Herkes tatile; onlar görev başına...
Polis “zorunlu fedakârlık mesaisi”ne “adil” bir düzenleme bekliyor
Herkes tatile; onlar görev başına...
Bu haftanın ilk mesajı Emniyet mensuplarından. Malum son yıllarda “tatil” oldu artık “bayram”ın adı.
İyi güzel de; atalarımızın muhteşem vecizlerindendir;
Biri yer, biri bakar kıyamet ondan kopar!
Kıyamet koparmak niyetinde olmasalar da, siz tatilinizi daha güvenli, daha huzurlu bir ortamda geçirebilin diye bırakın izin yapmayı, böyle özel günlerde mesaisi misliyle artan polis memurları da “Artık yeter” diyor uğradıkları haksızlığa. Tamam “Karakolların kapısına kilit vuralım” gibi ütopik talepleri yok ama en azından bayramlarda, çalışmak zorunda kaldıkları resmi tatil günlerinde yapamadıkları izinlerin toplanarak “bir ara” kullandırılmasını istiyorlar “yetkililerden.”
“Bayram gelmiş neyime...”
Dilerseniz hiç araya girmeyelim, bırakalım emniyet mensupları kendileri paylaşsın dertlerini:
“Bayram 9 gün tatil olacak. Helal olsun ne lafımız var ne de gözümüz. Sadece bir durumu arzımız var.
Lütfen dikkatlice etrafınıza bakınız.
Etrafınızda “Geceler yârim oldu... Bayram gelmiş neyime...” türküsünü söyleyen ne kadar çok polis ve ailesi olduğunu göreceksiniz.
Hemen “Ne bayramı? Polis huzur, güven verir” diyeceksiniz.
Neden?
Çünkü polis bayram, resmi tatil demeden ve hiçbir farklı ücretlendirmeye tabi olmadan ya da dinlenme süresi daha sonra dahi kullandırılmadan çalışıyor ve çalışacak. Polisin ve ailesinin de dinlenmeye, huzur ve güvene ihtiyacı olduğunu düşünmeyeceğiz.
Fedakârlık diyeceğiz, fedakârlardan olmadan, anlamadan. Hatta Polisin 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olduğunu bile çoğumuz hatırlamadan...
Hafta sonu, dini bayramlar, yılbaşı ve diğer özel günlerde hatta resmi tatillerde dahi görev yapan polis memurlarına, -bu günleri dinlenerek değil, tam tersine normal zamanlardan daha yoğun çalışarak geçirmesine karşın- herhangi bir farklı ya da fazla çalışma ücreti ya da dinlenme süresinin verilmesini ‘düşünmeyiz’ evet düşün(e)meyiz.
Anayasanın madde. 50/3 uyarınca, “Dinlenme çalışanların hakkıdır ve ücretli hafta tatili, bayram tatili ile yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir” maddesini uygulamak neden aklımıza gelmez. Yoksa polis de memur değil mi?
Eşit işe, eşit izin...
Emniyet teşkilatında 24 saat devamlılık gerektiren birimler var. “Polis Merkezini kapatalım, ekip arabasını stop edelim” demiyoruz.
Demeyiz de... Ancak bu polislerin bayram izninin daha sonra kullandırılmak üzere YILLIK İZİNLERİNE EKLENMESİ çok adil bir karar olur diye düşünüyoruz.
657. sayılı Devlet Memurları Kanunu ve Anayasanın eşitlik ilkesine göre haklı bulunacağımızı umuyoruz. Bakınız; 1 Ocak, 23 Nisan, 19 Mayıs, 1 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim ve öncesindeki yarım günlük tatilleri hesapladığımızda yılda toplam ortalama 25(yirmi beş) gün yapıyor. Bu kadar idari izin hakkımız her sene veril(e)miyor.
Eşit işe eşit ücret politikası yapan hükümetten ve ilgili ve sorumlu kurum yetkililerinden polisin de çalışma esaslarının hukuka uygun ve hakkaniyet içerisinde düzenlenmesini arz ediyoruz.
Hukuk, huzur ve güven içinde kalınız. Hukuk, huzur ve güven verenleri düşünmenizi arz ederek iyi bayramlar dileriz.”
Selcan Taşçı
+++
Yollar bizi ayırmasın...
Biz her bayram sonrası dokuz sütuna kocaman puntolarla manşet atıyoruz ya;
“Trafik terörü!”
Periyodik olarak yılda iki defa trafikteki “ihmal” ve “kural tanımazlığın”, can almada “PKK terörü” ile yarıştığından, hatta onu fersah fersah solladığından dem vuruyoruz ya...
