"Halka doğru" gitmek!
“Önce halk.../...Yatağa aç çocuk girmeyecek.../...Terinizi koklamaya geliyoruz.../...Ayağınızın türabı olacağız.../...Ben havuzlu villada altın olmaktansa halkın arasında teneke olmayı tercih ederim” vb sözler çiçeği burnunda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ait. “Ayağınızın türabı olacağız” söylemi “halk dalkavukluğunu” çağrıştırsa da samimiyetle ifade edildiği için bu yönünü dikkate almaya gerek yok.
Bu söylemler en azından CHP için siyaset ile halk arasındaki açıklığın itirafı gibidir. Türkiye’de siyasetin -özellikle muhalefetin- temel sorunu, halkla arasına farkında olarak ya da olmayarak koyduğu mesafedir. Bu mesafe aşılmadan muhalefetin iktidar olması söz konusu değildir. Kılıçdaroğlu’nun sözleri, bu gerçeğin farkına varıldığını gösterir niteliktedir. Daha doğrusu bu sözler, halksız ne demokrasi ne de siyasetin olamayacağının anlaşıldığını göstermektedir.
Karar sağlıklıdır!
Demek ki partilerin her yerden -bu arada ABD ve AB’den önce- daha çok halka gitmeleri, halkın “terinin kokusunu” alacak kadar ona yaklaşmaları gerekir. Uğruna siyaset yapılan halkın ihtiyaç ve beklentilerinin farkına varmak için bu zorunludur. Aynı zamanda halktan yetki ve onay almak için de bu bir gerekliliktir. Aslında bu gerçeği bundan yaklaşık bir asır önce seçkinler için söyleyenler çıkmıştır. Onların, o gün için yazdığı ya da söylediklerini siyasetçiler de dikkate almış olsaydı, bugün halk ile siyasetçi arasında bu kadar açıklık olmazdı. Gecikmiş olsa da siyasetçilerin özellikle CHP’nin halka doğru gitme kararı alması, istikameti doğru belirlediğinin işaretidir.
“Halka Doğru” gitmek, Ziya Gökalp’in doksan küsur yıl önce Türkçülüğün ilk esası olarak belirlediği umdelerden birisidir. Ona göre seçkinler aldıkları yüksek eğitim ve öğretimle halktan farklılaşmaktadır bu nedenle de onların her şeyden önce halka gitmeleri bir zorunluluktur. Gökalp, halkı, milli kültürün canlı müzesi olarak tanımlar. O, halkta kültür (hars), seçkinlerde ise medeniyet vardır. Dolaysıyla da her iki kesimin de birbirine ihtiyacı söz konusudur der. Seçkinler yani aydınlar halka doğru giderek halkta olan kültürü edinmeli, aynı zamanda halka da medeniyet götürmelidir.
Halka gitmenin nedeni
Gökalp, halka gitmenin gerekçesini şöyle anlatır: Seçkinlerin aldıkları eğitimde milli kültür yoktur. Onların aldığı eğitim milli değildir. Ülkenin aydınları milli kültürden mahrum olarak gayri milli bir biçimde yetişirler. Bu eksiklik bir biçimde giderilmelidir. Bunun için de bir taraftan halkın içine girmek, halkla beraber yaşamak. Halkın kullandığı kelimelere, yaptıkları cümlelere dikkat etmek gerekir. Söylediği darb-ı meselleri, an’anevi hikmetleri işitmek, halkın düşünüşündeki tarzı, duyuşundaki üslubu zapt etmek gerekir. Onların şiiri, musikisi dinlenerek, raksı, oyunları seyredilmelidir. Dini hayatına, ahlâki duygularına nüfuz edilmelidir.
Cumhuriyetle birlikte halkın eğitim düzeyi yükseldi. Demokrasiyle birlikte de halka duyulan ilgi arttı. Halk seçkinlerin oturduğu ve mevzilendiği yerlere doğru yaklaşmaya başladı. Seçkinler yeni süreçte Boğaziçinden Avrupa ve Amerika’ya doğru açılırken halk da daha çok varoşlara takılı kaldı. Böylece fiziki olarak yan yana ancak yabancılaşmış bir biçimde kesimler bir arada yaşamaya başladılar. Halkın içinden çıkarak yönetime gelenlerin ise bu bağlamda kendi sınıfsal tabanına ve geçmişlerine ihanet ettikleri görüldü. Bu durum, halk ile aydın arasındaki makası daha da açtı. Aydın ayrı dünyaların, halk ise daha ayrı dünyaların değerleriyle bir arada yaşamaya başladı.
İktidar için halka doğru gitmek yeterli değildir. Aynı zamanda halkla bütünleşmek de gereklidir. AKP’nin taşra seçkinlerine ve seçkinliğe yöneldiği bir zamanda muhalefetin halka yönelme kararı iktidarın el değiştirme ihtimalini yükselttiğini göstermektedir.