İktidar ve delilik üzerine
İnsanın diğer insanların kaderini belirleme, emretme ve yönetme duyguları insan oğlunun saklı yönlerinin belirginleşmesine neden olmuştur. Artık bir insanı tanımak için onun bir güce sahip olması ya da bir başka ifadeyle hiyerarşide önemli bir yere gelmesinin gerektiği düşüncesi yaygınlaşmaya başladı.
Hükmetmek bir anlamda yaratılışın ve doğanın gereği olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzdendir ki insan bitki, hayvan ve doğaya hâkim olabilmiştir.
***
İktidar aşkı, insan doğasının bir parçasıdır, oysa iktidar felsefeleri, ince nitelikleri ile herkes tarafından kolay kolay görülmeyen birer deliliktir. Gerek madde, gerek başka insanlar olarak dış dünyanın varlığı, bazı gururlu kişilerin kabul etmekten utanç duydukları, ama ancak delilerin reddedebileceği bir veridir. İktidar aşklarının kendilerine dünyayı olduğundan başka biçimde göstermesine göz yuman insanlara, her tımarhanede rastlanır: Biri çıkar, kendisinin İngiltere Bankası Guvernörü olduğunu iddia eder, başkası çıkar, İngiltere Kralı olduğunu söyler, bir başkası da Tanrı olduğunu ileri sürer. Burada saydıklarımıza çok benzeyen kuruntular, öğrenim görmüş kişiler tarafından, kolaylıkla anlaşılamayacak bir dille anlatıldıkları zaman, onları anlatan kişilere felsefe profesörlüğü sanı sağlar; coşkulu kişiler tarafından, çok iyi anlaşılır bir dille anlatıldıkları zaman ise, o kişilere diktatörlük sağlar.
Günümüzde dâhilik ile delilik birbirine karışmıştır. Başarı ölçü olunca kavramlar tersinden okunmaya başlanır olmuştur. Fizyoloji karşısında dâhi ile deli arasında bir fark yoktur. Her ikisi de yer, içer, uyur ve rüya görür. Fark zihni melekelere yüklenen anlam noktasında kendisini gösterir. Sıradan insanların duyarlılığı olmadığından, tecessüsü ve keşfetmeyi dert edinmez. Yerine göre kendi kabuğunda kendisiyle yetinir. Bir dâhi, çektiği acıdan sorumlu değildir. Çünkü inancı sonsuz gücünü ölçmek için ona bu ateşten gömleği giydirir. Fırtına nasıl martıyı alır götürürse kaderin güçlü rüzgârı da onu daha yükseklere sürükler. Sıradan biri ise, yaradılışı gereği sakin bir hayat arar. Trajediyi, dramı istemez. Bunlara ihtiyacı yoktur.
***
Aslında yaşam sıradan insan için mutluluk üretecek kadar cömert davranırken dâhi ve deliler için inanılmaz derecede cimri davranır. İnsanın fizyolojik yapısı da böyle programlanmıştır. Pascal diyor ki; “Duygularımız hiçbir ifratı kabul etmez. Çok fazla gürültü bizi rahatsız eder; çok fazla ışık gözlerimizi kamaştırır; çok fazla yakınlık veya uzaklık görüşe engel olur. Lafı çok uzatmak veya çok kısa kesmek, söylenen sözün değerini azaltır. Çok fazla zevk, ıstırapla neticelenir.” Halbuki hem delinin hem de dâhinin her hareketi ya “ifrat yahut tefrit” noktasında teşekkül eder. Bu anlamda kendi fiziği ve duyguları da dâhileri taşıyamaz. Tonlarca ağırlıktaki düşünceleri küçük kafaları taşıyamaz. Ayrıntılar, zihinsel yönden gerekli belalardır ve onların ayrıntısı da filozofu normalden ayıran aşırı hassasiyeti üretmektedirler. Görülmemesi gerekenleri görmenin sonuçları körlüğün sonuçlarından daha korkunçtur.