Bu haftanın diğer önemli mesajı “Gelin bir değişiklik yapın, bayramı kazasız belasız atlatıp hayatta kalın” diyen gençlerden geliyor.
Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı, sonradan ağlayıp sızlanmaktansa “erken uyarı” da bulunmayı tercih etmiş bugün itibarıyla yola çıkmaya hazırlananlara. Ülkenin dört bir yanında önemli yol kavşaklarını donattıkları afişlerde, birbirini tamamlayan şu iki mesaj yazılı:
“Ocaklarımız sönmesin... Yollar bizi ayırmasın...”
Ek olarak, binlerce genç, bilgilendirici, ikaz edici içeriğe sahip binlerce broşür dağıtıyor sürücülere.
Aile kurumunu tehdit ediyor
“Ocaklar sönmesin” vurgusu trafik kazalarının bugüne kadar pek de öne çıkmayan bir etkisine dikkat çekiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre dünyada meydana gelen trafik kazalarında her yıl 1,2 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği, 50 milyondan fazla insanın ise yaralandığı gerçeğinden yola çıkan Ülkü Ocaklı gençler bu trajedinin “aile kurumu” nu da parçaladığını, yok ettiğini ve toplumun temelini sarsıcı bir yanı olduğunu hatırlatıyor:
“Milletimizin ve insanlığın geleceğinin aile müessesinin sağlığı ve mutluluğuyla olan bağı, bu problemin bir başka boyutunu da ortaya koymaktadır. On binlerce aile, kazaların kısa ve uzun vadedeki sonuçlarından en üst seviyede etkilenmektedir. Öyle ki; bir trafik kazası, bazen bütün bir ailenin ölümüyle sonuçlanabilmektedir.
Aile; toplumumuzu ayakta tutacak olan en güçlü dinamik, ailelerimizin huzur ve refahı ise istikbalimizin en güçlü teminatıdır. Bu anlamda ailenin maddi ve manevi açılardan muhafaza edilmesi de, milli bir görev olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye’de, 2001-2010 yılları arasında trafik kazaları sonucu 43.602 kişi hayatını kaybetmiş, 1.596.833 kişi yaralanmıştır. Bu rakamlar, trafik kazalarının tehlikeli olduğu söylenilen birçok hastalıktan ve bölücü terörden daha fazla can kaybına neden olduğunu, daha fazla ocak söndürdüğünü göstermektedir. ”
Cinayet normalleştirilir mi hiç
Yaşattığı manevi sarsıntının yanında çoğu kez gözden kaçırıyoruz ama trafik kazaları “maddi” olarak da zarar veriyor hayatımıza. Ülkücü gençlerin derlediği verilere bir baksanıza:
“Trafik kazalarının ülkemizde yol açtığı maddî zarar 22 milyar Türk Lirası’nın üzerindedir. Hâlâ tütmeyen ocakların, lokmaya muhtaç ailelerin, karınları doymayan çocukların, eğitimine devam edemeyen gençlerin bulunduğu ülkemizde, bu rakam büyük bir israfa işaret etmektedir. Bu israfın en aza indirilmesi şüphesiz memleketimizin refah düzeyini doğrudan etkileyecektir. Ayrıca trafik kazalarının gelişmekte olan ülkelere verdiği maddî hasar, bu ülkelere yapılan gelişme yardımlarının üstüne çıkmıştır.”
Ve elbette her alanda duyarsızlaşmaya aralanan kapı; normalleşme:
“Trafikte seyretmenin gerektirdiği bilinç ve duyarlılık ise; maalesef olması gerekenin çok altındadır ve trafik kazası, insanımızın gözünde gereğinden fazla normalleşmiş ve kabullenilmiş durumdadır.
Kazalara neden olan unsurların neredeyse tamamı, insan faktörüne bağlıdır. ’İnsan faktörüne bağlı’sebeplerin büyük bir kısmını da, sürücülerin hata ve ihmalleri oluşturmaktadır.
Bu noktada, kazaların ve sonuçlarının engellenmesi adına yürüteceğimiz çalışmalar, temelde insanımızı, bilhassa sürücüleri bilgilendirmeye ve kazalara karşı aktif bir şuur oluşturmaya yönelik olacaktır.”
Milli seferberlik ilan edilmeli
Ülkü Ocakları’nın konuyla ilgili son çağrısı “trafik terörüyle mücadele” nin milli bir görev sayılmasına dair:
“Trafik kazalarının ülkemizde açtığı yaralar incelendiğinde ortaya çıkan sonuç: ” milletçe, bu felakete karşı seferber olmamız gerekliliği “dir.
