İçerdekiler mi hapiste dışarıdakiler mi!

Her şeyi “suç aleti” sayılıyor gazetecinin...
Bilgisayarlar, arşivler, diskler, monitörler...
Kitaplar...
Kâğıtlar...
Kalemler...

*


Her an gözaltına alınan, tutuklanan, hücrelere konulan, bastırılan, itilen, kakılan, yok edilen, bitirilen bir mesleğin mensuplarıyız biz...
Bize “gazeteci” diyorlar...
Utanç içindeyiz...
Bir ulusun sesi-gözü-kulağı-ağzı-dili olmamız, evrensel bir değer ve ahlaki bir görevken...
Kendini savunmaktan aciz...
Sessiz...
Sinmiş...
Susmuş...
Tüymüş...

*

Herkes biliyor ki bu izlediğimiz “hukuk” değil...
Buna dünyanın hiçbir yerinde “adalet” demezler...
Hiçbir vicdan bu olanların adını “yargı” koyamaz...
Yine herkes biliyor ki cemaat ve tarikat ülkeyi istila ediyor ve önüne çıkan her engeli yok ediyor...
Bunu anlamayan var mı?..
Görmeyen?..
İdrak edemeyen?..
Bilmeyen?..

*


Ülkede hukuku, demokrasiyi, özgürlüğü, insan haklarını savunması gereken medyanın kendisi savunulacak hale gelmişse...
Peki, kim savunacak gazetecinin özgürlüğünü?..
Cemiyetlerimiz, sendikalarımız, derneklerimiz, birliklerimiz, kuruluşlarımız, konseylerimiz...
Niçin yollara düşmüyorlar?..
Niçin kalemler kırılmıyor, rotatifler durmuyor, başlıklar siyah çıkmıyor, köşeler boş kalmıyor?..
Niçin yargının herkes için güvenilir ve inandırıcı olduğu bir platforma taşınması için kaldırmıyorlar dünyayı ayağa?..
Niçin bu sessizlik?..
Nedir bu teslimiyet?..

*


Sormaz mıyız kendimize:
Tutsak olan kim?..
İçerdekiler mi hapiste, biz mi hapiste?..
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

+++

Operasyonların ‘arkası yarın’

Önce: Ergün Poyraz, Vedat Yenerer, Erol Mütercimler, Güler Kömürcü, Ümit Oğuztan, Emin Gürses, Doğu Perinçek, rahmetli İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Ufuk Mehmet Büyükçelebi, Adnan Bulut, Tuncay Özkan, Merdan Yanardağ, Yalçın Küçük...
Sonbaharda: Hanefi Avcı...
On gün önce: Soner Yalçın...
Dün: Ahmet Şık, Nedim Şener...
Hepsi; adı sözde Ergenekon Örgütü’ne bir şekilde bulaştırılmış isimler!
Kimi sanık, kimi şüpheli, kimi ise birkaç gün gözaltına alınıp, yırtmış!

***


Gelelim bu insanların ortak özellikleri olup olmadığına:
Çok fazla ortak yanları olduğunu sanmam... En basitinden aynı dünya görüşünü bile paylaşmazlar!
Aynı partiye oy vermezler!
Aynı mekânda dolaşmazlar!
Aynı kişilerle arkadaşlık etmezler!
Aralarından biri bile; bu kadronun tamamını tanımaz...
Ve... Hepsini bir odaya koysanız, savaş çıkar!
Çünkü mahkemelik olacak kadar birbirinden nefret edenler vardır aralarında...

***


Ama üç “ortak özellikleri” var ki; bu soruşturmanın şifrelerini doğru okumak için, bunları bilmek gerekiyor:
1) Yukarıda saydığım aydınların tamamı muhalif...
2) Hepsi gazeteci ya da yazar...
3) Yine hepsi okyanus ötesinden yönetilen bir tarikat hakkında bir şekilde “kalem oynatmış” kişiler...

