İnanç ve imanın zaferi...
Tansiyon ve kalp hastaları için sakıncalı maçlar serisi çok şükür ki zaferlerimizle devam ediyor. Viyana’da tarih yazılırken maçı birlikte izlediğim aile fertleri ve dostların futbolu bırakıp morarmış bedenimle ilgilendiklerini saatler sonra öğrendim. Paniğe sebep olmamak için sadece ek ilaç veren aile fertleri “sana milli maç yasak” deselerde çeyrek finalden sonra Almanya’yı yenip finale gideceğimize inanıyor dahası iman ediyorum.
Dünkü Hırvatistan maçında olan sevgili oğlum Erdem Kutalmış’a oldu. Fatih Terim’in Müfit Hoca’ya yaptığı gibi heyecan ve hırstan Erdem’i yumruklarcasına sevdim. En az benim kadar heyecanlanan oğlumun sık sık tuvalet bahanesiyle ortadan kaybolmasına şimdi hak veriyorum.
Viyana’da türbünde değildim. Ama yürek dayanmaz maçta sesimin kısıldığının farkna saatler sonra vardım.
Üç maçta da mağlubiyetten zafere ulaşmanın adı birilerin ifadesiyle kesinlikle “mucize” değil. İlahi tesadüf olarak tanımlanan “tevafuk” değil bunun adı. Üç defa üst üste tevaffuk ve mucize olmaz. Futbolun beşiği İngiltere’de bile benzeri örneklerine rastlanmamış, Dünya kupasını kazanan ülkelerin tarihinde rastlanmamış bu olayın adı bana göre “inanç” dır. “İnanmak başarmanın yarısıdır” diyenler diğer yarısına maneviyatı yani “iman” ı dahil ederlerse başarırlar. Teknik kadrodan yedek futbolcularına kadar istisnasız hepsinin inandığını ve iman ettiğinden eminim.
“Futbolun adaleti yoktur” diyenler haksız sayılmaz. 90 dakika üstün oynayıp bireysel bir hata yüzünden gol yiyip maçı kaybedersiniz. Neticenin adil olmadığına isyan etmeniz sıralamadaki yerinizi değiştirmez. Hakem hatalarıda sonuca etki eder, Türklere karşı önyargılı olan hakemlerden adil bir maç yönetmesini beklemekte iyimserliktir. Nitekim ucuz sarı kartlarla futbolcunun mücadele azmini kırıp, kırmızı kart endişesiyle oyundan düşürmeye çalışırlar. Dünyanın her yerinde tereddütsüz çalınacak penaltıyı vermezler. Rakibin sert tekmelerine göz yumarlar. Kısacası millerimizi turnuvanın dışına atmak için uğraşıp dururlar ama hesap edemedikleri bir şey vardır. O’nun adı da şüphesiz imandır...
Milli Şairimiz Mehmet Akif’in:
“Ulusun, nasıl böyle bir imanı boğar / Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” dizelerinde olduğu gibi imanımızı boğamadıkları müddetçe zaferimizi engelleyemeyecekler.
Şu günlerde metre kareye 1500 tane futbol uzmanının düştüğü ortamda maçın teknik boyutunu, kadrodaki futbolcuların özelliklerini falan yazacak değilim.
Portekiz’e talihsizce yenildiğimiz maçtan sonra ev sahibi İsviçre ile oynadığımız maç öncesi İstiklal Marşı okunurken futbolcularımızın yüzlerindeki ifade gözlerindeki bakışa dikkat ettim.
“Bu çocuklar bu maçı vermez” dediğimde henüz maç başlamamıştı.
Çek Maçında 2-0 geride iken televizyon kameralarına yansıyan Fatih Hoca ve öğrencilerinin inanç ve hırs dolu bakışlarına tanık olduğumda da “Daha erken bu maçı alırız” demiştim.
İngiltere gibi bir takımı eleyen, Almanya’yı yenen ve hiç yenilmeyen Hırvatistan maçının zor olacağını biliyordum. Erdem bile “gerçekçi olmak lazım 2-1 kaybederiz. Ama buraya gelmekte başarı” dediğinde güzel saçlarını çekip “hadi oradan, berabere bitirip, penaltılarla geçeceğiz” sözlerimde inanç vardı.
Maç sonunda gözyaşlarımızı kirpiklerimizle boğduğumuz halde bakışamadık oğlumla. Zaman zaman heyecandan hırpaladığımı Erdemin minicik yüreğini işaret ettim. Ellerimi göğsünün üzerinde şefkatle gezdirirken “İşte buraya iman tahtası diyorlar” diyebildim. Almanya’yı imanımızla geçip Hollanda ile final oynayacağımıza inanıyorum. Yakamızı bırakmayan sakatlıklar ve kart cezaları yüzünden final için bir şey söylemek erken desem de inancımızı koruduğumuz sürece şampiyonluk mucize olmayacak!..
“Ucuz propaganda” yı yazmaya niyetliyken milli maçın sevincini paylaşmak zorunda kaldım. Yüreğinde inanç olmayanların ucuz propagandasını yarına bırakıp mutlu pazarlar dileyelim...