İmtiyazlı terör örgütü!
Üç tane haber... Üçü de fotoğraflı... Üçü de dünkü gazetelerde yayımlandı. İkisi Sözcü’de biri bizim Milliyet’te.
Önce Sözcü’deki birinci haber.
Mersinli avukat Semra Kabasakal, basına yönelik baskıları protesto için sokakta eylem yapıyor. Ahmet Şık’ın internetten indirdiği kitabını yüksek sesle etraftaki vatandaşlara okumak istiyor ama okuyamıyor. Çünkü polis izin vermiyor. Güvenlik Şube Amiri Mehmet Şahin, “Bu kitap yasak. El koyma kararı var” diyerek kitabı avukat hanımın elinden alıp götürüyor.
İkinci haber İstanbul’dan.
Bir grup liseli öğrenci YGS sınavında yaşanan “şifreli cevap” skandalını protesto için ÖSYM’nin Levent’teki bürosu önünde zincirli eylem yapıyor. Yapar yapmaz tümü gözaltına alınıyor. Emniyet’e götürülüyor.
En barışçı eylemler dahi, yasalara aykırı diyerek engelleniyor.
Üçüncü haber gazetemizden...
Binlerce kişi Abdullah Öcalan’ın doğum gününü, doğum yeri olan Şanlıurfa’nın Ömerli köyünde... Apo’nun büyük boy posteri ve PKK bayrakları altında, örgüt ve Apo lehinde sloganlar atarak kutluyor.
Güvenlik güçleri olup biteni uzaktan seyrediyor...
Kitap yazan Ahmet Şık, kitabına düşülmüş notlardan dolayı, “Ergenekon terör örgütünün talimatını yerine getiriyor” gerekçesiyle hapiste.
Varlığı yargı kararıyla saptanamayan bir örgütün hayali üyeleri hapiste.
Terör örgütü olduğu kesinleşmiş PKK’nın eylemleri ise serbest... Üyeleri ortalığı birbirine katabiliyor.
Güvenlik güçleri Mersin’de var, İstanbul’da var.. İşçi eyleminde var, öğrenci eyleminde var... Terör örgütünün eyleminde yok...
Bu garipliğin yanıtı mı?
O da yok...
Melih Aşık / Milliyet
+++
Sana gizli şifre mi lazımdı usta
Ös Se Ye Me’nin Ye Ge Se sınavında bir dolap dönmediğine:
Cumhurbaşkanı kefil oldu...
AKP kefil oldu...
Bayan Milli Eğitim Bakanı, sağ gözündeki rimel ile sol gözündeki rimelin eşit olup olmadığını düşünürken “Yani ne kadar güzel bir şey yapıldı” diyerek kefil oldu...
Dinci medya kefil oldu...
Yanaşma kefil oldu...
Yalaka kefil oldu...
Siz hâlâ gizli şifre arıyorsunuz...
***
Ös Se Ye Me, ilk kez haremlik imtihan salonları kurdu...
Kimi salonlara sadece türbanlı öğrencileri aldılar, erkek öğrencileri sepetlediler başka yerlere...
1 milyon 700 bin öğrenci ile eşit ve adil uğraşmak gerekirken, türbanlı kızların belli salonlarda toplanması için özel bir çaba ve özel bir formül geliştirdiler...
***
Yok illa gizli şifre lazımsa...
Şıkları büyükten küçüğe doğru sıralayınız:
a- Cumhurbaşkanı, b- Başbakan, c- Bakan, d- Hocaefendi, e- Hiçbiri...
Soru anahtarını yönlendirin...
Eh...
Çözebiliyorsanız çözün...
Ne çıktı?..
Hiç...
Zaten Cumhurbaşkanı da Ös Se Ye Me’ye kefil olarak bunca iddianın bir ” hiç “ olduğunu söyledi size...
***
Koca Türkiye’nin yargısından medyasına, üniversitelerinden ordusuna kadar istila etmedikleri yeri kalmadı...
Ele geçirmedikleri alan...
Zapt etmedikleri kurum...
Girip yerleşmedikleri delik...
Millet uyanmadı da...