***


Saptamam doğruysa...
O zaman; bu operasyonların arkası var demektir! Çünkü bunu yapanların sayısı, yukarıdaki listedekilerin en az iki katı!
Sıranın kime ya da kimlere geldiğini merak ediyorsanız, araştırın...
Bulmanız zor olmayacaktır!
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Uğur Mumcu’nun dediği oldu; dün bu ülkede hukuk sustu, vicdan sustu, adalet sustu...
“Göbeğini kaşıyan adam” iktidarca susturuldu... Ve gün boyu yalnızca “sıra bana da gelecek” endişesi taşıyan “diğer gazeteciler” konuştu:

+++

Yazma yazdıkça sıra sana gelecek

Türkiye’de özgür gazeteciliğin yeni kuralı belli oldu:
“Yazma, yazdıkça sıra sana gelecek...”
Gazetecinin görevi doğruları yazmaktır. Ama yazma...
İktidar partisini ve Başbakanı sorgulama.
Eleştirme. Haksızlığa uğrayanları savunma.
Karanlık olayların arka planını araştırma...
Kafanı kurcalayan konuları kâğıda dökme...
Basın özgürlüğünün bittiğini aklından çıkarma...
Sadece iktidarı övme özgürlüğünü kullan...
İktidarın basına ve topluma yaydığı mesaj budur...
(...)
Türkiye şu anda seçim arifesinde bulunuyor...
Demokrasi 12 Haziran’da bir kez daha test edilecek.
Ne var ki, basın özgürlüğü olmadan ne kamuoyunun serbestçe oluşması mümkün olabilir, ne halkın doğru tercih yapabilmesi...
Aslında çiğnenmekte olan, basın özgürlüğüyle birlikte halkın haber alma ve serbestçe bilgilenme hakkıdır. Demokrasidir...
Melih Aşık / milliyet

+++

Memleketin manzara-i umumiyesi;
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan hücreye atılırken Apo’nun villaya taşınması tartışılıyor.
Fahrettin Fidan

+++

“Apo’nun yerinde olsam...”

Bu arkadaşlar geldi.
Açılım yapıldı.
Terörle mücadele edenlerin alayı hapse tıkıldı, şeref madalyalı subaylar kafasına sıktı, PKK kırmızı halıda halay çekti.
Ve şimdi...
Apo villaya çıkıyor.
Soner Silivri’ye, Mustafa’yla Tuncay hücreye konuyor...
Nedim’in evi basılıyor.
Türkiye’nin en dürüst, en yurtsever gazetecilerinden biridir Nedim... Rayında yaşar. Eviyle işi arasında gidip gelen tren rayı... Onur duyulan arkadaş, kusursuz eş, mükemmel babadır.
Apo’yu koruyan İtalyan gizli servisi vardı hiç olmazsa...
Nedim’in evini bizim kendi polislerimiz basıyor...
İleri demokrasi dedikleri bu
oluyor.
Ben Apo’nun yerinde olsam...
Palmiyeli isterim.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Henüz ana hedefe gelinmedi

Evleri veya büroları basılanlar geri zekalı mı? ’Geliyorum’ diyen operasyona karşı hiç mi tedbir almıyorlar? Karşıt görüş ise çarpıcı; ’Ne yaparsan yap, malzeme hazır geliyor ve yerleştiriliyor’. Durum eski Roman şarkısındaki gibi; ’Yaş mı da kuru mu ebenin...’.
Tam bu noktada 1971 yılından kalma bir davayı hatırlıyoruz. Garibanın hakkında icra davası açılmıştı. İmzaladığı senetler soruldu. Pullar ve açığındaki imzalar hattat elinden çıkmış gibi. Adam feryadı bastı; ’Benim okuma yazmam yok ki’. Araştırıldı, durum gerçekten dediği şekilde. Sonuç mu? Yine, bir sonraki duruşmaya kadar cezaevine tıkıldı.
Demek ki, aradan geçen 40 yıla rağmen aynı yerdeyiz. Size gerçekten inandığımız yol haritasını açıklayıp, noktayı koyalım. Baskınların ana hedefindeki isimlere henüz gelinmedi. Biraz nefeslensinler ’Yok artık dedirtecek’lerin gözaltına alındığını göreceksiniz.
Burhan Ayeri / Akşam

+++

Bir sabah ansızın gelebilirler

Dünkü arama ve gözaltıların bir anti terör operasyonu olduğuna kimse kimseyi inandıramaz. Amaç gazetecilerin “kırmızı çizgiler”i ihlâl etmemelerini sağlamaktır. Özellikle eleştirel gazetecilik yapanlar artık birkaç gün sonrasına randevu vermiyorlar. Çünkü bir sabah ansızın gelebilirler! “Amerika’da bile bizdeki basın özgürlüğü yok” diyen İçişleri Bakanımızın kulakları çınlasın...
Türkiye’nin iki büyük barosunun başkanları, dünkü operasyonların hukuka aykırı olduğunu iddia ettiler. (...) “Yargı bağımsız, bizi ilgilendirmez” demesin Başbakan.
Öyle olmadığını dünya biliyor!
Güngör Mengi / Vatan

+++

Müjde!
Güvenlik güçlerimiz yaz saati uygulamasına geçti! Basın mensuplarının evleri artık sabah 05.30 yerine 07.30’da basılıyor...
Haldun Ertem

+++

TEPKİLER...

