Haydi kızlar çelik yelek giymeye!..
Bu kafayla yakında üniversite önlerinde insan taşlamaya da başlarlar
Milli Gazete’de yayımlandığında dikkatimi çekmemişti; dün odatv.com’da dehşetle okudum Nureddin Yılmaz’ın aşağıdaki cümlelerini:
“(...) Genç kızlarımız, gerekli gereksiz bir okuma havasına kapılmış gitmişlerdir. (...) Bu üniversitelerde okuyan kızlarımızın, ahlâk ve din açısından verdikleri tavizleri bir anlığına yok sayalım. Kendisini çok iyi korumuştur, melekler onu himaye etmiştir diyelim. (...) Kızlarımızın ilim merakının iki türlü faturası olacaktır. Birincisi, kızların kendilerinin ödeyeceği faturadır. Bu din ahkâmından verilen tavizler şeklinde gerçekleşecektir. İkinci fatura da mü’min toplumun ödeyeceği faturadır. Bu fatura, evinde anne olacak, eş olacak kadın bulma zorluğu şeklinde önümüze çıkacaktır. Okumuş, diplomalı ama kadın olmayı beceremeyen kaprisli, kompleksli kadınlardan oluşan bir aile dünyamız olacaktır yakın zamanda. Çok şey bilen, bildikleri arasında eşlik olmayan, eşini dışarıdaki dünyaya iten kadın tipleridir bunlar. (...) Meselenin can alıcı noktası budur. Kadını, doğurmaktan ve eşini başkalarına bakmaktan alıkoyacak asıl görevden alıkoyan hiçbir şeyin değeri yoktur! (...)”
***
Vah vah...
Kızlar okullu olursa, beyimiz kadını “mal”laştıran (evet evet “hayvan” anlamında kullanıyorum “mal”ı; ben bilemedim, sırf kadının etinden-sütünden alacağı haz azalacak kaygısıyla geliştirilen bu itirazı daha başka nasıl tanımlamalı? ) bu küflü, bu zifiri karanlık, bu yoz, bu balta girmemiş düşüncelere “hay hay” diyecek kadın bulamayacakmış!
Bütün mevzu bu aslında; aman “aile”yi dönüştürdükleri “çekirdek ağalık rejimleri” sarsılmasın!
Yoksa; hâlâ yasını tuttukları, yere göğe koyamadıkları “Hoca”ları rahmetli Erbakan, kızlarını okutmadı mı? Aynı ekolden gelen Erdoğan’ın kızları “eğitim” mevzuunda oğullarının fersah fersah önünde değil mi?
***
Herkesten önce “İslamcı kesime mensup” kadınların tepki göstermesi gerekir bu yazılanlara...
Öyle ya, seçim dönemlerinde ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle sabahlara kadar dur durak bilmeden çalıştırdıkları o kadınlar;
“Ahlak ve din açısından tavizkar” mıydı?
“Kaprisli” ve “kompleksli” miydi?
“Eş ve anne olmaya layık değil” miydi?
“Boynuzlanmaya mahkum (oooh çok eşliliğin kılıfını da bulmuşlar)” muydu?
Bu yazıda ortaya konan mantığa göre İslamcı erkekler, karıları gece gündüz demeden oy toplamaya çalışırken, “başka kadınlar”la mı haşır neşir oluyorlardı?
Hem madem okumasınlar istiyorsunuz; 60 yıldır “başörtülü okula girebilmek” uğruna kendilerini okul kapılarına zincirleyen kızlara niye alkış tutuyorsunuz? O neyin mücadelesi?
***
Daha önce de aynı gazeteden Mevlüt Özcan’ın “kadın denen mahluk”a dair, “Tesettüre girmeyenler bedenlerini peşkeş çeken anonimlerdir!” cümlesini okumuşluğumuz bulunduğundan...
Yine aynı gazetede kadının “eti ve yumurtasından faydalanmak üzere kümeste beslenen” tavukla sembolize edildiğine tanık olduğumuzdan...
Hiç şaşırmadım.
