Hedef islam
Sistem mühendislerinin belirlediği gündem yerine gelince, bugün küreselleşen dünya turu atarak vaziyetimizi ortaya koyalım. Asıl hedefi dillendirirken Türkiye’yi yönetmekte olan idarecilerin de dikkatini çekelim.
1989 yılı Kasım ayında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sembolize edilen “Soğuk Harbin bitişi” ile birlikte, hasımları olan Varşova Paktı ülkelerini alt etmiş olan Batılılar önlerindeki yeni süreci çok kısa bir süre için “belirsizlik ve istikrarsızlık dönemi” olarak isimlendirdikten hemen sonra yeni hedeflerinin ne olduğunu açıklamıştır: İslam.
İslam’ın ve dolayısıyla İslam dünyasının Batı’nın yeni hedefi olarak açıklanmasında Haçlı zihniyetinin izleri elbette ki bulunmaktadır ve bu izler bugün Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Libya’da apaçık görülmektedir. Ancak, İslam’ın yeni hedef seçilmesindeki asıl etken, dünya enerji kaynaklarının gerek Arap yarımadasında, gerekse İran ve Kafkasya’dan Orta Asya’ya uzanan coğrafyada, İslam ülkelerinin sınırları içinde bulunmasıdır.
Soğuk Harbin gerçek galibi ve artık dünyanın tek süper gücü olan ABD, “enerjiyi kontrol eden dünyayı kontrol eder” kuralı uyarınca, dünya hakimiyetinin temel şartı olan enerji havzalarının denetim altına alınmasının küresel düzeyde projelendirilmesini başlatmıştır. Birinci ve İkinci Irak savaşları ile Arap yarımadasındaki petrol kaynakları üzerindeki egemenlik pürüzleri giderilmiş ve sıra Soğuk Harp döneminde Sovyetler Birliği’nin hayat alanında kalan İran, Kafkasya, Hazar ve Türkistan petrol ve doğal gaz kaynaklarının da Amerikan denetimi altına alınarak “dünya enerji tekeli” nin tam olarak ele geçirilmesine gelmiştir. Bu tekel tesis edildiğinde, bütün diğer dünya devletlerinin sanayileri ancak tekeli elinde bulunduran ABD’nin izin verdiği ölçüde büyüyebilecek ve hatta hayatta kalmaya devam edebileceklerdir.
ABD, hem dünya enerji alanlarının ve hem de kendi anavatanının güvenliğini sağlamak için şart gördüğü küresel çaplı savunma projelerini gerçekleştirmenin adımlarını atmaya başlamıştır. İlk olarak, NATO Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları 18-19 Kasım 2010’da Lizbon’da toplanarak ve “Yeni NATO ve Nükleer Savunma Stratejik Konsepti” ni belirleyen antlaşmayı imzalamıştır. Bu antlaşmanın temel -ve kamuoylarına yansıtılmayan- esprisi, anlaşma uyarınca kurulacak Yeni NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi’nin “ABD’nin Ulusal Füze Savunma Sistemi” ile bütünleşecek ve dolayısıyla ABD’nin küresel güvenlik ihtiyaçlarına hizmet edecek olmasıdır. Zaten bu yüzden, bu bütünleşmiş (entegre) proje, ABD’nin Soğuk Harbin son dönemlerindeki meşhur Yıldız Savaşları projesinin “yeni doğan çocuğu” olarak kabul edilmektedir. Nihai fonksiyon olarak ABD’nin küresel amaçlarına hizmet edecek olan Lizbon Antlaşması’nın bir diğer esprisi de projenin finansmanının NATO üyesi devletlerin eşit paylarıyla ödenecek olmasıdır. Bu çerçevede, önümüzdeki on yıllık dönemde Türkiye’nin projeye 10-11 milyar dolar kadar bir katkıda bulunması gerekecektir ki, dış borç krizi içindeki Türkiye’nin bu meblağı ödemesi mümkün olamayacağından, sözkonusu ödeme ABD’nin işaret edeceği uluslararası mali kuruluşlardan borç alınarak karşılanacaktır.
“Yarın füze kalkanıyla devam edeceğim.”