Hukuk ya da pranga
Başbakan Erdoğan, “İnanın ayaklarımızda pranga var. Sizler zannediyorsunuz ki; Parlamentonun yüzde 65’ine sahipsin, çöz de git. Neyi çözüyorsun. Parlamentonun, yürütmenin üzerinde bir yargı gücü var” diyor. Başbakan resmen yargının yürütmenin üzerinde olduğunu ve yürütmenin görevlerini yapmasına engel olduğunu söylüyor. Hatta Başbakan halka “hesabı veren ben, bana zulmeden o” demek suretiyle yargının kendisine zulüm yaptığını söylemiştir.
Adalet Bakanı da Başbakan’ın sözlerine destek vererek “Yargı, kararlarına karşı yöneltilen eleştirileri olgunlukla karşılayıp, bunu öz eleştiri için bir fırsat olarak değerlendirmeli, evrensel ve ideal hukuka ulaşmada bir araç olarak kullanmalıdır” şeklinde konuşmuştur.
Danıştay Başkanı Mustafa Birden ise Başbakan ve Adalet Bakanı’nın, Danıştay kararlarını taraflı göstermesine tepki göstererek şunları söyler: “Danıştay’ın anayasal görev ve yetkileri çerçevesinde verdiği kararlarına, başta Sayın Adalet Bakanı olmak üzere devlet adına yetki kullanan kişilerce saygı gösterilmelidir.../... Yargı yerlerinin savunma durumuna düşürmenin hukuka saygılı devlet yönetiminde yeri yoktur. Yargıya saygının örselenmesinden, sadece yargı erkinin değil devletimizin zarar göreceği akıllardan çıkarılmamalıdır.”
HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, Ergenekon savcılarını HSYK’nın yargı kökenli seçilmiş üyelerini görevden almak istemesi üzerine Adalet Bakanlığı’nın kararname taslağını geri çekmesi, Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın toplantıyı terk etmesi nedeniyle Müsteşar hakkında Yargıtay’a suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı. Ayrıca Balyoz soruşturması kapsamında İstanbul Başsavcısı’nın talimatlarını dinlemeyen ve internet andıcı soruşturma dosyasını kendisine iade etmeyen Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz hakkında Adalet Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı.
Bir ülkenin Başbakanı kendisini “yargının prangası” ya da “zulmü” altında görüyorsa o ülkenin yurttaşlarının durumunu merak etmeye bile gerek yoktur. Adalet dağıtmakla görevli olan makamın başında bulunan Bakan’ın yargıya yönelik “zulüm” ve “pranga” iddialarına destek vermesi ise başlı başına faciadır. Adalet Bakanı’nın bizzat kendisinin adalet dağıtan kurumların çalışmasını engellemesi ise skandal niteliğinde bir durumdur. Bir yerde savcı, bağlı olduğu başsavcıyı dinlemiyor, başsavcı diğer bir başsavcıya operasyon yapıyorsa orada hukuk devletinden bahsetmek abesle iştigaldir.
Sınırsız yetki arzusu!
Öyle anlaşılıyor ki iktidar, “tarafsız ve bağımsız” olmasından yargının hukuka değil kendisine bağlı olmayı anlıyor. Bağımsız ve tarafsız yargı, iktidarın her türlü tasarrufunu hukuka uygun bulan ve onaylayan bir yargı olamaz. Adı üzerinde yargı, yürütmenin tasarruflarını yasalara uygunluk yönünden denetler. Görevi de budur. Hukuk devletine saygısı olan iktidarlar yargının kararlarını değil kendi icraatlarının hukuki olup olmadığını sorgularlar. Demokrasilerde sınırsız yetki yoktur. Sınırın olmadığı yerde de demokrasi yoktur.
Bu yüzden HSYK ve AYM’yi iktidar hedef olarak almıştır.
Bilindiği gibi yargı, yürütmenin icraatlarını hukuka uygunluk yönünden denetler. Yargı bir noter makamı değildir ve “Türk milleti” adına bunun için görevlidir. Yargının bu anlamda görevi yürütmeyi hukuk ile sınırlandırmaktır. Hukuka inanan hiç kimse “ben her istediğimi yapamıyorum. Yargı beni engelliyor” diyerek yakınmada bulunamaz. Hukuk devletinin olduğu bir ülkede “sınırsız yetki” talebi ise söz konusu bile değildir. Çünkü hukuka saygı keyfi değil zorunluluktur. Kaldı ki mevcut yargı ile bu ülkede yalnız Sayın Başbakan değil onlarca Başbakan çalışmıştır. Ancak hiç birisi yargıyı “pranga” olarak nitelendirmemiştir. Referandumda “Hayır” oyu kullanmak için -diğerleri bir yana- sırf bu gerekçe bile yeterlidir.