Hayatımda gizli gündemlere yer yok
Pavey, Obama ile ilgili sözlerinin sıradan bir röportaj hatası olduğunu söyledi.
Şafak Pavey’in Milliyet’e verdiği röportajda Michelle Obama için “dünyanın first lady’si” ifadesini kullandığını okuyunca, CHP, sol, Amerikan kapitalizmi, emperyalizm, Orta Doğu’da yaşananlar hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmiş ve “Yeni CHP Amerikan hakimiyetini bu derece sindirmiş, içselleştirmiş bir parti olacaksa işi hiç ’Sosyalist Enternasyonel’e bırakmasınlar, Tayyip Erdoğan gibi çıksınlar “Solculuk/sosyalistlik gömleğini çıkardık” desinler “anti-emperyalist seçmen” de yönünü ona göre tayin etsin...” demiştim.
Bu satırların ardından gönderdiği e-postada yazımın kendisine dair kısmını “ağır bir itham” , CHP’yle ilgili bölümünü de “haksızlık” olarak tanımlıyor Pavey.
***
Bu gazete de, bu köşe de “çamur at izi kalsın” anlayışıyla hareket etmedi hiçbir zaman. O ifadeyi (dünyanın first ladysi) okuduğumda hissettiklerim ve yazı yoluyla okuyucuya aksettirdiklerim, Pavey’in e-postasında yazdıkları kadar samimiydi.
Ben sizinle gazeteye yansıyanı nasıl anladığımı / algıladığımı paylaştım. Pavey de benimle “aslında” ne anlatmaya çalıştığını paylaşmış. En iyisi ben aradan çekileyim; röportajı okuduktan sonra benim gibi düşünen başkaları da olduysa, onlar da işin aslını Pavey’den dinlesin:
“Bir gazete röportajındaki sıradan bir hatadan bu kadar büyük sonuçlar çıkardığımızda, sonrası tamamen suçlama kimliği üstünden sürüp gidiyor ve bir daha kastınızın bu olmadığını anlatmakta başarılı olamıyorsunuz.
Ben röportajda, Obama için “dünyanın ladysi” tanımını kastetmedim. Her zaman kullanılan “Dünyanın en güçlü ladysi” tanımını kullandım. Ama sanırım ya yazarken ya da jetlag vesaire gibi sıradan insani gafletlerle ya ben öyle söylemiş olmalıyım ya da muhabir arkadaşım öyle anlamış olmalı. Kontrol etmedim, çünkü gazetecilerle güven ilişkisi içinde görüşüyorum.
Bana ait bir sürçmeden öncelikle bütün CHP’yi mesul tutacak kadar kocaman ve çok iddialı bir yargıya varmak oldukça haksız bir durum.
Bu kadar sıradan bir tanımdan, ABD’yi içselleştirme sonucunu bana mal etmek gerçekten ağır bir itham. Böyle başlayan ithamların, kartopuna dönüşmesi ile bu ülke çok acılar yaşadı. Üstelik kartopu eridiğinde, altından kimsenin işine yaramayan çamur kalıntıları çıktı. Böylece yanlış anlaşılmaktan ve haksız ithamlardan kendilerini korumak isteyen pek çok tanıdığım ( eminim sizin çevrenizde de vardır) pek çok nitelikli insan siyasete girmekten ve ülkelerine hizmet etmekten sakındılar.
Ben siyasete girerken iki önemli prensibe bağlı kalacağıma söz verdim kendime. Şeffaf ve dürüst olmak...
Dolayısı ile hayatımda gizli gündemlere, tuhaf niyetlere hiç yer yok.”
***
“Süpermen” değiliz hiçbirimiz (mesela bu benzetme üzerine biri de çıkıp beni Amerikan kahramanlarını dayatmakla suçlayabilir pekala) her daim kendimizi en ideal sözcüklerle ifade edemeyebiliriz; dilimiz de sürçebilir, kavramları birbirine de karıştırabiliriz, maksadını aşan sözler de sarf edebiliriz... Ve ya biz doğrusunu deriz de karşımızdaki “gününde” değildir, yanlış anlayabilir bizi... Hepsi olur. Önemli olan bunun Pavey’in ifadesiyle bir “kartopu”na dönüştürüp-dönüştürmeme sınırına geldiğimizde ortaya koyduğumuz tercihtir bence.
Nihayetinde, biri çıkıp da “bu da ne demek böyle” demeseydi Pavey belki de gazetedeki ifadenin nasıl agılandığını hiç fark etmeyecekti. En azından şimdi birçok CHP seçmeni Pavey’in “ABD’yi içselleştirmeyi” ağır bir itham saydığını öğrenip, “ohh be” dedi!
Yanlarında tabut gönderin bari!..
Tahtadan yapılmış
bir uzun kutu baş tarafı geniş
ayak ucu dar
çakanlar bilir ki
bu boş tabutu
yarın kendileri dolduracaklar
ölenler yeniden doğarmış, gerçek...
tabut değildir bu
bir tahta kundak
bu ağır hediye
kime gidecek
çakılır çakılmaz üstüne kapak
***
Böyle der “tabut” isimli şiirinde, Necip Fazıl... Bunların pek bi sevdiği.