Gizli şifre mi lazım usta?..
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Liberallerin gözü tek adam görsün
İkinci Cumhuriyetçi liboş takımı, cumhuriyetin ilanından çok partili sisteme kadar olan dönemi eleştirirken hep aynı cümleyi kurar:
“O dönem bir ’tek adam’dönemiydi. Demokrasi yoktu. Çünkü ’tek adam’yönetimleri, rejimin adı cumhuriyet bile olsa, aslında diktatörlüktür.”
***
Şimdi hem cumhuriyetle, hem de demokrasiyle yönetiliyoruz çok şükür!
Ama bu nasıl bir demokrasiyse, seçimlerde oy vereceği kişileri halk değil, yine ‘tek adam’lar belirliyor...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dün Meclis çatısı altında mevcut milletvekillerinin bazılarının listeye alınmayacağını açıklarken yaptığı konuşma, bu “tek adam” yönetiminin itirafı ve kanıtıdır:
“Listeye almadığım arkadaşları genel merkezde değerlendireceğim!”
***
Biz istediğimiz kadar bu sistemin adının demokrasi olduğunu söyleyelim, dört yılda bir sandık başına gidip parti amblemlerine mühür basalım; nafile...
Eğer bir ülkede; bir parti genel başkanı milletvekili adayları için “listeye aldığım, listeye almadığım” diye başlayan cümleler kuruyorsa; o ülkedeki sistemin adı bellidir:
“Birinci tekil şahıs rejimi!”
Ya da “tek adam demokrasisi!”
Tek adam yönetimleri de liboş arkadaşların dediği gibi; rejimin adı ne olursa olsun, aslında diktatörlüktür.
***
Çok partili sistem öncesini, “tek adam rejimi” olarak gören ve bir tür diktatörlük olmakla suçlayan İkinci Cumhuriyetçiler ve yobazlar; mevcut ’tek adam demokrasisi “ni eleştirmezler...
Çünkü demokrasi, onların umurlarında bile değildir!
Önemli olan, ” iktidar tarafından korunup, kollanmak, devlet kesesinden nemalanmak “tır...
Gerisi de yalandır!
***
Eğer öyle olmasaydı; her gün altı yüz kişinin köşe yazısı yazdığı bu ülkede, dünkü ” listeye almadığım “ sözleriyle başlayan açıklamayı eleştirmek sadece bana kalır mıydı?
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Rant dışı muhalefet
Fazıl Say’ın ‘İstanbul 2010’ kapsamındaki projesi sudan gerekçelerle iptal ediliyor.
Sanat çevreleri ‘dahi çocuk’ olarak ünlenen Bedri Baykam’ın siyasi söylemi olmasa tablolarının daha pahalıya gideceğini konuşur durur yıllardır.
Halil Ergün gibiler bir sezon daha rol kapabilmek için her türlü taklayı atarken, Levent Kırca programlarını yayınlatacak kanal bulamıyor.
Metin Akpınar ılımlı söylemleri ve ’Aman başıma bir şey gelmesin’korkusuyla iktidar kahvaltısında ağırlanıyor, ama Zeki Alasya’ya yönelik toplu linç kampanyaları yürütülüyor.
Oturup da kar-zarar hesabı yapmıyorlar, içlerinden geldiği gibi davranıyorlar. Çünkü sanatçı olmak budur; bildiğini söylemekten vazgeçmemek, inat etmek, direnmek.
Oray Eğin / Akşam
+++
Hileli sınav umuda gasp cürmüdür
Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün alınması neye işarettir bilemeyiz ama hukukun, adaletin dönüşüne işaret olsa çok iyi olur! Hileli sınav, gençlerin emeğine ve umuduna yönelmiş bir gasp cürmüdür.
Böyle bir şüphe doğduğu anda hukuk devleti alârma geçer. Bizdeki sorumlular hilebazı yakalamak için değil, gürültüyü bastırmak için çırpınıyor.