Ama şaşırmıyor olmak; ürkmeye mani değil işte!
Düşünsenize, ellerinde koca koca taşlar, sırf “gerekli gereksiz bir okuma havasına” kapıldığınız için “vurun kahpeye” diye üstünüze çullanmaya hazır potansiyel bir linç kitlesi dolanıyor çevrenizde!
Yönlendirme bu hızla devam ederse, yakındır; benzer sahneleri görürsünüz üniversite önlerinde!
Kızlar... Ne olur, ne olmaz! İyisi mi siz okula giderken çelik yelek, kask, demir maske filan giyinin üzerinize!
***
Eşi, çocuklarının annesi, “okuyabilmek” uğruna ülkesini AİHM’e şikayet etmiş “Dindar bir Cumhurbaşkanı” olarak, merak ediyorum Abdullah Gül ne diyor bu yazılanlara!
+++
“Tanıyoruz seni
provokatör”
Ekrem Dumanlı şahane bir yazı yazdı!
1980 öncesinde “Siz burada sünepe sünepe oturun; Kızılbaşlar, Büyük Cami’yi bastı!” diye gürleyerek “Sünni”leri kışkırtan “gür bıyıklı adam”ları, “Canlar! Daha ne durursunuz; köylerimizi yerle bir etmiş bu Yezidler!” diyerek Alevileri galeyana getiren “pos bıyıklı karayağız adam”ları anlattı.
“Sağ-sol kavgası”ndan iş çıkmaz olunca, aynı adamların bu kez “28 Şubat ve 27 Nisan süreçleri”nde başka “yanlış bilgiler”le başka “korkunç senaryolar”la “korku saldığını” hatırlattı.
Asıl amacı, şimdi de “Kürtler”in “aynı tuzakla” karşı karşıya olduğu uyarısını yapmaktı.
Türk Milleti’nin, Türkler Kürtleri çatıştırmak suretiyle ayrıştırılacağı yahut ayrıştırmak suretiyle çatıştırılacağı bir tezgaha gelmeyeceğini haykırdı:
“Tanıyoruz seni provokatör! (...) Bu sefer o kirli amacına ulaşamayacaksın...”
Doğru;
Tanıyoruz seni provokatör...
O yüzden hiç öyle “sağduyunun sesi” maskesiyle gizlenme!
“Akil adam” rolü kesme!
“Darbe yapacaklardı” diye...
“Cami bombalayacaklardı” diye...
“Suikast düzenleyeceklerdi” diye...
“Yargıyı kilitleyeceklerdi” diye...
“İşte bombaları” diye...
“İşte kemikleri” diye...
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları ile Türk Milleti arasına örmeye çalıştığın “nefret duvarı” yetmez kimliğini gizlemeye!
Bir hukuk devletinde; “hukuku devlete karşı” kışkırtarak yaptığın darbeyi gördük;
Ama devlet yoksa millet var!
“Bu sefer o kirli amacına ulaşamayacaksın...
+++
“Cihatçılar”ın
ABD ile imtihanı
NİSA Suresi... 75. Ayet...
Şöyle:
“Size ne oluyor da ’ey rabbimiz, bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, katından bize bir yardımcı ver’diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğruna savaşa çıkmıyorsunuz?”
***
Suriye’de Baas rejiminin elinde iki ay esir kalan gazeteci Adem Özkese’nin Hürriyet’e verdiği bilgiye göre...
Afganistan dağlarından Çeçenya steplerine...
Bosna tünellerinden Suriye kentlerine... Birbirinden farklı coğrafyalarda zalimlere karşı savaşan mücahitler, işte bu ayeti okuyarak motive oluyorlarmış.
Alıyorlarmış ellerine silahlarını, dere tepe aşarak koşuyorlarmış Müslüman kardeşlerinin yardımına... Zulüm bitince ülkelerine dönüp normal hayatlarına devam ediyorlarmış.
Ta ki yeni bir zulme kadar...
***
Ne güzel bir masal bu!