Tahta’dır çünkü tabutlarımız. Adeta kundak, inancımız gereği.
Ve, Çanakkale şehitlerimizi andığımız gün yüklediler uçağa, Afganistan şehitlerimizi... “Anzak mıyız biz?” diyecektim, elim ermedi. Yazmak için bekledim, vatan toprağına defnedilmelerini.
Yukardaki fotoğraflara dikkatlice bakmanızı rica ederim... Amerikan tabutlarıyla getirdiler yiğitlerimizi!
Hafif metalden, gri. Önden yandan kulplu ve kilitli. Demirbaştır, US Army envanteri.
(Hiç kimse utanmadan çıkıp, kargoda öyle taşınıyor falan demesin... THY’ye sorun, öyle taşınmıyor. Tahta, baş tarafı geniş, ayak ucu dar, bildiğin tabutlarımızla taşınıyor.)
(Bunların Amerikan tabutu olduğu ne malum, derseniz... Muavenet’i vurmuşlar, şehitlerimizi Saratoga’ya taşımışlar, sanki çok üzülmüşler gibi, uçak gemisinin pistinde uğurlama töreni yapmışlardı. O güvertede ay-yıldızlı bayrağımıza sarılan tabutlar, gene, bu metal tabutlardı.)
Demem o ki... Devlet büyüklerimizin ağlamaklı ifadelerle en ön saflarda yeraldığı cami avlusunda, peygamber ocağı filan diye atıp tutmakla olmuyor bu iş. Evlatlarımızı elalemin cephelerine sürü-yorsunuz... Kendimize ait olmayan savaşlardan, kendimize ait olmayan tabutlarla dönmesinler bari. Ya yanlarında tabut gönderin kardeşim, ya da, lütfedip akıl edin de, almaya giderken uçağa tabut yükleyin.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Bu yazıyı kesip saklayın ileride çok lazım olacak
“Yargısız infaz yapıyorum”
Hâkimin ve savcının elinde yüzlerce delil, binlerce ifade var. Bunlara göre bir değerlendirme yapıyor. Fakat maalesef, bu önemli davalar Türkiye’nin gündemini öylesine işgal ediyor ki, her birimiz fikir beyan etme durumunda kalıyoruz; iddialaşıyoruz. Ya sanık avukatlarının bize ulaştırdıkları kendi lehlerindeki birkaç bilgiye bakarak “Deliller düzmece” diyoruz, ya iddianamedeki suçlamalara dayanarak, insanları peşinen “suçlu” ilân ediyoruz. Aynı şeyi ben de yapıyorum ister istemez. Masumiyet ilkesini “Bu insanlar suçsuz” diye çarpıtanlar karşısında, “Suçlu olabilir’in” de ötesine geçip, yargısız infaz yaptığım oluyor...
Nazlı Ilıcak / Sabah
AKP medyasına güvenirim ben
İLERİ demokrasinin şanlı savunucuları, şaşmaz bekçileri, hak, hukuk, adaletten dirhem ödün vermeyen yılmaz kalemler, cümle alem biliyor ki, AKP şemsiyesi altında toplanmış bulunuyor. Hemen her gün AKP medyasına bakıyorum, orada şu haberleri arıyorum: Uludere’de 34 insanımızın öldürülmesi, Deniz Feneri davası, Van Depreminden bu yana geçen beş ayda Van’da elde edilen sonuçlar, Erbakan Ailesinin kayıp trilyon kapışması, ILO’daki kara liste, Türkiye’nin iş kazalarında dünyada ikinci, Avrupa’da birinci olması, Türkiye dünyanın 17. büyük ekonomisi, ama kişi başına düşen gelirde dünyada 59. gelmesi, ihracat rekoru yanında ithalat rekoru, rektör atamalarında YÖK maceraları, bazı AKP belediyelerinde yolsuzluk iddiaları.
AKP medyası bu haberleri yazmıyor, mutlaka bir bildiği vardır, onun için yazmıyor. Haktan, adaletten, doğruluktan ayrılmaz onlar. İnsanları yargısız infaz etmez, savcılardan önce davranıp masum insanların kapısını çalmaz. İktidarın nimetlerinden yararlanmaz. AKP medyasına güvenirim ben.
Yalçın Doğan / Hürriyet
TGC’den kınama
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Zaman Gazetesi Hollanda bürosuna düzenlenen saldırıyla ilgili bir kınama mesajı yayınladı:
“Zaman Gazetesi’nin bürolarına yönelik yapılan saldırılar, halkın bilgi edinme hakkına yapılmış bir saldırıdır. Saldırganların ve onları azmettirenlerin Hollanda yetkilileri tarafından en kısa sürede yakalanmasını bekliyoruz. Zaman Gazetesi’ne ve Rotterdam Bürosu çalışanlarına geçmiş olsun diyoruz.”
Kafaya bak!
