Hiç sevmez diktatörleri
Ne zaman eline “Milli Şef ile Führer arasındaki benzerlik”ten bahseden o gazete küpürünü alsa aynı manzara geliyor aklıma;
Sonradan “defol” çektiği Kaddafi’nin elinden “İnsan Hakları Ödülü” alıyor; ağzı kulaklarında!
Bir yanında Muhammed bin Raşid El Maktum, bir yanında Hamed bin Halife El Sani, bir yanında Abdullah bin Abdul Aziz, bir yanında “emperyalizm Şii yayını kırmaya ihtiyaç duyduğu gün katil olduğunu keşfettiği(!) kardeşi Beşir Esad” ;
Allah ömür verse de görsek; yarınlarda, -asla diktatör değil- krallar, prensler, emirler, “başkan”larla dolu bugünün gazete küpürlerini sallayacak olan siyasetçilerin yorumu ne olacak acaba?
***
1930’lar Türkiye’sinden devrin İtalya’sına yollanan selamı eleştiriyor. Vardığı sonuç malum;
“Siz faşizmi iyi bilirsiniz!”
İyi de ayağının tozuyla geldiğin (son birkaç yılda komşu kapısına çevirdiğin) Katar ne?
Monarşi!
İstanbul’u benzetmeye azmettikleri Dubai?
Parlamenter monarşi!
Suudi Arabistan?
Teokratik Monarşi!
Devlet, millet, toplum yok; “Milli Marş(!)” niyetine “Kral uzun yaşa” diye bağıran kalabalıklar var!
Gidiyor, görüyor, canı çekiyor zahir;
“Padişahım çok yaşa”
Ah bir de; Cuma selamlığına bu nidalarla çıktığı günleri görebilse!
Yürütme, yasama hepsi tekelinde!
Muhalif yok; çünkü etrafında örgütelenebilecekleri (örgüt dedim ama sempatizanlık şüphelisi olur muyum acaba) siyasi parti yok!
Bakanlar Kurulu’nu atama, veto etme yetkisi onda!
Bütün idari kararlar “aile”ye ait; saltanatın daniskası!
***
(Hadi “burası Orta Doğu” ! Batıda dahil olduğu fotoğraf çok mu farklı sanki! ABD ne? Kağıt üzerinde “Federal Cumhuriyet” filliyatta -Şili’yi, Vietnam’ı, Küba’yı, Kamboçya’yı saymıyorum bile- 1990’dan sonda Kuveyt’te, Bosna’da, Kosova’da, Afganistan’da, Irak’ta işgalci!)
***
Zat-ı alileri...
Baskıcı rejimlere nasıl da mesafeli...
Totaliterliğe nasıl da alerjili...
Nasıl da liberal, demokrat, özgürlükçü, çoğulcu değil mi?
İbn-i Haldun’un kemikleri sızlıyordur
Madem “doyuramadık” bu konuda; söz hakkı bugün okurda!
Tayyip Erdoğan’ın “Irkçılık asabiyet, asabiyet ise şeytandandır” çıkışıyla ilgili biz dahil gazetelerde “doyurucu” bir değerlendirme bulamamaktan (Arslan Tekin de aynı referansla üç yazılık bir mini dizi kaleme almıştı ama okurumuzun gözünden kaçmış olabilir pekala... ) yakınan Saadettin Özmekik, İbn-i Haldun’a atıfla yazdığı satırlarda “asabiyet” kavramının “körün fili”ne çevrildiğinden yakınıyor:
“İbn-i Haldun’un sanırım kemikleri sızlıyordur.
Sen kalk toplum bilimi 600 sene evvel kur, sana en yakın olması gereken toplumlara asabiyeti anlatama!
Koskoca başbakan, şurekası, kocaman sıfatlı akademisyenler asabiyeti anlayamasın.
Doğru anlamaktan vazgeçtim, körün filine çevirdiler. Tutabildikleri yerinden tarif ediyorlar. Asabiyeti olmayan toplum yoktur. Kaybolduğu anda o toplum yıkılır. Toplumu toplum yapan değerlerin bütünüdür asabiyet. Din de bu değerlerden bir tanesidir. Yanındadır ama asla karşısında değildir.”
“Herkese bir şey vermekten şaşkına dönmüş, bocalayıp duran Başbakan neyse de” diyen Özmekik, asıl “akademisyenlere” tepki gösteriyor:
“Israrla ve kuvvetle ve kesinlikle asabiyetimizi oluşturan değerleri savunmamız gerekirken, bu kavramı kötülemek sadece bu ülkeyi bölmeye çalışanlara hizmet eder. Asabiyet herşeydir.”
Erdoğan’ın “Türk-Kürt karşıtlaştırması!”na cevaben, Kürtlerin tarihin hiçbir döneminde, yaşadıkları hiçbir coğrafyada devlet kuramayışlarını “asabiyetlerini oluşturan değerlerin (aşiret kültürü) böyle bir ihtiyaç yaratmamış olması” na bağlayan Özmekik, son noktayı şöyle koyuyor:
“İl gider töre kalır. Töre asabiyettir.”