Düşünsenize:
Nerede zulüm varsa atlarına atlayıp zulüm ülkesine giden ve Allah rızası için mazlumlara yardım eden bir cihatçı grup var. “Allahuekber” diye bağırsak yeridir. Ama bağıramıyoruz.
En azından ben bağıramıyorum.
***
Tabloya bir bakalım:
Ne zaman çıktı bu cihatçılık geleneği? Afgan Cihadı’nda...
Yani ABD’nin Sovyetler’e karşı çizdiği direnme hattında...
Sonra Çeçenya...
İşte yine ABD’nin en azından yüz ekşittiği bir alan...
Sonra Bosna... İşte yine ABD politikalarıyla örtüşme...
***
Yanlış anlaşılmasın!
Afgan direnişi de, Çeçenya direnişi de, Bosna direnişi de sonuna kadar haklı direnişlerdi.
Üçü de zalime karşı başkaldırış idi... Ama üç direnişin de Amerikan desteğini alması, üç direnişin de Batı politikalarının ilgi alanına giren coğrafyalarda gerçekleşmesi, üç direnişin de en azından ABD’den “olur” alması gözden uzak tutulabilir mi? (...)
Eğer “Nisa 75” etkili oluyorsa bu mücahitler üzerinde...
Neden başka zulüm coğrafyaları bir tarafa bırakılıp bütün cihatçılar Halep’te toplanıyor?
Var mı bu sorunun yanıtı?
***
At üstünde yalın kılıç gazalara çıkılan bir dünyada yaşamıyoruz.
Bir ülkeden başka bir ülkeye turist olarak gitmek için bile bin türlü kontrolden geçiyoruz.
Böyle bir dünyada bizim “cihatçılar”, cihat etmek istedikleri ülkelere nasıl oluyor da ellerini kollarını sallayarak girebiliyorlar?
Bu dünya en azından teknik olarak “temiz kalpli bir cihatçının eline silah alıp Müslüman kardeşlerine yardım için sınırları aşabileceği” bir dünya mıdır? Bir yerden bir yere savaşçı geçişinin dünya düzeninin bin türlü dengesine bağlı olduğu bir dünyada, bu dengeleri bir tarafa bırakıp “Hepsi Nisa 75’in etkisiyle gidiyor, hepsi çok mübarek insanlar” diyebilir miyiz?
***
Masallar güzeldir. Cihat masalları daha da güzeldir. Ama bir de gerçekler var... Onlar ne yazık ki masallar kadar güzel değildir.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
Tarihin her döneminde her büyük idealin en büyük problemi, yozlaştırılan dinin, din aktörlerince istismar edilmesidir.
Yaşar Nuri Öztürk / Yurt
+++
Acizlik tablosu
Oysa o fotoğraf teröre karşı ortak hareketin değil; tam tersine, bir aczin fotoğrafıydı. Çaresizlik içinde olan yetkililerimizin yapabildiği tek şey de o.
Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, ana muhalefet lideri, bakanlar ve yüksek rütbeli generallerin yan yana dizilmesi teröre karşı ortak tavır olmuyor. Aksine, terörün bir ülkeyi ne hale getirdiğinin resmi çizilmiş oluyor. Kimse bir şey yapamayınca sadece dua edilebiliyor.
Can Ataklı / Vatan
+++
Gazeteciliği
zıvanadan çıkaran
Asil Nadir oldu
Asil Nadir mahkum oldu.
Ardından gözyaşı başladı.
Ağlayanlar; “Türkiye’ye faydası oldu. Para akıttı. Şirketler kurdu. Bu yüzden adamı yaktılar, İngiltere’den kaçmaya zorladılar, şimdi de hapse koydular” diyorlar. (...)
Asil Nadir, Türkiye’de gazete ve dergileri (Günaydın- Güneş Gazeteleri -Nokta Dergisi ve diğerlerini) satın alıp, medya patronu olduğunda gazetelerin genel yayın müdürleri ile yazı işleri üst yöneticilerine; “Sizi Sterlin milyoneri yapacağım. Yeter ki İktidar’ı eleştirmeyin, haberlerinizle yorumlarınızla Başbakanı (O yıllarda Turgut Özal’dı) üzmeyin” ve “gazetelerim ne kadar zarar ederse etsin yeter ki çok satsınlar” teklifleriyle geldi. Dediklerini yaptı.
