İktidarın dizginlenmesi sorunu
Türkiye, hukuk konusunda gazetecinin, inanç konusunda siyasetçinin, güvenlik ve istihbarat konusunda televizyoncuların hüküm verdikleri bir ülke durumuna gelmiştir. Ülkede siyasetçi ve gazeteciler her şeyi asli muhataplarından daha iyi biliyor gibi bir hava içindeler. Onlar akıl veriyor, akıl dağıtıyor ve akıl çeliyorlar.
Davalar mahkemelerden önce televizyon stüdyolarında ve gazete manşetlerinde görülüyor. Medya sorguluyor, yargılıyor ve hüküm kesiyor. Doğru olanı, yasaya uygun olanı yalnız kendileri biliyor gibi yapıyor. Bu zevata göre yüksek yargı mensupları hukuktan ve yasalardan anlamadıkları gibi hukuku da çiğniyorlar. İktidara şirin görünmek uğruna -elbette bunun nedenleri duygusal değil- gerçekleri ters yüz ediyorlar. İktidar dalkavukluğu uğruna hukuksuz uygulamaları savunanlar, aslında uzun vadede kendi özgürlüklerini çiğnemiş oluyorlar. Çünkü iktidarın iyisi-kötüsü olmaz, dizginleneni ya da dizginlenemeyeni olur.
Demokratik biçimde fişlenmek!
Bakınız, bir iktidar milletvekili, adı lazım değil, bilinçaltını su yüzüne çıkaran şu sözleri edebiliyor: “40 yıldır onlar bizi fişledi, şimdi de biz onları fişliyoruz”. Meğerse adamlar fişlemeye değil, fişlemeyi başkalarının yapmasına karşılarmış. Aslında sayın vekil bir anda kontrolü kaybederek doğruyu söylemiştir. Bu ifadeler, Türkiye’de yandaşa demokrasi, muhaliflere faşist uygulamaların uygun görüldüğünün kanıtıdır. Bu nedenle demokratikleşme kavramının en fazla kullanıldığı bir dönemde insanlar antidemokratik uygulamalardan en fazla şikayet etmektedir. Bakınız “demokratikleşiyoruz” denilen bir süreçte daha önce yaşananlarla mukayese kabul etmez derecede insanlar izleme, telekulak, ortam dinlemesi, takip ve afişe edilme korkusu yaşıyor. Türkiye’de bugün hiç kimse yasal ya da yasa dışı izleme ve dinlemeden muaf değildir. Buna kurum olarak Yargıtay da Cumhuriyet Başsavcıları da dahildir. İnsanın “iyi ki demokratikleşiyoruz” diyesi geliyor.
Demokrasi, toplum içindir!
Hâlbuki hukuk, din, eğitim, emniyet ve askeri kurumlar gibi demokrasi de herkese ve her kesime aittir. Yerleşmesi, kurumsallaşması saygın ve yetkin olması herkesin yararınadır. Demokrasiyi karşıtları hırpalamak ve örselemek için maske olarak kullanmak da herkesin aleyhinedir. Bu nedenle iktidarın demokrasi söylemi altında yaptığı faşist, hukuksuz ve acımasız uygulamaları herkesin eleştirmesi gerekir. İktidar eleştirilebildiği, sınırlandırılabildiği oranda demokrasiden söz edilebilir. Unutmamak gerekir ki toplum demokrasi için değil, demokrasi toplum içindir. Bu bakımdan ezilen muhalefet aynı zaman da azalan demokrasi anlamına gelir.
Marchamont, 1657’lerde şöyle diyordu: “Eğer yasa yapanlarla uygulayanlar kendi kendilerinin yargıcı olurlarsa, orada özgürlük ve adalet değil, düpedüz çıplak güç, zorbalık egemen olur”. Çünkü kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin teminatı yargı ve yargıçlardır. İktidar duygusu, meleği bile şeytana çeviren zalim bir duygudur. Bu nedenle dizginlenmesi gerekir. İktidarı halkın beş senede bir, yargının zaman zaman, medyanın da sürekli denetlemesi gerekir. Aydının ve medyanın iktidar dalkavukluğu yaptığı bir yerde iktidarın mutlaklaşması kaçınılmazdır. Mutlaklaşan iktidarlar da ilk önce kendisini besleyen yandaşları yemekle işe başlarlar. İşte elin adamı kuvvetler ayrılığından bunun için söz ediyor.