Bu açıdan Ülkü Ocakları, trafik kazalarını millî bir sorun olarak görmektedir. Kampanyamız dâhilindeki etkinlikler bu düşüncenin bir ürünü olarak ortaya çıkacak, milletimizin huzur ve bekasını tehdit eden trafik terörünün son bulması için çalışmalarımız sürecektir.”
+++
Çandar’ı duyan bir savcı da çıkar elbet
“Cengiz Çandar’ın söylemlerinin” resmen, terör örgütünü ve liderini övmek / desteklemek anlamına geldiğini düşünüyorum. Böyle bir icraatları olmadığı halde suçlanan ve hapiste olan onlarca vatansever var. Her herhalde savcılar Çandar için de harekete geçer.
İsmet Kurtulan
+++
Başbakan “PKK ile görüşen şerefsizdir” demişti. Cengiz Çandar da “PKK ile görüşenlerden” değil mi? Başbakanımızın sözü üzerine bizim söyleyecek bir sözümüz yok.
A. Özesen
+++
Özde değil
sözde demokrasi
Atatürk’ün Balkesir Zagnos Paşa Camisinde söylediklerini bir kez daha hatırlatıp, Atatürk’e “dinsiz” diyenlerin, “ileri demokrasi” havarilerinin beyinlerine çaktığınız için, sizi yürekten kutluyorum.
“İleri demokrasi” diyenler “Halkın karşısına çıkıp” Atatürk gibi “neyse dediniz, şikayetiniz, eleştiriniz söyleyin” diyemez tabi ki. Zira bunların “ileri demokrasi” dedikleri özde değil, sözdedir.
Özde olsaydı eleştirenler tutuklanır mıydı?
İşten çıkarılır mıydı?
Yazık ki çıkarları uğruna düşündüklerini söyleyemeyen/yazamayanlar da sözde “ileri demokrasi” ye inanmaya başladılar.
Her ne kadar Nazım Hikmet’i sevmesem de doğru yazdığı şiirlerde vardır:
“Sen yanmazsan
Ben yanmazsam
Biz yanmazsak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”
Doğru söyleyeni, dokuz köyden kovsalar da, onuncu köyü kurmak için mücadele etmek gerek.
Yaşar Usluer
+++
Kültür Bakanı’ndan utanıyorum
Geçen sene “Cumhuriyet bayramını balolardan kurtardık” demişti. Atatürk’ün Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında smokinle baloya katılmasının, Türklere “barbar” diyenlere bir mesaj olduğunu kavrayamayan bir kültür bakanına sahibiz.
Hazret yine konuşmuş:
“Vatandaşlar yas tutarken kutlamalarda elimizde kadeh kahkahalar mı atsaydık?”
Kendisi bu sözlerle çapını bir kez daha ortaya koymuş.
Ağzını açtıkça batıyor. Bu kadar dar görüşlü bir insan parti genel sekreteri, hatta bakan bile olabiliyor bu
ülkede.
Bir vatandaş olarak kendisinden utanıyorum ve kınıyorum...
Önder Manoğlu
+++
Onu “sanatçı” diye ekrana çıkaranın hatası
Geçen gün televizyonda bir tartışmaya rastladım. Nur Sürer denilen sanatçı kimlikli bayan, Kürt ile Türk’ün evlenmesinin olmadığını ve bu duruma ifrit olduğunu söyledi. Tabi kabahati o sanatçı geçinen bayanda bulmamak gerekir.
Onu sanatçı diye oraya çıkaranın hatası.
Ben Elazığ’ın Sivrice kazasındanım. Köyümün etrafı (üç tarafı) Kürt köyü ile çevrili. Benim çocukluğumda, çevre köylerde cami olmadığı için cuma namazlarına bizim köy ev sahipliği yapardı.
Herhangi bir ayrım da söz konusu olmazdı.
Köyümün camisinin yapım tarihi 1400 ’lü yıllara dayanır.
Harput’taki Saray Hatun Camisi’ni yapan ustanın eseri. Benim anneannem Kürt. Hanımımın annesi Kürt. Kardeşimin hanımı sülalece Kürt. Bacımın kocası keza sülalece Kürt.
Benim sanatçı kimliklim işte buna ifrit oluyormuş.
Ömer Aslan
+++
Bu kadını sonuna
kadar dinleyebilen kesin
Hz. Eyüp sabrını taşıyor olmalı...
Lütfü Aslan