkeyi kendisiyle daha barışık bir hale getireceğini düşünenler şimdiden hayal kırıklığına uğradı. İngilizler ülkenin kalbini ve ruhunu parçalayan derin tarihsel değişimlerle karşı karşıya ve insanların çoğu da bunun farkında.

İşçi Partisi'nin seçim zaferi şüphesiz olağanüstü bir başarıydı. Ancak 4 Temmuz'da Westminster Sarayı'nda her şey değişirken, ülke değişmedi. Seçime katılım oranı kayıtlı seçmenlerin yüzde 60'ına kadar düştü. Eski sınıf temelli parti-siyasi bağlılıkların çöküşü milyonlarca kişiyi "siyasi evsiz" haline getirdi. Seçimlerdeki enerjinin büyük bir kısmı, Westminster'dan hayal kırıklığına uğrayan marjinal kesimlerden geldi. Büyük şehirlerin dışında siyasi havayı belirleyen Nigel Farage'ın isyancı ulusal popülizmi oldu.

clean-apimagesukriots-ap-images-featuredimage-wed-aug-07-2024.webp

İşçi Partisi'nin zorlu mücadelesi kayan kumlar üzerine inşa edildi. İşçi Partisi'nin çoğunluğu bu durumun farkında olsa da kırılganlığı gizliyor. Oyların yalnızca yüzde 33,7'sini alarak parlamentonun yüzde 63'ünü kazandı. Yani yüzde 6'lık bir sapma onu yenmek için yeterli olacaktı.

Evet, İşçi Partisi çoğunluğa sahip ancak tutarlı bir seçim koalisyonu kurabilmiş değil. Ülke ve halkı hakkında ne bir siyasi anlatısı ne de ülkeyi etkileyen krizlere dair ciddi bir teşhisi var. İşte bundan dolayı şimdi hükümette yeni bir koalisyon kurmak için siyasi düşünme ve yenilenmeyi üstlenmeli.

Odak grupları ve kamuoyu yoklamaları tarafından yönlendirilen "teslimat" ve "teknokratik pragmatizm" bundan sonra işe yaramayacaktır. İşçi Partisi başarısız olursa, onları da muhafazakarların kaderinin beklediği giderek daha da belirginleşen bir gerçek.

Keir Starmer, hükümetine yönelik ulusal popülist tehdit konusunda yaptığı uyarıda yanıldı. İngiltere'de büyüyen bir isyan var.

15bd155-1722874018699-708233.jpg

İşçi Partisi geçmişte buna iki yanıt verdi. Birincisi ulusal popülizmi ırkçı ve otoriter olarak kınamak oldu. Bundan dolayı da siyaset uzmanları İşçi Partisi'nin destekçileribi reddedilmeyi ve gömülmeyi hak eden bir geçmişin nostaljisini yaşayan "saf kurbanlar" ve kaybedenler olarak görüyorlar. İkinci yanıt ise kimlik, ulusal kültür ve aidiyet sorunlarını görmezden gelerek siyasi sistemin daha fazla katılım ve daha fazla demokrasiye açılması çağrısında bulunmaları oldu. İnsanlar daha fazla kontrol istiyor ve İşçi Partisi bunu onlara yurttaş meclisleri, daha fazla yetki devri ve toplumun güçlendirilmesinden bahsederek vereceğe benziyor.

Bu gerici ve ilerici tepkilerin her ikisi de başarısız oldu ve her zaman da başarısız olmaya mahkum. Çünkü popülizmin ne olduğunu tanımlamıyorlar. Siyaset bilimci Cas Mudde "popülizmi sessiz çoğunluğun isyanı" olarak tanımlıyor. Ona göre popülizm bir "demokratik olmayan liberalizme karşı liberal olmayan demokratik bir tepki" olmaktan öte bir anlam taşımayan genel bir tavırdan ibaret. Sosyal teorisyen Christopher Lasch ise popülizmi "demokrasinin otantik sesi" olarak adlandırıyor. Popülizm, demokratik süreçten dışlanmış olanlara siyasi temsil imkanı verir. Güçlülere karşı sıradan insanların popüler geleneklerinden yararlanır.

İşçi Partisi'nin ulusal popülizmle mücadelede atması gereken ilk adım, halkın gündelik yaşamı ve deneyimleriyle duygusal bir bağ kurmaktır. Onların hayatları hakkında zaten bildikleri ama dile getiremedikleri bir hikaye anlatmalıdır. Bu temel bağlantı olmadan, "teslimata" güvenmek veya daha fazla katılım vaat etmek başarısız olacaktır.

f868fb50-53f4-11ef-aebc-6de4d31bf5cd.jpg

İnsanların yaşamlarıyla yeniden bağlantı kurmanın bir parçası olarak İşçi Partisi kimlik politikalarını reddetmeli. Birbirini izleyen hükümetler çok kültürlülük fikrini desteklemiş, etnik çoğunluğun kültürel ifadelerini kontrol ederken azınlık etnik grupları kendi ayrı dini ve kültürel kimliklerini sürdürmeye teşvik etmiştir. Bu, yerel elitlerin idari mekanizmasını olduğu gibi bırakan dolaylı yönetimin emperyal uygulamasından türetilmiş bir yönetim biçimidir.

