Hasdal’dan gelen mektup...
Hasdal Askeri Cezaevi’nde teğmenlerle, generallerin birlikte sabır voltası attıkları avludan yükselen sesleri hiç duydunuz mu? Hasdal’dan şahsıma gönderilen mektubu, noktasına virgülüne dokunmadan sizlerle iki gün boyunca paylaşacağım.
“Sayın Yavuz Selim Kardeşim
Sana, senin köşeni takip eden bütün okuyucularına ve asil milletimize Hasdal Cezaevi’nden en kalbi selam ve saygılarımı sunuyorum.
Köşende bizlere gösterdiğin duyarlılık adına ben ve buradaki arkadaşlarım çok teşekkür ediyoruz. Sayınızın artması için dua ediyoruz.
Malum olduğu üzere ülkemiz bir değişim süreci yaşıyor. Bu değişimin hiç de normal bir değişim olamayacağı görülüyor, çünkü en yetkili ağızlar ’Ya tarih olacağız, ya tarih yazacağız’ diyor.
İşte bizim gibiler de bu değişim, açılım sürecinde doğal olarak ‘Tıkılım’ süreci yaşıyor. Biliyorlar ki bu coğrafyada yapılacak operasyonlar ancak TSK etkisiz hale getirilirse yapılabilir. Türkiye ancak o zaman teslim alınabilir. Bunun ilk adımını Süleymaniye’de çuval ile gerçekleştirdiler. Ülke içerisinde Ergenekon, Kafes, Poyraz vesaire derken, kapsamlı şekilde ‘Balyoz’ operasyonu ile amaçlarına adım adım yaklaşıyorlar. Bu operasyonları özel yetiştirilmiş bir işbirlikçi grup ile birlikte gerçekleştiriyorlar. Bunların kim olduklarını iyi biliyoruz ama şimdilik bunu açmayacağım.
İşte ben ve arkadaşlarımı hapislere doldurarak bizim üzerimizden yılgınlık yaratacaklarını zannediyorlar. Elbette aldanıyorlar. Bunu görecekler. Bizim sadece yaşadıklarımız onların hayallerinin ötesindedir. Bizim gözlerimiz neler gördü. Ellerimiz neler tuttu. Ayaklarımız nerelere gitti. Yüreğimiz ne kadar çarptı, tahayyül bile edemezler.
Bu gözler...
Nice vücut bütünlüğü parçalanmış silah arkadaşı gördü. Nice saldırıya uğramış köy, mezra gördü. Öldürülen çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar gördü. Yanan evler, camiler gördü.
Bu eller kaç tane silah arkadaşının cansız bedenini kaldırdı. Kaç tane terörist kurşunuyla öldürülmüş çocuk cenazesi kaldırdı. Kaç tane yanan ev, yanan cami söndürdü.
Ya bu ayaklar...
Kaç kilometre yol kat etti. Ülkesinin dağlarında ne kadar dolaştı. Kimlerin yardımına koştu, hangi çatışmalara koşturdu...
Ya yüreğimizi tanıyabilirler mi? Onlar kaybettiklerimizi döktüğümüz kanlı yaşları bilebilir mi?
Aldılar...
Aldılar, bu elleri kelepçelediler, bu ayakları prangalara vurdular, gözlerimize bantlar çektiler, yüreğimizi ateşlere attılar...
Ama onurumuzu alamayacaklar. Bu can bedende durdukça başımız dik olacağız, kimseye eyvallah etmeyeceğiz.
Mutluluktan uçuyorlar...
Şimdi bu tertibi yapan çeteler ve onların yandaşları, destekçileri, mutluluk çığlıkları atıyorlar. Görsel ve yazılı basında (sahip oldukları) bizi linç etmeye, yargısız infaz etmeye çalışıyorlar. Çetenin düzenlediği sahte belgelerle bizi suçlu ilan etmeye çalışıyorlar. Biliyorlar ki bizim Atlantik ötesinden, UA desteğimiz yok.
Dilediğimizi yazabildiğimiz gazetemiz yok. Saldırdıkça saldırıyor bunda da bir kural tanımıyorlar. İblisçe yalanlar, manipülasyonlar yapıyorlar. Bizim, ‘ Onurlu suskunluğumuzu’ yenilgi ve kabullenme olarak görüyorlar.
Onurumuzu kaybetmedik...
Yaklaşık 30 yıldır üniforma giyiyorum, bu şerefli aziz milletin emaneti olan bu üniforma altında yaklaşık 236 yıldır da teröristlerle mücadele ettik. Sadece onlarla değil. Her türlü olumsuzlukla boğuştuk. Bu arada pek çok şey kaybettik. Çocuklar babalarını, analar evlatlarını, eşler kocalarını, bazıları kolu, bacağını, gözünü, bazıları ise aziz canlarını kaybetti. Bizler ise çok sevdiğimiz arkadaşlarımızı kaybettik. Hepsi bu aziz milletin, mukaddes vatanı içindi.
Gidenlerin ardından döktüğümüz gözyaşları kurudu. Yüreğimizi kanlı gözyaşlarımızla bekledik. Yıllar geçerken biz de gençliğimizi kaybettik. Şimdi de hürriyetimizi kaybettik... Ama herkes bilsin ki onurumuzu kaybetmedik, kaybetmeyeceğiz.
Onurunu kaybedenler;
İğrenç tertiplerle, alçakça senaryolarla, iblisçe ürettikleri belgelerle halkına hizmetten başka bir şey düşünmeyen, bunun için nice bedeller ödemiş, bizim gibi insanları içeri tıktılar. Atlantik ötesinden aldıkları direktifleri uyguladılar. Gazeteci görüntüsünde olanlar işgal ettikleri köşelerinde Ali Kemal’lerin ruhunu bile rahatsız edecek şekilde haince yazılar yazdılar. Bizlere saldırdılar. Zalimce iftiralar attılar, atmaya devam ediyorlar. Terörist silahından çok daha kalleş kalemleriyle her yazılarında bize ateş ettiler, ediyorlar.”
Yarın: Hasdal’dan gelen mektuba
devam edeceğim...