Huysuz ve duygusal adam: Ünal İnanç...
Gazetecilik mesleğine Ankara’da başlamama rağmen polis-adliye muhabirliği yapmadığım için birlikte hiç çalışmadık. 80 öncesi Aydınlık’ta “Kontrgerilla” dizisinden hatırlıyordum. 12 Eylül sonrası Mamak’taki duruşmalarda kocaman gövdesinde yaka iğnesi gibi duran fotoğraf makinesinden tanıyordum. “Başkentte yaprak kıpırdasa O’nun haberi olur” derlerdi. 2000’li yılların başında Yeniçağ gazetesinin kuruluşunda Mehmet Balıkçıoğlu Ankara Temsilcisi olmuş ve Balıkçıoğlu’nun sayesinde bir araya gelip tanışmıştık. Son derece aksi bir adamdı. Huysuzdu, üç kelimesinin biri küfürdü. Yeni yetme gazetecilere kızar hıncını bizden alırdı. “Çocukları Suç ve Suçlulardan Koruma Vakfı”nı kurmuş, topluma kazandırmak için olağanüstü projeler geliştirmişti ama hantal bürokrasi ve siyasilerin verdikleri sözü yerine getirmeyişi yüzünden çoğunu hayata geçirememişti. Daha sonra polis olan babası ve sıhhiye onbaşılığı yapan annesi de İstiklal Harbi gazisiydi. Gaziler Vakfı’na bir süre başkanlık etti. Ergenekon kumpasından sonra bıraktı. Deniz Astsubay okulundan atılmıştı. Bir süre futbolda kalecilik yapmış. Teoman Koman’ın MİT Müsteşarlığı döneminde MİT’in basın ile koordinasyon kurmasında Koman’a yardımcı oldu. Aynı Koman, 28 Şubat Davası’nda tutuklanınca kahroldu. Sincan Cezaevi’nde ziyarete gitti. Günlerce ağladı. Diyarbakır’da Cemal Temizöz’ün davasını Ergenekon ve Balyoz davalarını takip ettiğim için ilk defa takdir etti. Ve kitap yazmam konusunda teşvikte bulundu.
***
Alem adamdı Ünal İnanç... Altı yıla yakın yattığı Bakırköy Akıl Hastanesi’ndeki anıları roman ve film senaryosu olurdu. Ama yazma konusunda tembeldi. Ergenekon Davası’yla ilgili İstanbul’da gözaltına alındığında ben Ankara-Batıkent’teki Vakıf binasına koştum. 60 bin kitap, yüzbinlerce gazete-dergi ve mahkeme arşivinin bulunduğu binada arama yapan polislerin işi zordu. Aylarca çalışsalar yine bitiremezlerdi. Ama “koyan bulur” ilkesi revaçtaydı. Bir sayfalık bilgi notunda bazı subayların isimlerini delil diye çıkardılar. Kabul etmedi. Emniyet’te 296 sayfa ifade verdi. Bir nevi kendisini sorgulayan polislerle dalgasını geçti. Yıllardır muzdarip olduğu bel fıtığı yüzünden tuvalet ihtiyacını günlerce gideremeyince “lazımlık” istemiş. Izdırap duymuş. Her kesin “Baba” dediği Ünal İnanç’a ben “Dayı” derdim. “Dayı bunları yaz, kitabın adını da lazımlık koy” dedim. Yazdı... Ambargo uygulandı. Basında birkaç kişi dışında bahseden olmayınca fena halde içerledi.
***
Vakıf binasında o dönemin koşullarına göre tam teşekküllü televizyon stüdyosu vardı. MİT, asker ve polisle arası iyi olan Ünal İnanç’ın haftalık 45 dakikalık programını Samanyolu iki yıl boyunca telif ödeyerek yayınladı, Dekor olarak Atatürk büstünü kullanır ve Atatürk’ten anıları günümüzle irtibatlandırarak anlatırdı. Paralel yapı palazlanınca kem küm denmeye, programın gün ve saatini değiştirilince taviz vermeden bıraktı. Avrasya Televizyonu’na bir süre devam etti. Ardından Ulusal’a... Gönül koyup bıraktı hepsini. O’nun arşivinden faydalanıp on binlerce kitap satan bazı yazarlara kırıldı. Soner Yalçın dışında teşekkür eden, aldığını geri getiren olmayınca bastı küfürü. Mezar taşını iki yıl önce yaptırmıştı. Çekti gitti... Allah rahmet eylesin... Çocuk gibi küstüğü hayatı sessizce terk etti.