Hasa’nın Taşköprüsü öykü de oldu

Taşköprü... Kerkük’te Hasa Çayı üstündeydi... Yıkılmış Osmanlı’nın öksüz bıraktığı Kerkük’le Türklüğün son bağıydı sanki... Bilirlerdi bunu Türk düşmanları, bilirlerdi ve diş bilerlerdi... Nasıl Mekke’de bütün Türk eserleri ya yıktırılıp ya da o hilkat garibesi yenileriyle önleri kapatılmışsa, bu köprü de yıkılmalıydı... Yıkılmalıydı ki Kerkük kalesi gibi. Yıkılmalıydı ki, Türk’ün çaresizliği tescillene.
“Yıktılar kal’amızı/Sürdüler balamızı/Daha can boğazdayken/Çektiler salâmızı” demeliydiler.
Kim yıkacaktı? Buldular, onları da buldular... Bir isterik Hatun, bir Ermeni dığası, bir de idraksiz Irak balası... Yıktılar... Yıl 1954’tü... Yıktılar ama bu köprü birse, gölgesi bindi, köprünün enkazı dersin ki canlıydı, kan sızıyordu yarıklarından, köprünün iki başındaki kahveler (14 Temmuz’du birinin adı, 1959 Türk katliamından mülhem) birer direniş ocağı olmuştu, asla silinmiyordu Taşköprü Kerkük Türk’ünün belleğinden, bir hoyrat diyorlardı köprü üstüne, yıkıcılar yıkılıyorlardı köprüden beter.
Ve bu yıl Taşköprü’nün aslına uygun yapılmasına karar verildi.
Ve bu yıl Kerküklü yazar Necmettin Bayraktar, öykü eyledi Taşköprü’yü. Taşköprü şiirlere girmişti yıkıldığı yıllarda, şimdi öykü de oldu bir usta yazarın kaleminden. Bu öykü kitabı Kora Yayınları arasından çıktı. Kitapta Taşköprü’den başka öyküler de var. Timur ve İbn Haldun arasında geçenlerin anlatıldığı bir öykü var, farklı, özgün, öğretici ve güzel...
“Türk’e Baştan Başlamak” adlı kitabıma da aldığım “Irak’taki Yakınlar” adlı şiirimden bir bölümle Irak Türkmenlerine ve Necmettin Bayraktar’a selam ediyorum:
“Sözü şirin, özü acı bir hoyrat/Yükselir Irak’taki yakınlarımdan./Bir murat istenir, muratta feryat/Kerkük, Musul, Erbil, can içre cânân/Canımın içinde hoyrat yarası.
Hoyrat yarasının açıldığı gün/Zulümler başıboştu/Ve o zulümlere inat/Gün gibi aşikâr, gün gibi Türkçe/Tarih düşürmekteydi derin sözlü bir hoyrat/Mesajı apaydın, dimdik, erkekçe”


Ertelenmiş Sevdalar

Bir yürek ağrısıyla başlıyor bu roman. Azrail denilen bu olsa gerek diye düşündürten... Gelgelelim ölümden korkmak yerine, ah of yerine, çağrışımların tetikleyicisi oluyor o apansız yürek ağrısı. Anılar sağanak sağanak iniyor. Teey seksen öncesinin kara bulutlarından... Hani birbirimizi yediğimiz günler... Gidiş hastaneye, belki de kurtulacak, fakat bu geçmişe dönüş niye ki? Yoksa yaşamın finali olacak da, anılar son bir geçit töreni mi yapmaktalar...
Bu yüreği ağıran bir şairse aynı zamanda, şiir de düşer esinin gökkubbesinden:
“Umut hâlâ celladını düşünür/Payına düşen hüzündür/Faili meçhul olursun sevdanın/Bulutlar ağlar ölüşüne/Kimsesizler mezarlığına gömülürsün/Giderken iki damla yaş düşer/Yüreğin üşür”
Süleyman Ekinci’nin Sone Yayınları arasından çıkan romanından söz ediyorum. Bunca yokluk ve yok saymalara karşın, direniyoruz bir avuç ulusal düşünceli edebiyatçı. Yazıyoruz, bulup buluşturuyoruz parasını, yayınlıyoruz. O şairin dediği gibi “Uçurumdan bir gül atıp yankısını bekliyoruz”. Süleyman Ekinci, işte bu ahval ve şerait altında, bir ekin ekmiş. Umarım gül biter, dalında bülbül öter.

Yazarın Diğer Yazıları