12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda bombalar bulunduğunda bütün Türkiye’ye bir heyecan dalgası yayılmıştı. Ancak gelinen noktada, bu heyecan yerini yaygın bir korkuya ’sıra bana da geliyor’ kaygısına terk etti.
Çiğdem Toker / Akşam

Gazetecilerin artık cezaya dönüşmüş olan uzun tutukluluk süreleri, cezaevinde birlikte kalan Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın ayrı ayrı hücrelere konulması ve nihayet dün gördüğümüz manzara Türkiye’nin demokratik hukuk devleti iddiasıyla bağdaşmıyor.
Fikret Bila / Milliyet


12 Eylül büyük gözaltı döneminde, Sağmalcılar’da akşamları koğuş kapısını kapatırken gardiyanlar şöyle seslenirlerdi bizlere: - Arkadaşlar Allah kurtarsın! Büyük gözaltının başladığı, Nermin’in de bunaldığı bir ortamda ben de topluma öyle sesleneyim bari: - Arkadaşlar Allah kurtarsın!
Ali Sirmen / Cumhuriyet


Nedim Şener’in darbecilerle, antidemokratik çevrelerle, çetelerle, manipülasyon odaklarıyla hiç işi olmadı... Demokrattır, meşruiyetten yanadır... En azından ben öyle biliyorum ve şahadet ediyorum. Gazeteciliğini beğenmeyebilirsiniz, bazı araştırmalarını önyargılı bulabilirsiniz... Üslubundan hoşlaşmayabilirsiniz... İsmi, bilgisi hilafına, birtakım ajandalara da geçmiş olabilir. Ama bu, “terör örgütü üyesi” olduğu anlamına gelmez. Yazıktır... Bühtandır...
Ahmet Kekeç / Star


Bu hamlenin basın çevrelerinin yabana atılmayacak bir bölümü üzerinde yarattığı tedirginlik duygusunun Türkiye’de basın özgürlüğünün üzerine koyu bir sis perdesi gibi ağır ağır inmekte olduğunu da hissediyorum. Gözaltına alınan meslektaşlarımla dayanışma içinde olduğumu, onların yanında durduğumu duyurmak istiyorum. Ve dünün mağdurlarının vicdan terazilerinde bu olayı nasıl tarttıklarını da merak ediyorum.
Sedat Ergin / Hürriyet

Ergenekon Soruşturması bahanesiyle gazetecilerin evlerinin aranıp, gözaltına alınmaları doğrudan doğruya basın özgürlüğüne yönelik bir saldırıdır.
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet


Sadece medya değil, toplumun diğer kesimlerinde de “dinlenmek ve bir sabahın erken saatlerinde savcının, polisin kapılarını çalması” paronoyası yayılmakta. Türkiye 2011 seçimlerine böyle bir “alacakaranlıkta” gitmekte. Bir yandan, içinde bulunduğumuz İslam coğrafyasında başkaldırılar art arda patlarken öte yandan küresel ekonomik krizin Habis tümörleri metastazlar yaparken, sınırların içinde PKK ateşkesi noktaladığını açıklarken Türkiye’de moral grafiği böyle mi olmalı.
Güneri Cıvaoğlu / Milliyet


Kimsenin, hiçbir polisin, hiçbir savcının Türkiye’yi 36 Stalin mahkemeleri dönemine çevirme gücü ve hakkı yoktur, olmamalıdır. Umarız bu meslektaşlarımız en kısa zamanda serbest bırakılırlar. Veya ortada gerçekten bir “suç” varsa yetkililer en kısa zamanda bu durumu tüm kamuoyunu ve kamuoyu vicdanını rahatlatacak şekilde açıklığa kavuştururlar. Aksi halde töhmet altında kalacaklardır...
Ali Bayramoğlu / Yenişafak

Yazarın Diğer Yazıları