***
Gazetelerini yönetenlere bol maaşlar sundu. Neredeyse bir gazete alana bir cumhuriyet altını verecek ölçüde çılgın lotaryalarla gazetelerini çok sattırdı. Zararına çıkan fakat “iktidarı eleştirmeyen, üzmeyen, başbakanın uçağından inmeyen” gazetecilik ahlaksızlığını iyice zıvanadan çıkardı. Ülkenin bugün de sağ olan bazı ünlü kalemleri, “Ne mutlu bize ki, patronumuzun gazete dışındaki şirketleri çok kar ediyor, gazetecilik dışı şirketler sayesinde bize maaş veriliyor” diye özetleyeceğim yazılar bile yazdılar. Bugün “iktidardan besleme basınının altyapısını” Asil Nadir’in İngiltere’deki şirketinden çaldığı paralar güçlendirdi.
Asil Nadir battı.
Gazeteleri de elinden gitti.
Fakat altyapısı kaldı.
Tayyip Erdoğan iktidara gelince “besleme basının” altyapısına ve ondan güç alan ahlaksız üst yapısına son verecek tavır almak yerine “beslemeciliğe çıta yükseltip” devlet bankaları kredisiyle yandaşlarına gazete ve tv satın aldırdı. Kendi medyasını yarattı.
Necati Doğru / Sözcü
+++
Davutoğlu nerede kilitli kaldı?
Hatay’da sakallı Suriyeliler cirit atıyorsa.. Sınır yol geçen hanına çevirmişlerse.. Korunuyor ve kollanıyorlarsa.. Hatay’da yaşayanlar rahatsızsa..
Müsebbibi Dışişleri Bakanı’dır..
İzlediği Suriye politikasıdır.. Meseleyi kişiselleştirmesidir..
Şu belli; Bakan’ın Esad’dan sonra karşımıza nasıl bir Suriye çıkacağı konusunda öngörüsü yok..
Geçen gün televizyonda konuştu.. Esad giderse büyük bir zafer kazanacağını düşünüyor..
Esad’a kitlenmiş, kalmış..
Kendini eleştirenleri de formasyon eksikliğiyle suçlayarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.. Bunu yaparken oranın her türlü teröre açık alan haline geldiğini gizliyor..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
AKP Türkiye’sinin büyük hatası, kendisini Tahran-Bağdat-Şam ekseninin gözünde bir “stratejik tehdit” haline getirmesidir.
Neticede, meydana gelmesinde AKP’nin gafletiyle rol aldığı konjonktür PKK’ya büyük fırsatlar sunuyor.
Kadri Gürsel / Milliyet
+++
Tarih önünde mahkumiyet
12 Eylül darbesinin sahibi 95 yaşındaki Kenan Evren “Bu yaşa kadar yaşamamalı” demiş.. Orasını Allah bilir ama 12 Eylül darbesi yüzünden yüzlerce genç insan hayatının baharında yaşama veda etmiş, bir çoğu sakat kalmış, işini kaybetmiş, hayatı kararmıştı.. İdam edilmesi için “yaşı büyütülenler” bile vardı malum..
Ama Evren’i mahkum etmek için yaşını küçültmediler.. Cezaevine girmese bile eğer bugün mahkemelerde “darbe yapmamış, hukuka-demokrasiye saygılı” insanların avukatları bile dinlenmeden, bilirkişi raporları bile göz önüne alınmadan tutuklulukları devam ettiriliyorsa diğer tarafta Cumhuriyet tarihindeki en büyük iki darbeden biri olan 12 Eylül’ü yapanların cezasız kalması tam bir hukuk rezaletidir. Aksini de hiç kimse, Evren’in kendisi bile söyleyemez!
Ruhat Mengi / Vatan