Hedef milli ordu
Güneş görmeyen tenlerin beyazlaştığına bir kez daha tanık oldum. Silivri’de yatanların çoğunun alınları ve yürekleri gibi tenleri de bembeyaz. Prof. Dr. Mehmet Haberal’da bariz olan beyazlık korkutmuştu beni. Hoca’nın zaten sağlığı iyi değildi. Bu beyazlığın hayra alamet olmadığını doktorlar söylüyordu. Elinde deri evrak çantasıyla ziyaretçi salonuna giren İlker Başbuğ’un da yüzü bembeyaz. Dile kolay iki yılı geride bıraktı. 70’e dayanan yaşına rağmen diri görünüyor. Türkiye’nin 26’ıncı Genelkurmay Başkanı’na reva görülen mahpusluğa rağmen morali yerinde. 30 Ağustos resepsiyonları ve birkaç protokol görüşmesi dışında tanışıklığımız yoktu. Ergenekon duruşmalarının bir çoğuna katılmadığı halde çıktığı ve savunmayı reddederek yaptığı konuşmalar esnasında hep o salonda idim. Başbuğ ile hukukumuz Silivri’de başladı. Ama uzun yıllar öncesine dayanan tanışıklık varmış gibi kucaklaştık. Kısa sohbetin ardından çantasındaki “Samizdat” kitabını çıkarıp Soner Yalçın’a imzalatması manidardı. Görevde olduğu sırada Soner Yalçın’a burjuvazi üzerine bir konferans vermesi teklifinde bulunduğunu, Yalçın’ın Floransa’da olması sebebiyle gerçekleşemediğini ayrıntılarıyla hatırlattı. Kaynak Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Suçlamalara karşı Gerçekler”den 3 tane yanına almış. “Sizlere imzalayıp göndermiştim ancak elinize ulaşmamış olabilir kanaatiyle yeniden takdim etmek istedim” dedi. Sertel ve ben kitabın ulaştığını ve okuduğumuzu beyan ettik. Soner Yalçın’a gitmemiş. Son derece güzel el yazısı ile Yalçın’a imzaladı. “Dışarıda olsam bu denli düzenli yazamayabilirdim. Buradaki 3. kitabım” hatırlatmasını yaptı. İlki emeklilik günlerinde başlayıp Silivri’de biten, ikincisi yine Atatürk’ü anlattığı eserleri, kütüphanemin demirbaşları arasında. Çaylarımız gelir gelmez konuya giriyor Başbuğ: “Bu dönemde içeride olmak mı, dışarıda olmak mı iyi diye soruluyor hep.. 2011 Eylül’ünde çalışma arkadaşlarım Hasan Iğsız, İsmail Hakkı Pekin, Mehmet Eröz, Nusret Taşdeler ve hukuk müşavirim dahil tüm karargah heyeti içeri alındı. Yani Genelkurmay Karargahı tutuklandı. Hem de örgüt diyerek tutukladılar. Bu tutuklamalardan sonra hemen basın açıklaması yapmak istedim. Ancak hukukçular yapmamı istemedi. Sonuçta hukukçuların bir bildiği var diye inandık ve yapmadık. Şimdi keşke yapsaydım diyorum. Arkadaşlarım tutuklanınca benim dışarıda olmamın anlamı yoktu. Derken 6 Ocak’ta tutuklandım.. Zaten bir hafta önce ‘tutuklanacaksın’ diye haber gelmişti. Bu haber üzerine kafa olarak da hazırlandık. Ve 2 yıldır içerideyim. Bazen ‘boşuna mı yatıyorum’ diye soruyorum. Vicdanen müsterihim. Çünkü arkadaşlarımın yanındayım onlar da içeride. Cezaevinde elbette mutlu olunmaz. Benim sorumluluğum var, onlarla beraber bunu yaşıyoruz. Beni tutuklamakla belki de hata yaptılar. Türkan Saylan’ın başına gelenler nasıl kamuoyunda kabul görmediyse benim tutuklanmam da onları zor duruma düşürdü. Doğrusu Ergenekon iddianamesinin detaylarını burada öğrendim. Gittikçe bu işin faturası ağırlaşıyor” sözleri ile devam etti.
İlker Başbuğ’a “Sizden önceki ve sonraki Genelkurmay Başkanlarına dokunulmadı. Niçin sizi tutukladılar” sorusunu yönelttik. Kitabının 23. sayfasından başlayan sebepleri özetledi. Sebep bir değil bin beş yüz anlaşılan.. “76 milyona dayanan Milli Ordu da etnisite olmaz. Bu konuda hassasiyet gösterdik. Bir sürü ihbar mektubu yağıyordu. Bazı personelin alevi olduğuna dair. Bunların hepsi Milli Orduyu dağıtmaya yönelikti. Bugün bu tehlikenin boyutları daha iyi görünüyor. 28 Ağustos 2008’de göreve başladım. 2009 başında Kayseri ve Erzincan’da iki önemli olay oldu. Kayseri soruşturması çok ciddiydi. 14 Nisan 2009’da Harp Akademileri’nde manifesto niteliğinde bir konuşma yaptım. Ardından 22 Nisan 2009’da Poyrazköy’de boru çıkarma kazıları başladı. Bir avukatlık bürosunda “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” adıyla bir kağıt parçası bulundu. İki hafta sonra haberimiz bile olmadan Meclis’te askeri şahısların özel yetkili mahkemelerde yargılanma yasası çıkarıldı. Ne tesadüftür ki 27 Ekim’de Erzincan Çalamut’taki gölde mühimmat bulundu. 19 Aralık’ta Bülent Arınç’a suikast yalanı ortaya atıldı. Kozmik Oda meselesini zaten biliyorsunuz. Eğer Kozmik Oda’ya girişe izin vermesek bütün bu yalanların doğru olduğunu iddia edeceklerdi. Bütün bu saldırılara karşı yasal çerçevede savunmalar yapabildik” diye devam etti. Elbette her şeyi olduğu gibi açıklama yerine diplomatik bir lisan kullanıyor Babuğ.. Soner Yalçın’ın Sözcü’de yazdığı gibi Başbuğ’un anlattıklarının satır aralarından şunlar çıkarılabilir. “Başbakan Erdoğan “size suikast yapılacak” yalanlarına inanmasaydı, 2009’daki sivil ve askeri soruşturmalar layıkı ile gerçekleşse bugün “paralel devlet” denilen olay çoktan ortaya çıkmış olacaktı.. Bugün Başbakan’ın “asıl darbeciler” diye şikayet ettiği yapı kendisini gizleyebilmek için Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi tertiplerle hükümeti kandırmıştır.
İlker Başbuğ son olarak TSK’daki teamüllere dikkat çekerek: “Terfi ve tayinler otonom olmalı ve liyakate dayandırılmalıdır. Teamüllerle oynanırsa TSK yara alır. Emir komuta birliği sakatlanırsa ordu biter” diyor.