Halk şiirini yozlaştıran günümüz halk ozanları

Selçuklu, saray ve edebiyat dili olarak Farsça’yı benimsemişti. Osmanlı, Farsça’nın yanına, bilim dili olarak benimsediği Arapça’yı ve atalarının dili Türkçe’yi de koyarak “Osmanlıca” adlı karma bir imparatorluk dili oluşturdu. Bu dil, Osmanlı seçkininin edebiyat dili de oldu. Anadolu ve Balkanlar’da yaşayan ve Osmanlı’nın devşirme bürokrasisi tarafından sürekli aşağılanan Türkmen boylarının ise, bu dille işi ve yakınlığı olmadı; onlar Öz-Türkçe dediler diyeceklerini, Orta Asya’dan getirdikleri ozanlık geleneğini sürdürdüler yüzyıllarca. Böylece, divan ve halk edebiyatı, 18. yüzyıla dek, birbirinden kopuk olarak var oldu. Bu yüzyılda, kimi halk şairlerinin, dîvan şiirine öykündüklerini görürüz.

Osmanlı’nın çözülüş dönemlerinde gelişen Türkçülük akımı, hece ölçüsünü ve halk şiirini yeniden keşfetti. Cumhuriyet döneminde, özellikle de Atatürk’ün sağlığında, halk şiiri baş tâcı edildi, o günün şairleri, Anadolu halk ozanlarının şiir geleneği üzerine yeni ve özgün yapıtlar bina ettiler.
1950-1960 döneminde, dilde yeniden Osmanlıca’ya dönme ve dîvan edebiyatına ağırlık verme eğilimleri artmış, halk şiiri, köylü şiiri olarak küçümsenir olmuştur. 1960’tan sonra, 1961 Anayasası’nın getirdiği geniş özgürlük ortamı, öğrenci, işçi hareketleri, halk şiirini bir ideoloji aracı olarak kullanarak canlandırmıştır. Feyzi Halıcı’nın Konya’da yıllarca düzenlediği Âşıklar Bayramı ise, ideolojik kaygıların dışında, milli bir çaba idi ve birçok âşığın kendini göstermesi bakımından önemli bir fırsattı.

Bugün birkaç Anadolu şehri ile metropol kentlerin varoşlarında halk, şiirle -hatta edebiyatla- olan bağını hâlâ bu ozanlar aracılığı ile sağlamaktadır. Bunu fark eden bazı televizyon kanallarının âşıklar programları yapmaları boşuna değildir. Ancak, bu programların bir çoğunun; nitelik kaygısı yerine, halk dalkavukluğu ve reyting derdine düştüğü görülmektedir. Ekrana çıkan birçok âşığın; uyak, ayak ve ölçü tutturamadığı, hepi topu 200-300 kelime ile şiir yazıp söylediği, yüzyıllarca kullanılmaktan artık yalama olmuş “şeyda bülbül-gül” gibi imgeleri kullanmayı sürdürdüğü, çoğunun yalnızca düz koşma bildiği ya da “usta malı sattığı” görülmektedir. Bırakın Zülalî’yi, Müdamî’yi ve Sümmanîyi; Mahzunî, Sularî’yi ve Reyhanî’yi aşma cehdi bile yoktur günümüz ozanlarında. Musikinin makyajı ile güzel görünmeye çalışan bu âşıklardan, yüksek öğrenim görenlerin sayısı, bir elin parmaklarını bile geçmez. Eski âşıkların hocalık düzeyine yakın dinî bilgileri, ne bunlarda, ne de dinleyenlerde yoktur artık. Âşıklık, sese ve saza indirgenmiş, piyasa şarkılarının sözlerindeki yozluk ve sığlık bunların ürünlerinde de görülür olmuştur. Kültürel ve edebî boyut tamamen ihmal edilmektedir. Âşıklar -birkaç istisna dışında- kitap okumamaktadırlar, bu gerçeklik, öncü rolleri ve halkı aydınlatma işlevlerini sıfırlamıştır neredeyse.
Günümüz aydın ve şairleri ise, âşıklarımızın neleri dillendirip, hangi telden çaldıklarını merak bile etmemektedirler. Halk şiirine bakış ve yaklaşımları, genellikle şaşı, ters ve yanlıştır. Yozlaşmayı bahane ederek, öz kökümüzü inkâr ve ret çoğu aydın ve şairimizin ortak tavrıdır. Gelenekle çağdaşı sentezleyerek halk şiirimize yeni bir ivme, yön ve içerik kazandırma çabaları, Üstad Abdurrahim Karakoç ve -övünmek gibi olmasın da- bu satırların yazarı gibi birkaç ismin dışında görülmemektedir.

Yazarın Diğer Yazıları