Hangisi gerçek?
Açılım, saçılım gibi suni konularla Türkiye gündemi oyalanırken elektriğe bindirilen zamma, adına Sivil Toplum Örgütleri denen güdümlü kuruluşların ciddi tepki gösterdiğine tanık oldunuz mu? Elinde mikrofonla, kameralar, sokak sokak gezip cebinde zaten parası olmayan vatandaşın elektrik faturalarını nasıl ödeyeceğini de sormuyorlar. Türkiye’nin Batı’sında elektrik parasını ödemeyen vatandaşın ışıkları kesildiği gibi evine haciz götürülürken, demokratikleşme paketi adına yıllardır Doğu’da kaçak elektriğin su kuyularını ısıtmasına dahi göz yumuluyor. Bir başka ifadeyle, kaçak elektriğin faturası bizden gasp ediliyor. Bu gerçeği söyleyip yazdığımız zaman da ırkçı oluyoruz öyle mi?
Neyse biz gelelim açılıma doymayan hükümetin yandaş medyasına. En iyi taklayı ben atarım, bizden daha iyi yalaka bulamazsınız yarışına girenler İmralı ile müzakere edilmesi gerektiğine kadar azıttı. Irkçılığın ve bölücülüğün dik alasını yapan terör örgütünün siyasi uzantılarına övgüler yağdırıyorlar. Diyarbakır’da bir milyon insan toplanacağını iddia edenlerin 50 bini geçemeyişine bozulmuşlar. Varsa yoksa “diyalog”... Diyalog için durumdan vazife çıkaran kent kalemşorlarından bazıları Kürtçülük yanında Ermeniperestlik hastalığına da duçar olmuşlar. Senelerce düşman oldukları merhum Türkeş’ten örnekler vererek Ermeni açılımına destek arıyorlar. Bir kere Alparslan Türkeş, Petrasyon ile görüşmelerine Paris büyükelçisi Tansu Bleda ile beraber gitti. Dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’i her safhada bilgilendirdi. Bunların detayını defalarca yazdım. Türkeş, Taşnakların hakimiyetini kırıp, işgali sona erdirmeyi planlıyordu. Nitekim Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı merhum Ebulfeyz Elçibey de bundan umutluydu. Gerisini biliyorsunuz.
Şimdi birileri çıkmış “Türkeş yaşasaydı?” başlıklı yazılarla Türkeş’in kurucusu olduğu, ancak ilkelerinin hiçe sayılıp, izlerinin silindiği MHP’yi Ermeni açılımı konusunda vurmaya çalışıyor. Her şeye rağmen bu kimsenin haddine olamaz. Bu konuda en doğrusunu gençlik yıllarından bu yana gelişmeleri yakından takip eden gazeteci dostum Emin Pazarcı yazdı. 2008 yılının Aralık ayında Ankara Shereton Oteli’nde basın mensuplarıyla kahvaltı yapan Devlet Bahçeli’nin sözlerini teybe kaydeden Pazarcı, “Hangisi doğru Bahçeli” diyerek tarihe ışık tuttu. Bahçeli’nin “Çiçek bahçesi” söylemini hatırlayanlar o günlerde malum medyanın kendisini nasıl da takdir ettiğini hatırlar.
Salı günleri grupta konuşan Bahçeli’nin şimdilerde her gün yazılı açıklama yaparak isabetli konulara değinmesi takdire şayan ancak, MHP ile ve kendisi ile ilgili yorum yapan yazarlara derhal cevap veren Bahçeli, günlerdir Emin Pazarcı’nın “Hangisi Doğru?” sorusuna henüz cevap veremedi. Süküt ikrardan gelirmiş. Sessiz kaldığına göre ses kayıtlarına bir itirazı yok. Bahçeli’yi tanıyanlar bir de O’nun esip gürlediği konularda tam tersini yaptığını bilir. Caninin idamından, tahkim yasasına, AB uyum raporlarından parti içi demokrasiye kadar hangi konuda bağırıp çağırsa tersini yapan Bahçeli’nin son günlerdeki olumlu muhalefetinden doğrusu şüphe duymaya başladım.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yolunu açtığı Abdullah Gül’e karşı başlattığı boykotun da yakında sona ereceğini tahmin etmek zor değil. 2008’de Anayasa’nın değişebileceğini, iktidarın olumlu tekliflerine Mecliste destek verebileceklerini ifade eden Bahçeli şimdi açılımlara karşı çıkıyormuş gibi yaparken tabanın gazını almakla görev mi yapıyor?
Konuşmaları ile icraatları farklı olan kişilerin samimiyetsizlikleri yüzünden, şüphe denizinde boğulur olduk.