Hükümet işçiyle dalga mı geçiyor?
Kamu sektöründe çalışan yaklaşık 700 bin işçi için toplu sözleşme görüşmeleri başladı. 2021-2022 için TÜRK-İş ve Hak-İş''in teklifi;
Aylık en düşük ücret 4800 lira. Gerekçeleri; İstanbul Büyükşehir Belediyesi en düşük işçi ücretini 4850 liraya çıkardı.
Kaldı ki büyük şehirlerde üç kişilik bir ailenin oturacağı ev kirası en az 2000 liradır. Bu şartlarda 4800 lira bile yoksulluk sınırındadır.
İlk 6 ayda yüzde 20 zam, diğer kalan 6 ayda enflasyon artı yüzde 3 refah payı. Ayrıca her yıl Mayıs ve Eylül aylarında bin 500 TL ek ödeme yapılması istendi. Gerekçeleri; işçilerin maruz kaldıkları enflasyonun daha yüksek olmasıdır.
Gerçekten Haziran ayında TÜFE oranı yüzde 17,53 oldu ve fakat gıda fiyatları yüzde 19,99 oranında arttı. Her zaman gıda fiyatları TÜFE''nin üstünde artıyor. İşçinin harcama sepeti içinde gıdanın payını yüzde 40 alırsak, mutfak enflasyonu yüzde 20,35''e geliyor. Öte yandan büyüme olacaksa işçiye de büyümeden refah payı vermek gerekir.
Buna karşılık hükümetin teklifi, işçilerle dalga geçercesine düşük bir teklif oldu.
Ücreti brüt 3 bin 577 TL ile 3 bin 750 TL arasında olanlara seyyanen 100 TL zam önerdi. Ücreti brüt 3750-4000 TL arası olanlara ise 60 TL seyyanen zam ile ayrıca, yılın ilk 6 ayı için yüzde 9, ikinci 6 ay için yüzde 5 artı enflasyon farkı teklif etti.
İlk altı ay yüzde 9, ikinci altı ay yüzde 5 artış, yıllık ortalama yüzde 11,7 artış demektir. TÜFE olarak enflasyonun yüzde 17 yüzde 18 düzeyinde olduğu, mutfak enflasyonunun ya da geçinme endeksinin yüzde 20''den daha yüksek olduğu bir ekonomide yüzde 11,7 nominal artış teklifi işçiyle dalga geçmektir.
Sonradan yapılan enflasyon farkı ödemelerinin ise zaten bu 6 ayda geçen enflasyon tarafından bir kısmı eritilmiş oluyor.
Doğrusu, işçi ve memura göre, onların harcama sepetindeki ağırlıklar esas alınarak, geçinme endeksi hazırlamak ve artışları bu endekse göre yapmaktır.
Bugünkü koşullarda işçi sınıfının yoksulluk sınırının altında, dahası da açlık sınırında yaşama riski artmıştır. Bunun baş sorumlusu siyasi iktidar, ikinci sorumlusu işçinin kendisidir.
Siyasi iktidar, özellikle devlette kadro tehdidi ile yandaş sendikalar oluşturdu. En büyük memur sendikasının başkanları AKP''den milletvekili veya milletvekili adayı oldu. Dahası bir sendikanın bir iş yeri veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapabilmesi, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı''nın vereceği bir yetkiye bağlıdır. Bu durum doğrudan doğruya, Türkiye''nin onayladığı İLO sözleşmesine aykırıdır.
Türkiye henüz akıl tutulmasından çıkamadı. İşçiler de bu akımın kurbanları oldu. AKP iktidarı sendikalaşmayı engelledi. İşçi haklarına göre değil, ideolojik ağırlıklı sendikalar oluştu. Sendikalı üye oranından ve sendika sayısından bu sonuç çıkıyor.
Sendikasızlaşma hızlandı. 2003 yılında işçilerin yüzde 57,9''u sendikalı idi. 2021''de bu oran yüzde 14,4''e geriledi.
2021 yılında kayıtlı işçi sayısı 14.071.096, kayıtlı işçinin yüzde 14,4''ü yani 2.069.476 işçi sendikalıdır. Yüzde 85,6''sı sendikasızdır. Sendikalı işçiler de yedi konfederasyona bölünmüştür;
TÜRK-İş ;1.131.749
Hak-İş ; 711.295
DİSK ; 193.866
Tüm-İş ; 1.647
Ülkem-İş ; 4.127
Anadolu-İş ; 1.028
Bağımsız ; 25.764
Bunlardan toplu sözleşme masasına en yüksek üye sayısı olan TÜRK-İş katılıyor. TÜRK-İş''e işçilerin yüzde 8''i kayıtlıdır. Yani Hükümetle işçinin oturduğu masada işçi yoktur.
Özet olarak; sendika hakkı işçinin doğal hakkı olmaktan çıktı, siyasi iktidarın insafına kaldı.
Çözüm; işçilerin bilinçlenmesi ve hakkına sahip çıkmasıdır. Zira katı bir Türkiye gerçeğidir; hak verilmez alınır.