İngiltere sömürgelerini emirleri, şefleri, konseyleri ve polisleri aracılığıyla yönetmiştir. Bugün de benzer bir şeyi "topluluklar" jargonu ve kendi seçtiği "topluluk liderleri" aracılığıyla yapıyor.

Ancak İşçi Partisi, herkesin ait olduğu ulusal bir topluluk için karşıt bir argümanın eksikliği, çok kültürlülüğün kimlik politikalarına bölünmesine izin verdi. Mezhepçi siyaset ve kültür savaşları artık İngiliz toplumunu zehirlemekte ve bölmektedir. Etnik çatışma ülkenin yaşamında yapılandırılmış haldedir.

Solun Siyonizm karşıtlığı, zehirli bir anti-Semitizm koalisyonunda İslamcı nefretle birleşiyor. Neo-faşist Tommy Robinson, Hıristiyanlığın İslam'a karşı verdiği uygarlık mücadelesinde "beyaz etnik grubun" gelenek ve değerlerini mitleştiren proleter bir etno-milliyetçilik hareketine öncülük ediyor. Hindu milliyetçiliği, Robinson ile Müslümanlara karşı ortak bir nefrette birleşerek Birleşik Krallık'ta kendine bir yer ediniyor. Müslüman topluluklar da buna tepki olarak "Müslüman Savunma Birliği" adı altında örgütleniyor.

Ortaya çıkan bu çatışmalarda siyasi sınıf ise ilginç bir şekilde olabildiğine hareketsiz kaldı. Bir zamanlar otoritesini dünyanın yarısına kabul ettirmiş olan Britanya Krallığı, artık ülke içindeki toplumsal düzeni bile zar zor sağlayabiliyor.

gettyimages-2164915111-pod-c9d72b2cf21b326e2bfeec5d5dead3efa21d2d95.jpg

Brexit oylamasından sonra siyasi sınıf, ülkeye ve halkına olan güvenini toptan kaybetti. Son on yıllardaki siyasi tercihleri ve politika başarısızlıkları -özellikle göç konusunda ama aynı zamanda kemer sıkma politikaları ve liberal piyasa küreselleşmesinin eleştirilmeden benimsenmesi- şu anda haydutluk ve şiddetin potası haline gelen yıkılmış ve yoksullaşmış İngiliz toplumunu yarattı.

İngiltere ulusalal tarihinde ilk kez, insanlar kökten farklı medeniyet değerlerine sahip diğerleriyle birlikte yaşıyorlar. Daha derin çatışmalardan kaçınmak, yeni gelenlerin sayısını kontrol edebilen, entegrasyonlarını sağlayabilen ve farklılıkları ortak yarar için karşılıklı anlaşma yoluyla çözebilen güçlü bir devlet tarafından desteklenen kendine güvenen bir toplum gerektirir. Bugün İngiltere böyle bir yer değil. Birbirini tanımayan iki ulus haline gelen İngiliz toplumu güçlüler ve güçsüzler, karşılıklı küçümseme ve anlayışsızlık içinde birleşmiş durumda.

İşçi Partisi ulusal popülizmle mücadele etmek zorunda kalacak. İsyanlara katılanların çok ötesine uzanan taraftarları, ulus devletin egemenliğini ve hem gerçek hem de sembolik sınırlarını savunmak için harekete geçtiklerine inanıyorlar. Onları motive eden enerji, demografik değişim ve ekonomik güvensizlik nedeniyle tehdit altında hisseden kültürel kimlik duygusunu ve miras alınan bir yaşam biçimini kurtarma ihtiyacıdır. Destekçilerine göre ülke artık "biz" dedikleri topluluğa benzemiyor. Tehlike altındaki yaşam tarzları, sadece ulusal sınırlar değil, ikili biyolojik cinsiyet, aile yaşamı ve ulusal tarih gibi aşıldığına inandıkları sınırlarla tanımlanıyor.

İşçi Partisi'nin şimdi üzerinde mücadele etmesi gereken siyasi zemin işte budur. Keir Starmer 5 Temmuz'da Downing Street merdivenlerinde yaptığı konuşmada hükümetine şu soruya bir yanıt bulma görevi verdi: "Biz kimiz?" İngiltere'nin parlamenter demokrasisi, global dil olan İngilizce, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğüne dayalı İngiliz tarihi, İngilizleri Batı medeniyetinin güçlü bir sembolü haline geldi. Son günlerde yaşanan haydutluk, ırkçılık ve etnik nefret ise bu mirasın tehlikeli olduğunu gösteriyor.

1200x800.jpg

İlgili Haberler