İktidar içinde iktidar kavgası
“Altın yumurtlayan tavuk” ölüm döşeğinde
AKP’yi destekleyen liberaller ile muhafazakarlar arasındaki “ayrışma” KCK operasyonuyla belirginleşmişti. Son birkaç gündür kimi köşe yazarlarının satır aralarına gizlediği -tehdit kokan- mesajlar ise, daha derin bir mücadelenin, “iktidar içindeki iktidar kavgası” nın hangi boyuta ulaştığının habercisi.
“Başbakanlık Konutu”ndan ziyade “Köşk”e yakınlığı bilinen Fehmi Koru dünkü Star’da “lider düzeyindeki AKP’lilerin söylem ve eylemlerinden” yola çıkarak “ortada bir sorun olduğu belli” diyor.
Koru, “AKP koltuğun cazibesi ile kendisini taşıyan olumsuz şartları benimser ve henüz bitmemiş mücadelesinden vazgeçer mi?” sorusuna cevaben her ne kadar “birkaç yıl daha aynı koltuklarda oturmak uğruna kendi varlık sebeplerini inkâr edeceklerini düşünmek saçma bir şey” dese de, manidar şu uyarıyı ihmal etmiyor: “Altınlarının hepsini birden alma sevdası altın yumurtlayan tavuğu öldürtebilir de...”
***
Yenişafak yazarı Ali Bayramoğlu da yandaş medyada “Yeni AKP”yi sorgulayan isimler arasında.
“AK Parti iktidarının ilk iki döneminde Türkiye’de “iktidar kavgası” ile “sivilleşme-demokratikleşme hamleleri” iç içe girmiş iki süreç olarak seyretmiştir. Hatta bu iki ayrı süreç birbirini tetiklemiş ve beslemiştir.
Bugün bu iki süreç adım adım birbirini beslemeyi bırakmakta, adeta birbirini iten, birbiriyle çelişen iki süreç olma yolunda ilerlemektedir” diyen Bayramoğlu’na göre “Saray”ı kontrol altında olduğu oranda AK Parti’nin demokrat olma ve demokrasi ihtiyacı azaldı...”
AKP’lilere “aynaya bakın” çağrısı yapan Yenişafak yazarının son cümlesi Koru’nunkinin benzeri:
“Bu gidiş iyi değildir...
***
İktidar yandaşları arasındaki kopmanın nasıl derin köklere sahip olduğunu göstermesi bakımından dünün en dikkat çekici “AKP eleştirisi” Zaman yazarı Etyen Mahçupyan’a aitti.
AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana “Türklüğe muhtaç olmayan bir İslami kimlik yeşerttiği”ni savunan Mahçupyan, Erdoğan’ın “millet” söyleminden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi:
“AKP ve genelde Sünni dindarlar, milliyetçilikten uzaklaşarak mesafe aldıkları Türklüğe, devletçiliğe sahip çıktıkları ölçüde yeniden yaklaştılar.”
“Türkleşme” ihtimalini “tehlike” sayan Mahçupyan’ın finaldeki uyarısı, “sıkıntının kaynağı” nın özeti:
“AKP içinde bu yönelimin farkında olanlar umarız vardır...
Çünkü aksi halde kendisini en büyük reformcu olarak gören bir partinin, geleneksel devleti konsolide eden bir unsur olarak tarihe geçmesi ihtimaline de hazır olmak gerek.”
Altı ayda ne oldu da böyle değiştiniz!
Dış İşleri Bakanı Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu; Henüz 6 ay
evvel:
1)Libya’ya NATO müdahalesine tamamen karşı idiniz.Başbakan’ın Kaddafi’den aldığı “insan hakları ödülü” nün iade edilmesi talebini şiddetle red ediyordunuz.
2)İran’a karşı her türlü ambargoya karşı idiniz. Hatta ambargoların bir işe yaramadığını söylüyordunuz.
3)O zaman da halkına zulmeden Başer Esad’ın Suriye’si ile kan kardeş olmuştunuz.Sınırlar açılıyor, adeta “tek millet, çift devlet” sloganı ile 2 ülkenin Bakanlar Kurulu ortak toplantılar yapıyordu.
Siz ısrarla:
i)Komşular ile sıfır sorun politikasından bahsediyordunuz.
ii)ABD’ye karşı, alay ettiğiniz monşerlerin yürüttüğü “eski” tek-kutuplu politikayı şiddetle kınıyor, çok-kutuplu dünyada bağımsız dış politikadan bahsediyordunuz.
ABD’ye kafa tuttuğunuzda dünyada güçlü devletlerin bazen haddini aşanları “merdiven altına çektiklerini” de yazmıştım.
