“Hilâlin yanında Haç da olsun!”
Mithat Paşa (1822’de İstanbul’da doğdu; 1884 Taif zindanında öldü) Türk tarihinin en çalışkan, en başarılı yöneticilerinden birisiydi. Osmanlı Balkanlarındaki başarıları, günümüze ulaşan hizmetleri hâlâ dillerde... Şu da var ki, bir kişinin halka çok yararlı hizmetler vermesi, o kişiye devletin ‘kimyasını’ bozma fırsatı vermez!
Bence tarihimizde en etkili ‘açılım’ fikri ‘İngilizci’ Mithat Paşa’ya aittir!
Osmanlı’da resmî dil -biraz ağdalı da olsa- hep Türkçeydi. Bayrak da, günümüzdeki gibi ay yıldızlı al bayraktı... İngiliz hayranı Mithat Paşa, Tuna valiliği (1864) sırasında, bir gün aşka gelip “Bayrakta Hilâl yanında Haç da olsa ne çıkar” der. (Bkz. Cemal Kutay, Sohbetler. İliştiri: Mithat Paşa, yıllar sonra Sultan Abdülaziz’in ölümü olayı dolayısıyla tutuklanacağını anlayınca, İzmir’de önce İngiliz, sonra da Fransız konsolosluğuna sığınmak ister)
Osmanlı’daki ayrışmanın fitili 1860’lı yıllarda ateşlenir. Sözgelimi 1878’de Osmanlı başkentinde bulunan Ermeni Patriği -olağanüstü bir özgürlük yaşadıkları halde- İngiliz Başbakanı’na yazdığı mektupta “Biz Ermeniler artık Türklerle bir arada yaşamak istemiyoruz” diyecektir. Şu katı gerçek dün de vardı, bu gün de var: Emperyalizm sömürmek istediği ülkelerin bütünlüğünden rahatsız oluyor. O ülkeleri küçültmek istiyor. Bu işi o ülke içinde kendisine bağladığı-yetiştirdiği ‘elemanları’ sayesinde yapıyor.
Kendi ülkesinde siyaset, etnik temeller üzerine kurulu olmamasına karşın, hedef ülkelerde siyaseti ‘etnisite’ üzerinden düzenlemeye çalışıyor. Yöntem basit: Önce, toplum dokusundaki farklılıklar uşaklarınca öne çıkartılıp dillendiriliyor. Sonra da, bilgi düzeyi düşük; dolayısıyla mantık terazisi sarsıntılı bu toplumlarda, büyülü söz ‘özgürlük’ kullanılarak; ayrışmanın ‘teorisi’ belleklere işleniyor... Rahat çalışma yapamayacağı ülkelere ise -dünyayı da aldatarak- ordularıyla giriyor; Irak’ta, Afganistan’da olduğu gibi...
Irak yanımızda, gözler önünde. Emperyalizmin Irak’ın siyasetini Kürt, Şii, Arap ayrışması üzerine kurma çabaları belleklerimizde. Bu siyaset ‘kurma’ projesinde Irak Türkünün adının bile geçmediği günleri de unutmadık...
Irak Türkleri! İşte burada -yeri gelmişken- parantez açarak bir anımı aktarmak istiyorum: 1991 yılıydı... Durağı uçmak olsun, 2005 yılında yitirdiğimiz, Irak Türklerinin bilge evlatlarından Prof. Dr. Ekrem Pamukçu’nun evinde, ben ve Dilâver Cebeci ailece konuğuz.... Sohbet ederken, Ekrem, “Arkadaşlar geçen ay Sayın Bülent Ecevit’le görüştüm. Beni partisinin kapısında karşıladı. Çok saygılıydı. Tam iki saat beni dikkatle dinledi. Türkmenlerin durumu hakkında, çok ayrıntılı bilgiler aldı. Irak’ın kuzeyindeki uçuşa kapalı bölgeden çok rahatsızdı. O boşluğu Türkiye’nin doldurmasını istiyordu. ABD’nin PKK’yı rahatça besleyeceğinden endişeliydi.” dedikten sonra da “Ne tuhaftır; Ecevit’ten başka hiçbir parti lideri bu konuda beni aramadı.” diyerek, hayret dolu üzüntüsünü de belirtmişti.
Yine konumuza dönelim...
Küresel sermayenin etkin olduğu devlet, halkın devleti gibi görünse de, gerçekte sermayenin buyruğundadır. Böylesi devletlerin, devlet olarak örtülü görevi; gerekirse sermayenin amacı doğrultusunda savaş çıkartmaktır.
Irak saldırısından sonra ABD’li şirketlerin yaptığı uzun vadeli petrol antlaşmaları, bunun en belirgin örneğidir!