Güngör Mengi / Vatan
+++
Yani şimdi siz tarih mi yazıyorsunuz
Ey kendini, “tarih yazdığını” sanan güya liberal köşe yazarı;
Ey kendini “demokrasinin keskin kılıcı” ilan eden, demokratik devrim muhafızı;
Ey kendini beğenmiş ahir zaman mağruru;
Sana sesleniyorum.
Yanılıyorsun.
Fena halde yanılıyorsun.
Bil ki...
Bir;
“İçinde yaşamakta olduğumuz hadiseler tarih değildir.”
İki;
“Bunların nasıl neticeler doğuracağını kestiremeyiz.”
Üç;
“Geçmiş hadiselerin manasını takdir etmek ve doğurdukları neticeleri görmek, ancak araya bir mesafe girince mümkün olabilecektir.”
Dört;
“Yani, tarih cereyan etmekte olduğu sırada, bizim için henüz tarih değildir.”
Bu yazdıklarımı bir kenara not et, ilerde lazım olacak.
Yani böbürlenme padişahım senden büyük önce tarih var, ondan da büyüğü Allah...
(...)
Lütfen şu cümleyi de bir kenara not edin:
“Zamanımızda şahit olduğumuz en acıklı oyunlardan biri, büyük bir demokratik hareketin sonuçta demokrasinin tahribine yol açan ve onu destekleyen yığınlardan sadece küçük bir azınlığa yarayan bir politikayı desteklediğini görmektir.”
Bu sözler bundan tam 68 yıl önce yazıldı.
Alın şablonu, koyun Türkiye’nin üzerine, ne görüyorsunuz?
Bire bir oturmuyor mu?
Türkiye’de demokratikleşme sürecinin en önemli davası işte böyle acıklı bir oyuna dönüştürüldü.
Bunun sorumlusu da ne yazık ki, yapılan yanlışlar karşısında hiç sesini çıkarmayanlardır.
Oysa ses çıkarmak, hatta haykırmak gerekirdi.
İnsanların evleri sabah saatlerinde basılıp, hukukun en küçük ilkelerine dikkat edilmeden aranırken, delillere şaibe düşürülürken hukukun sesi yükselmeliydi.
“Örgütün kasası” denilen bir insana, kanserin terminal safhasında bile zulüm yapılırken vicdanın sesi haykırmalıydı.
O insanın cenazesini bile kaldıracak parası olmadığı anlaşıldığında, “Hani neredeymiş bu kasa” diye, “şüpheciliğin” nakaratını dinlemeliydik.
İnsanlar, neyle suçlandıklarını bilmeden 2-3 yıl içerde yatarken, adaletin avaz avaz sesi kulaklarımızda çınlamalıydı.
11 No’lu CD hakkındaki kuşkular Abdurrahman Dilipak’ı bile rahatsız ederken, liberal aydınlar sorgu hâkimine dönüşmeliydi.
Gururundan kafasına kurşun sıkan insanlarla ilgili bütün iddialar tek tek düştüğünde, “O insan niye öldü” diye haykıran Emile Zola’ları görmeliydik.
Yapılmadı ve neticede, Türk demokrasi tarihinin en büyük davası, Yassıada davasına dönüştü.
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
+++
Sessiz çoğunluk sandığı bekliyor
(...)
Bana en çarpıcı gelen gözlememi aktarayım; halkın seçimlerde ne yapacağı hiç belli olmaz, çünkü öylesine derin, öylesine coşkulu bir öfke ve kararlılık var ki anlatamam. Birçok kişi özellikle anketlerin adeta beynimize çivi gibi çakılması nedeniyle kötümser gibi görünmekle birlikte ” “Bu oyunu, bu dayatmayı kıracağız”diyor.
Kötümserlik var ama yılgınlık yok. Tam tersine, herkes birbirine “Eğer birlik olursak, heyecanımızı yitirmezsek, seçimlerde kararlılığımı gösterirsek, Türkiye’yi gittiği yoldan geri çevireceğiz” diye konuşuyor.
Balıkesir ve Bandırma’da gördüm ki, halk çok kararlı. Ama şimdilik sesini fazla yükseltmiyor. Seçimi bekliyor.
Hatırlatayım.
Can Ataklı / Vatan