***
Ahmet Davutoğlu sadece 6 ay sonra:
1)Libya’ya NATO müdahalesine alkış tuttunuz. Kaddafi’nin bir komplo sonucu öldürülmesini görmezden geldiniz. Batı’nın Libya’nın petrolünü yeniden paylaşmasına gıkınız çıkmadı. Bu durum yüzünüze vurulduğunda da “bizim başkalarını malında gözümüz yok!” mealli cevaplar veriyorsunuz.
İyi de, Kaddafi döneminde 125 bin Türk vatandaşı Libya’da ne yapıyordu? Batı petrolden pay verdi de siz, “bizim başkalarını malında gözümüz yok” ,diye cevap mı verdiniz?
Maksat “insanlık” ise şu söyleşiyi nasıl yorumlayalım: “Tıpkı Britanya’nın eski kolonileri ile yaptığı gibi Türkiye de bir milletler birliğine dönüşebilir... Bana hatırlattı ki Britanya eski kolonileri ile bir ortak refah bölgesine sahip. Neden Türkiye liderliğini Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da yeniden inşa etmesin?” (Jackson Diehl’in Ahmet Davutoğlu ileyaptığı söyleşi,Washington Post, 5 Aralık 2010)
***
2) İran’a karşı NATO şemsiyesi adı altında ama ABD yetkililerinin açık ifadesi ile tamamen ABD denetiminde füze kalkanı yerleştirmenizi nasıl yorumlayalım?
Lütfen, Malatya’ya yerleştirilen füze kalkanlarının İran’dan İsrail’e karşı gelebilecek bir nükleer saldırıya karşı konuşlanmadığını ikide bir söyleyerek bizim zekamız ile alay etmeyin! İran neden sizden bu kadar rahatsız?
***
3) 6 ay önce can kardeşiniz olan Esad neden sizden ve Erdoğan’dan “ikide bir telefon açıp Obama şöyle istiyor, Obama böyle istiyor diyorlar” , sözleri ile şikayette bulunuyor.
6 ay önce “ambargolar bir işe yaramıyor” ,diyen siz şimdi neden “Suriye’ye karşı ambargo uygulanmasını” istiyorsunuz?
Esad Sunnilere zulm etmeye yeni mi başladı? Üstelik, ne kadar haklı olursa olsunlar fiziki şiddet kullanarak baş kaldıran muhaliflere tepki vermeyen bir Hükümet olabilir mi? Size PKK’yı hatırlatsalar ne diyeceksiniz?
Başkalarının iç işlerine bu kadar açık burnumuzu sokmamızın nedeni nedir?
Suriye PKK’yı barındırıken haklı olarak kıyamet koparıyorduk. Şimdi Suriye muhalefetini barındrımak, silahlandırmak bize yakışıyor mu?
***
Arap Birliği Suriye’nin üyeliğini askıya aldı, Suriye’yi demokrasiye davet etti. Siz de kararı alkışladınız. Komik değil mi?
Bana Arap Birliği’nin demokrasi ile yönetilen üye ülkelerini sayarmısınız?
Madem “insan hakları” ile bu kadar ilgilisiniz; Suudi Arabistan’a, Bahreyn’e v.b. Arap Birliği üyesi ülkelere insan hakları konusunda neden aba altından da olsa sopa göstermiyorsunz?
***
Dış İşleri Bakanı Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu;
i)ABD’de konuştuğum Arap aydınları sizin ve Erdoğan’ın “güvenilmez” ve “ne yapacağı tahmin edilemez” insanlar haline geldiğinizi söylüyorlar.
***
ii)ABD’de “Türkiye neden parlayan yıldız olarak pofpoflanıyor?” diye sorguladığınızda “Clinton Davutoğlu’nu tamamen himayesi altına aldı da ondan!” mealli bir cevap alıyorsunuz.
Yazılarını dikkatle takip ettiğim Arslan Bulut (Yeni Çağ Gazetesi) çok haklı olarak Cengiz Çandar’ın bile bu durumdan rahatsız olduğunu ve ABD’den Türkiye’ye bakınca Türkiye’nin bir alt-yüklenici (sub-contaractor) olarak görüldüğünü yazdığına dikkat çekti.
Son yıllarda kalemini adeta AKP Hükümeti’nin her yaptığını doğrulamaya adayan, sizi överken yere göğe koyamayan Çandar’ı bile rahatsız ediyorsunuz!
***
Ben son 6 aydır Türkiye’nin tehlikeli bir şekilde:
i)Ortadoğu’da hasımlar kazandığını ve
ii)tamamen ABD’nin yörüngesine girdiğini görüyorum.
Ayrıca gözlemliyorum ki; Türkiye’de bazı Davutoğlu yanlısı gazeteciler bile ve dahi ABD ve Arap dünyasında bazı aydınlar artık Türkiye’yi Ortadoğu’da ABD’nin taşeronu/bayisi olarak görüyorlar. Ne oldu size Prof.Dr.Ahmet Davutoğlu? Yoksa, sizi gerçekten merdiven altına mı çektiler?
