İnci Gürbüzatik'te öykü
Özellikle öykü ve roman dalında eser veren yazarların, yaşadıkları toplumdan geleceğe aktaracakları elbette çok şey olmalı; yazdıkları tümüyle hayal ürünü kurgu olsa bile... Açıkça belirteyim ki; romanında, öyküsünde sadece bir kişinin toplumdan uzak psikolojik davranışlarını işleyen yazarları fazla bireyci buluyorum. Yazarın ‘okuma’ var oldukça yaşaması; ancak, ’insanların’yaşamlarını ve bu yaşamdaki ayrıntıları dile getirmesiyle olanaklıdır. Yaşadığı zamandan geleceğe bir şeyler aktaramayanların ömürleri kendi zamanlarıyla sınırlıdır. “Vatanı iki kadın memesine satarım” diyen yazarlar ’yatak odasından’çıkamadıkları sürece uzun yaşam oksijenine kavuşamazlar. Doğaldır ki, bu tür yazarlar zamanın tanıkları olamazlar. Oysa gerek Bernard Shaw gerekse Octavio Paz, yazarı özet olarak şöyle tanımlıyorlar: “Yazarlar tarihin kahramanları değil, tarihin ve yaşamın tanıklarıdırlar.”
Shaw ve Paz’ın tanımladığı ‘yazar olmanın’ anlamını İnci Gürbüzatik’in “Aşk Kaldığı Yerden” adlı eserindeki öykülerde görüyoruz. Yazar bu eserinde Bodrumlu kadınların yaşamlarını tıkabasa dolduran çileleri anlatıyor. Sakın yanlış anlaşılmasın; ‘paparazzilerin’ peşin koştukları magazin ’malzemesi’kadınları değil; tarlada, bahçede, evde, yaşamın zehir-zıkkım tarafında soluk alan kadınları anlatıyor İnci Gürbüzatik...
Bu eseri çok önemsiyorum. Çünkü “Aşk Kaldığı Yerden” olmasaydı Bodrumlu kadınların iç burkan yaşamlarını nasıl tanıyacaktık? Oysa biz Bodrum deyince tavernalar, kimi başları döndüren gece âlemleri, lüks otellerdeki yaşam gelir aklımıza. Ama gerçek öyle değil. İşte yazar, tarihe not düşmek adına, tarihin tanığı olmak adına, toplumsal gerçeği tam olarak yansıtmak adına, Bodrumlu ’öteki’kadınları anlatıyor; yaşamın ezdiği kadınları dile getiriyor. Bu anlamda “Aşk Kaldığı Yerden” toplumcu edebiyata can veren güçlü bir kadın soluğudur. ’Toplumcu’derken; yazar, bildik anlamda ezen, ezilen ikileminde sloganvari kabaca ağa ve köylü, patron-işçi öykülerini dile getirmiyor; çok daha önemli bir sömürüye dikkatimizi çekiyor. O sömürü, kadını ’çaresiz’bırakan toplumsal yaşamdaki başıboşluktur.
Doğrusu burada sormak isterim: Öyküye adını veren Azade, bir biçimde eğitim alsaydı, kadın olarak çağdaş bir mesleğe sahip bulunsaydı saniyesi çekilmez olan o yaşamda harcanır mıydı? “Kim Bilir Kimin Nesi” öyküsünde İkram Hanım gerçekten kim bilir kimin nesi olan bir kadının üstüne kuma gelmesine izin verir miydi; sürekli kocasından dayak yer miydi? “Hain” öyküsündeki Sakine Hanım, bir-iki tarla dışında sürekli bir gelire sahip olsaydı oğlunun hayırsızlığına bu kadar kahrolur muydu? Yine kitaba adını veren “Aşk Kaldığı Yerden” öyküsündeki Hamide, donanımlı olsaydı İngiliz kızının peşine düşen kocasına, kalmayacağını bildiği halde, “Kal da diyemem, git de diyemem” gibi ikircikli bir cümle kurmak zorunda kalır mıydı?
İşte bizlere bu ’soruları’sordurduğu için bu esere ’toplumcu’edebiyatın şık bir örneği diyorum. Ve itiraf edelim ki; İnci Gürbüzatik’in “Aşk Kaldığı Yerden” eseriyle, savrulmuş; kıyıda köşede unutulmuş kadınlarımızı içimiz burkularak anımsadık.
Böylesi bir güzelliği bizlere sunduğu için İnci Gürbüzatik’i gönülden kutluyorum. Bu eseri topluma ulaştıran Ara Kitap Yayınlarına (0.537. 331 61 31) başarılar diliyorum.