İktidarın iflas eden Orta Doğu politikası!
Suriye’ye, kimyasal silah kullanma ithamı yapılmasından ötürü, rahat bir nefes almasına rağmen, iktidarın “sıfır risk” li Orta Doğu politikası ne yazık ki, “çökmüş” bulunuyor.
Üstelik, Libya’da olanlar Suriye’de tekrarlanırsa, AKP’nin başının büyük derde gireceği şimdiden öne sürülüyor.
Sürekli belirtilmesine ve çeşitli çevrelerden, AKP’nin Orta Doğu hatta dış politikasının iflas ettiği görüşleri ısrarla ortaya atılmasına rağmen, iktidarın nedense en ufak bir düzeltme, geri dönme girişimi olmuyor.
Gün geçtikçe, Türkiye hem “yalnızlaşıyor” hem de “ekonomik”, “sosyal” ve “politik” ilişkileri donuyor.
Bu tehlikeli uçuruma nasıl gelindiğini ve “dönüş” için ne önlemler alınması gerektiğini bilimsel olarak araştırmak öncelikli yer alıyor.
Üniversitelere, fikir, bilim ve medya kuruluşlarına önemli görevler ve sorumluluklar düşüyor.
Ne yazık ki, bu önemli sorunun ilmi “sorgulaması” ya yapılmıyor ya da yapılamıyor.
Bu karmaşa için de Ekonomik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi’nde Burak Gümüş’ün cesur bir çalışması yüreklere su serpiyor.
“Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Orta Doğu Siyaseti” başlığı altında yayınlanan ilmi makalesinde ilgi çekici tespitler yer alıyor. Gümüş makalesinin girişinde; “2002 yılından bugüne değin ılımlı Sünni İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), tek parti hükümeti olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısını, toplumunu, iç ve dış politikasını kendi hayat görüşüne göre şekillendirmektedir. Bu dönüşüm, hem eylem hem de söylem bazında medyadan orduya, yargıdan siyasete, sermayeden eğitim alanına kadar siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel, hukuksal anlamda Kemalist laik ve ulusalcı yaklaşımın aleyhine ve bu görüşü savunanların çeşitli darbe iddiaları sonucu tasfiyeleri ile gerçekleştirilmiştir. AKP’nin bu kapsamda Ortadoğu’da daha aktif bir politika izlemeye başladığı iddia edilmektedir. AKP Türkiye’si; “Ortadoğu’da Batı’yla işbirliği içinde olabilen bir ılımlı İslamcı hükümet modeli olarak bölgede bir anlama ve etkiye sahip” olmak istemektedir” diyor.
Burak Gümüş’ün başka bir görüşünde ise kısaca şunları belirtiyor; “Sovyetlerin dağılması ve komünist ideolojinin çöküşü ile hem çift kutuplu dünya sistemindeki denge ABD’nin lehine değişmiş hem de bölgede bir güç boşluğu oluşmuştur. ABD, 11 Eylül saldırıları sonrasında bölgedeki güç boşluğunu doldurup Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına hizmet edecek biçimde şekillendirmeye başlamıştır ki bu projeye “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) adı verilmektedir.”
Araştırmacı meslektaşımız, ilmi makalesinin girişini şöyle tamamlıyor;
“Hegemonyal İstikrar Teorisi Ortadoğu için uygulanacak olursa, ABD; Arap ve İslam dünyasında “Büyük Ortadoğu Projesi”ni gerçekleştirmek istemektedir. Amerika, süper güç olarak itibar sağlamıştır, ama aynı zamanda Müslüman dünyasında işgalci olarak meşruiyetini kısmen yitirmiştir. Dahası, direnişçilerle çatışmaktan dolayı yıpranmıştır (zayiat, maddi masraf, barışçıl kamuoyu baskısı).
Bu sebeple, ABD Ortadoğu’da yükünü alt hegemon olarak paylaşabileceği ortaklara ihtiyaç duymaktadır. BOP’un mali yükünün oldukça fazla olacağını ve zaman zaman askeri müttefiklere gereksinim duyulacağını hesaba katan ABD, son aylarda kendine ortak bulma çabasına girmiş gözükmektedir.
Ancak yük paylaşımı demek, hâkimiyet paylaşımı da demek olduğundan, geleneksel ABD politikaları bu konuda hep ‘sınırlı paylaşımı’ esas almış; dolayısıyla kendi payını hep yüksek tutmuştur.
NATO üyesi Türkiye’nin “Birleşik Devletler için önemi, genellikle Türkiye ile çevre bölgelerdeki Amerikan çıkarları ile alakalıdır. Türkiye, Ortadoğu’ya yönelik potansiyel Rus saldırganlığına karşı bir tampon olarak tanımlanmaktadır.
Vurgulanmalıdır ki, alt hegemonun bu rolü üstlenebilmesi için hem iç hem de dış politikada yapısal bir dönüşüm geçirmesi gerekmektedir.”