Dr. Cüneyt Ülsever / Odatv.com
Çandar’a Zaman ayarlı uyarı
“Pentagon’daki özel bölüme ilk giren gazeteci” Cengiz Çandar, Suriye konusunun AKP’ye Washington’dan ihale edildiğini yazmıştı:
“...Türkiye, adım adım, ABD’nin bölgedeki ‘taşeronu’durumuna kayıyor... Suriye, Washington tarafından adeta Türkiye’ye ‘ihale edilmiş’ halde. Öyle olmasa, Tayyip Erdoğan, kardeşi bildiği Beşar Esad ile sırf ‘Sözünü tutmadı. ‘Reform yapacağım’dedi, yapmadı’ gerekçesiyle sekiz ay içinde ‘kardeş’ten ‘hasım’ konumuna kayar mıydı?” (Cengiz Çandar, Arap Baharı ‘Türk Sonbaharı’na dönüşür mü?, Radikal, 11 Kasım 2011)
Anında çark etti
Zaman yazarı Ali Arslan, şu sözlerle Çandar’a anında ayar verdi:
“Hükümetin bazı heyecanlı sempatizanlarını dinlerseniz, Türkiye’nin tek başına bölgesine nizamat vermeye başladığını sanırsınız.
Azılı muhaliflerine kulak verirseniz, ABD’nin taşeronluğundan başka birşey yapılmadığına inanırsınız. Gerçek ise ikisinin arasında bir yerlerde. Türkiye bölgesinde eskiye nazaran çok daha yüksek etki kabiliyetine sahip, ancak başta ABD olmak üzere büyük dış güçlerden tam bağımsız şekilde hareket etmiyor. Bana göre, zaten buna imkan da gerek de yok.” (Ali Arslan, Türkiye ABD’nin taşeronu mu?, Zaman, 14 Kasım 2011) Ayarı ve uyarıyı alan Çandar iki gün içinde durumu toparladı.AKP’nin Arap Baharı’yla birlikte yol ayrımına girdiğini ancak doğruyu yaptığını savundu!
Mehmet Ali Güller / Aydınlık
Abdülmecit sempozyumuna tepki dinmiyor
Padişahtan selam var
Bi kaç sene önce...
atv Haber’i yönetirken(...) rahmetli Osman Ertuğrul’u ilk ve son kez canlı yayına çıkardım.
*
Haber saati geldi.
Geçti kamera karşısına,
naklen...
Şunları söyledi: “Ailem için çok kötü oldu ama, Türkiye kazandı. Türk olarak doğdum, Türk olarak öleceğim. Mustafa Kemal, Türk halkı için muhteşem bir liderdi. Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı.”
*
Bunu diyen kişi, saltanat devam etseydi, Fatih’in, Kanuni’nin tahtında oturacak olan kişiydi.
Ne öfke, ne kin.
Sadece minnet vardı.
Atatürk’e sövmek için padişah’ı övmeye çalışan dangoz aydın tayfası... Saltanat devam etseydi, o sarayda marangoz bile olamazdı!
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Toplumdan tepki gelmediğini gördükleri takdirde, çok yakın gelecekte Abdülhamit, Vahdettin gibiler için törenler düzenlenecek. Sonra sıra, belki de gelmiş geçmiş en büyük hainlerden olan Sadrazam Damat Ferit ve benzerlerine gelecek. Gidiş o gidiş.
Emin Çölaşan / Sözcü
Vay başımıza gelen...
Davetiyeleri bir görseniz; kırmızı zemin üzerine Abdülmecid’in tuğrası, üzerinde bir badana fırçası unutulmuş gibi kalpağı görülüyor...
Aydınlanmanın; Mustafa Kemal ve Cumhuriyet ile değil, halife Abdülmecid’in 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile başladığını söylemeye çalışıyorlar bize...
Eşek değiliz ya...
Ne de olsa dedemiz idi...
Atatürk’ü anmayı atlayıp da halifeyi anmaları, Türkiye’nin başına nelerin geldiğini gösteriyor aslında...
Olacağı bu idi...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Abdülmecit sempozyumuyla ilgili eleştirilere cevap verirken “Bugün yaşadığımız, geldiğimiz pek çok noktanın temelinde o dönemin konuları, adımları var” diyerek, “Yeni Anayasa”nın, “Avrupa’nın manevi fethi” olarak adlandırılan Tanzimat’la başlayıp, Islahat’la devam eden “teslimiyet” sürecinin parçası olduğunu itiraf etti. Bu iki ferman ile devletin, bu coğrafyada hesabı olan dış güçlerin güdümüne girmesinin “hukuki zemini” oluşturulmuştu.
Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Meclis şimdi teslimiyet ve padişahlığı parlatıyor.
Bakalım daha ne kadar irtifa kaybedecekler...
Melih Aşık / Milliyet