Osmanlı’nın genişleme döneminde kimse “Macaristan’da, Viyana önlerinde, Mısır’da ne işimiz vardı” diye soramazdı. Ya da 1’inci Dünya Savaşı’nda Sarıkamış’ta verdiğimiz şehitler için ancak şimdi ağıtlar yakmaktayız...
Afganistan’da şehit düşen askerlerimizi sonsuz yolculuklarına uğurlarken onların dünya barışını korumak için hayatlarını feda ettiklerini unutmamalıyız.
Mehmet Barlas / Sabah
O menfaatler hakikaten milli mi!
Ateş düştüğü yeri yakıyor...
Türkiye devleti açısından temel sorun ise şu: NATO’daki hakim güç ABD ile dayanışmak adına 11 yıl önce girilen ve sürekli uzatılan bu yükümlülüğün, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in savunduğu ‘milli menfaatlere’ değip değmediği...
Dino Buzzati’nin eşsiz romanı Tatar Çölü’ndeki asker misali, aradan o kadar çok zaman geçti ve biz Türk askerinin Afganistan’da olmasını öyle kanıksadık ki, ’Hani o temcit pilavı gibi ısıtıp önümüze koyduğunuz güvenlik ve istikrar neden 11 yıldır bir türlü gelemedi?’ sorusunu sormadık.
Ya da dayanışma adına yanında yer aldığımız Amerika, aynı dönemde PKK ile mücadele konusunda Türkiye’ye verebileceği desteğin tamamını neden vermedi?
Biz bu soruları sormazken, Afganistan’da değeri 1 trilyon dolara ulaşan işlenmemiş maden yatakları bulunduğunu öğrendik mesela. Resmen 2010 yılında açıklanan bu veriyi ABD’nin Afganistan’a girdiği tarih olan 2001’de bilmeme ihtimali yüzde kaçtır sahi?
Biz bu soruları sormazken, güvenlik ve istikrar adına, 2001’den bugüne kadar, 3 bin asker, 60 binden fazla sivil Afgan halkı öldü ya da öldürüldü. Binlerce çocuk ve kadın tecavüze uğradı. Ama o güvenlik ve istikrar bir türlü gelmedi işte.
Neden?
Çiğdem Toker / Akşam
Şehitler ölmez, NATO bölünmez
Dün çocukları şehit babalarının tabutlarına doğru koşarken o soru yine geldi kapıya dayandı:
“Sahi bizim 3 dönemdir Afganistan’da ne işimiz var?”
Diyelim NATO görevi. Yok mu NATO’nun başka kapıkulu askeri, Kâbil bekçisi? Neden dönüp dolaşıp nöbet sırası “Türk Mehmetçik’e” gelip dayanıyor? Lamı cimi yok; emperyal düşlerle yatanlar işte böyle şehit cenazeleri ile gerçekliğe uyanıyorlar. Önceki gün Afganistan’ın 3 yıl boyunca NATO sivil temsilciliğini yapan Hikmet Çetin, askerlerimizin orada şehit düşme gerekçesini açıklarken Neo-Con’ların sahiplendiği ‘önleyici terör’ kavramına sığınıyordu. Neo-Con’ların bile ruhuna rahmet okunan bir dönemde neyin önleyici terörü bu? İşin tuhafı, aynı programda Saadet Partisi Başkanı Mustafa Kamalak, Abdullah Gül’ün zamanında Afganistan’daki Türk askeri gücüne karşı yaptığı konuşmayı hatırlatıyordu.
Hiç uzatmayıp soracağım, yahu bizim bunca yıldır Afganistan’da ne işimiz var? O binbaşılar, subaylar, astsubaylar ne uğruna şehit düştüler? Daha kaç tanesi, ne uğruna, ne zamana kadar şehit düşecek!
Cüneyt Özdemir / Radikal
Dışişleri Bakanı her ne kadar, “Orası bizim ata topraklarımız” dese de, çağdaş uluslararası hukukta böyle bir gerekçe olamaz! Olursa; o zaman iki gün sonra da İstanbul’da, İzmir’de ve Ege’de Yunan ordularını görürsünüz, söyleyeceğiniz söz kalmaz...
Bu savaş, bizim savaşımız değil! Diğer ülkelerin yaptığını yapın ve Mehmetçik’i bir an önce Afganistan’dan çekin!
Mustafa Mutlu / Vatan
Kendi mezarlarını kazıyorlar
Gelmeden, Afganlılardan tamamen “nefret etmeyi” öğrenen askerler, uzun süre Afganistan gibi yerde kalınca Post Traumatic Stress Syndrom denen bir ruh hastalığına kapılmaktadırlar. (Amerikalılar böyle iddia etmektedirler)
Amerikalıların davranışları hâlâ Afganistan’ı ve Afganlıların ana değer sistemlerini tanıyamamış, anlayamamış olduklarını ortaya koymaktadır.
Kaba güç ve İslam düşmanlığı ve edepsiz davranışlarla, adeta kendi mezarlarını kendileri kazmaktadırlar.
Oya Akgönenç / Milli Gazete